Ukrayna ile Rusya arasında uzun yıllardır devam eden kriz, 26 Mart 2021 tarihinde Ukrayna’nın doğusundaki Donbas’ta, Rus ayrılıkçı güçler tarafından yapılan saldırıda 4 Ukraynalı askerin hayatını kaybetmesiyle tekrar şiddetlenmiştir. Bununla birlikte Rus silahlı birliklerinin Ukrayna sınırlarına yakın yerlere konuşlandırıldığı da bilinmektedir. Bu da bölgede savaş çanlarının çaldığını göstermektedir. Aynı zamanda bölgede diplomatik çabalar da devam etmektedir.
Bu kapsamda Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), Ukrayna-Rusya hattında artan gerginliğin ne anlama geldiğini ve bu gerginliğin hem bölgesel hem de küresel yansımalarının neler olabileceğini değerlendirmek üzere, alanının önde gelen uzman ve akademisyenlerinden alınan görüşleri dikkatlere sunmaktadır.
Doç. Dr. Nuri KORKMAZ (ANKASAM AB ve Balkanlar Danışmanı)
Ukrayna ile Rusya arasında yaşananların Joe Biden’ın Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı olmasıyla ilişkilendirilebileceğini ifade eden Doç. Dr. Nuri Korkmaz, “Biden, Münih Güvenlik Konferansı’nda da ABD’nin artık geri döndüğünü söylemiştir. Anlaşılmaktadır ki ABD, Avrupa ülkelerinin Rusya’yla işbirliği içerisinde olmalarını istememekte ve bunu hazmedememektedir. Dolayısıyla ABD, Ukrayna üzerinden Avrupa ülkelerinin de kolaylıkla tepki gösterebileceği bir krizi alevlendirmeye çalışmaktadır. Bunu yaparken de Rusya-Avrupa Birliği (AB) kutuplaşmasını derinleştirmeye çabalamaktadır. Washington, böyle davranarak AB’yi de kendine daha yakın bir hale getireceğine inanmaktadır. Bundan dolayı Washington, Ukrayna’ya destek verdiğini yüksek sesle dile getirmektedir.” dedi.
Korkmaz, “Ukrayna’nın sesini bu denli yükseltmesi, Rus askeri gücünün bölgedeki varlığından ve Donbas Bölgesi’nin neredeyse tamamının kontrolden çıkmasından kaynaklanmaktadır. Ukrayna, ABD desteğine güvenerek Rusya’ya karşı daha cesur davranmaktadır. Fakat Ukrayna-Rusya arası evliliklerin son derece fazla olması ve iki ülkenin tarihinin büyük ölçüde ortak olması sebebiyle hem Rusya hem de Ukrayna aralarında bir savaşın olmayacağını dile getirmiştir. Ancak bu noktada akıllara şu soru gelmektedir: Ukrayna ile Rusya arasındaki gibi görünen bir savaşa ABD’nin müdahil olmasıyla, mesele Batı ile Rusya arasındaki savaşa dönüşebilir mi? Kuşkusuz NATO’nun dahil olacağı bir savaşı Moskova istemeyecektir.” yorumunu yaptı.
Söz konusu krizde unutulmaması gereken konulardan birinin de Kırım’daki durum olduğunu hatırlatan Korkmaz, “Batı, 2014 senesinden bu yana ilk defa kararlı bir şekilde Kırım’daki Rus ilhakını sona erdirmek istemektedir. Batılı devletler, mevzubahis ilhakı illegal görmekte ve sonlandırılmasını arzu etmektedir. Belki de Rusya, gelecek dönemde bölgedeki tek büyük aktör olmayacaktır. ABD’nin hem Yunanistan hem de Romanya’ya yaptığı ciddi bir silah takviyesi vardır. Lakin Romanya, Bulgaristan ve Polonya gibi ülkeler, bu tarz krizlerde aniden savaşma noktasına gelinmesini arzu etmemektedir. Salgın süreciyle birlikte, tüm ülkelerin yaşadığı ekonomik zorluklar da göz önünde bulundurulduğunda, kesinlikle Rusya’yla bir savaşı istememektedirler. Aynı zamanda Rusya’nın Transdinyester’e ilişkin beklentileri de düşünüldüğünde, ABD’nin Romanya’ya silah sevkiyatı yapması bu ülkeyi tehlikeye atmaktadır. Çünkü bu durumda, Romanya açık bir hedef haline gelmektedir. Kaldı ki NATO’nun kesin bir savaş hali olması durumunda da yapabilecekleri çok sınırlıdır.” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.
Prof. Dr. Mehmet Sait DİLEK (Atatürk Üniversitesi-Uluslararası İlişkiler)
Soğuk Savaş sonrası dönemde, NATO-AB ikilisiyle Rusya arasında yaşanan jeopolitik mücadelenin bir yansımasının da Ukrayna örneğinde (NATO Tatbikatları-Doğu Ortaklığı Teklifi) görüldüğünü söyleyen Prof. Dr. Mehmet Sait Dilek, “Batılı devletler, kimi zaman angajman politikası, kimi zaman da genişleme stratejileriyle Rusya sınırlarına gün geçtikçe yaklaşırken; dünyanın en geniş yüzölçümüne sahip ülkesi olan Rusya’nın yakın çevre doktrini üzerinden hem jeopolitik hassasiyetleri hem de güvenlik kaygıları ön plana çıkmaya başlamıştır. Dolayısıyla Kremlin; Gürcistan, Ukrayna ve Suriye örnekleri üzerinden Batı’ya meydan okuyan bir dış politika stratejisi izlemiştir.” dedi.
Rusya-Ukrayna gerilimini genel hatlarıyla değerlendiren Dilek, “Rus Ordusu’nun kimliksiz/hibrit bir modelle Rusofon etkinin güçlü olduğu Kırım Yarımadası’na ve Ukrayna’nın doğusunda yer alan Donbas bölgesine (Donetsk ve Lugansk) müdahale ettiği ve Ukrayna’daki iç krizi, enternasyonal bir hale dönüştürdüğü, uluslararası hukuk kaidelerine ve Ukrayna iç hukukuna aykırı bir şekilde Sivastopol’un ve Kırım’ın Rusya’ya bağlandığı, ABD ve AB’nin ekonomik yaptırımlar üzerinden Rusya’yı baskılamaya devam ettikleri; Donbas bölgesinde faaliyet gösteren Rusya yanlısı gruplar ile Ukrayna güçleri arasındaki temas hattında gerginliklerin büyük bir savaşa dönme olasılığı üzerine Minsk Anlaşmalarının imzalandığı ve son olarak bu anlaşmalara rağmen ateşkes koşullarının yerine getirilmediği ve savaş riskinin gün geçtikçe arttığı göze çarpmaktadır.” açıklamasında bulundu.
Son olarak Dilek “Neticede, bu koşullar altında Doğu Ukrayna topraklarında gerilimlerin devam etmesi kaçınılmaz bir durumdur. Bu sebeple tarafların mevcut tablonun daha da kötüye dönüşmesini engelleyebilmek için rasyonel ve diyaloğa açık bir modeli benimsemeleri gerekmektedir. Pozitif ve çok taraflı diplomasi metoduyla Doğu Ukrayna’da öncelikle ateşkes ve akabinde ise nihai antlaşmayla barış ortamını sağlayabilmek mümkün olacaktır.” sözleriyle açıklamalarını sonlandırdı.
Doç. Dr. Oktay BİNGÖL (Emekli Tuğgeneral)
Ukrayna ve Rusya arasında yaşanan krizin uzun süredir devam ettiğini ifade eden Emekli Tuğgeneral Oktay Bingöl, “Kriz, NATO ve Avrupa Birliği’nin (AB), SSCB’nin çökmesiyle birlikte oluşan boşluğa doğru genişlemesinden sonra başlamıştır. Bölge ülkelerinin söz konusu yapılara üye olmasıyla başlayan kriz, günümüze kadar devam etmiştir. Özellikle de 2008 yılında Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya üye olması gündeme geldiğinde, Rusya’nın bölgede Batı tarafından çevrelendiğine dair endişeleri artmıştır. Nitekim Rusya, 2008 yılında ilk olarak Gürcistan’a yönelik askeri müdahalede bulunmuş ve Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya bölgelerini işgal etmiştir.” dedi.
Rusya’nın Batı tarafından kuşatıldığına dair endişelerinin bir başka ayağını Ukrayna’nın oluşturduğunu söyleyen Bingöl, “Beyaz Rusya ve Ukrayna, Rusya’ya Avrupa’da stratejik derinlik kazandıran iki ülkedir ve bu açıdan önemlidirler. Baltık ülkeleri de Rusya’nın vizyonu için önemliydi; fakat bu ülkeler, 1990 sonrasında Rusya toparlanamadan NATO’ya ve AB’ye alındı. Moskova’nın Beyaz Rusya’nın duruşundan şimdilik bir sıkıntısı yok. Ancak Ukrayna, NATO ve AB’ye üye olmak istiyor. Moskova ise bunu stratejik derinliğin kaybolması şeklinde değerlendiriyor. Rusya, AB ve NATO ile doğrudan komşu olunmasını, kendi rejiminin güvenliği ve devamı açısından riskli gördüğü için tehdit olarak algılıyor.” açıklamasında bulundu.
2000’li yıllardan itibaren Rusya’nın dış politikasında ve komşu ülkelere müdahalelerinde uluslararası hukuka aykırı eylemlere sıklıkla başvurduğunu belirten ve bu eylemleri, Rus yayılmacılığından ziyade; Rusya’nın stratejik savunma yaklaşımı içerisinde okumak gerektiğini vurgulayan Bingöl, konu hakkındaki düşüncelerini “Rusya’nın Sovyetler Birliği’ni ya da Rusya Çarlığı’nı yeniden kurmaya çalıştığına dair analizler, değerlendirmeler ve söylemler her zaman gündeme gelmiştir. Ancak bunların gerçeği yansıtmadığını düşünmekteyim. Zira Rusya, her şeyin ötesinde savunmacı güdülerle, beka kaygısıyla ve federasyonu bir arada tutma amacıyla hareket etmektedir. Bu kapsamda Moskova, Batı’nın hareketlerini çevreleme ve dolayısıyla tehdit olarak algılamaktadır. Bununla birlikte Rusya’nın nükleer silahlara sahip olmasından ötürü Batı da çok ağır tedbirler alma yoluna gidememektedir. Elbette Batılı devletlerin ekonomik yaptırımlar uygulaması da Rusya’yı zora sokmaktadır. Fakat söz konusu adımlar, Rusya’yı ilhak ettiği topraklardan çıkarmaya şimdilik yetmemektedir. Gözden kaçırılmaması gereken nokta şudur ki; Rusya zayıfladıkça, işgal ettiği bölgeleri terk etmek zorunda kalacaktır.” şeklinde ifade etti.
Rusya’nın ekonomik kapasitesine değinen Bingöl, “Kırım’ın ilhakı, Ukrayna’daki ayrılıkçı grupların desteklenmesi, Suriye’de hükümete destek verilmesi, Libya’ya müdahil olunması ve Gürcistan’da uygulanan politikalar Rusya’ya ekonomik ve askeri olarak büyük bir maliyet getirmektedir. Moskova hem Ortadoğu ve Afrika’da hem Suriye’de hem de Orta Asya’da çıkarlarını işgal ve askeri müdahaleyle sürdürebilecek bir güce sahip değildir. Silah açısından güçlü olabilir; fakat her şey silah değildir. Ekonominin de güçlü olması gerekmektedir. Rusya’nın bu kadar çok maliyeti karşılayacak güçlü bir ekonomisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla sadece Ukrayna özelinde bu konunun irdelenmesi yanlış sonuçlara ulaştırır.” yorumunu yaptı.
Son olarak Bingöl, “Rusya, ekonomik olarak ve iç siyasetinde sıkıntılı durumdadır. Rusya’nın enerji ihracatına bağlı bir ekonomisi vardır. Doğalgaz ve petroldeki fiyat değişiklikleri, Moskova’yı zor durumda bırakmaktadır. Dolayısıyla tüm bunlar değerlendirildiğinde, Rusya’nın daha fazla ileri gidebileceği düşünülmemelidir. Yani haberlerde yansıtıldığı gibi, Rusya’nın Ukrayna sınırına 100.000 askerden oluşan yığınak yapması çok gerçekçi değildir. Zaten Rusya’nın bir bölgeye yığabilecek çok sayıda askeri de bulunmamaktadır. Orduda personel sıkıntısı çekmektedir ve insanlar askere gitmek istememektedir. Basında çıkan haberlerin birçoğu da hem Batı hem de Rusya tarafından propaganda amacıyla aktarılan iddialardır. Lakin ne Moskova ne de Washington savaşı göze alabilir.” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.
Halil Akıncı (Emekli Büyükelçi)
Konuya dair yaptığı açıklamada Emekli Büyükelçi Halil Akıncı, “Ukrayna Kazakları, 1654 yılında Preyaslav şehrinde Çar’ın temsilcisinin de bulunduğu bir toplantıda, Rusya Çarı’na bağlılık yemini etmişlerdir. Daha sonra söz konusu yemin bir antlaşma haline getirilmiş ve Çar, bu tarihten sonra “Bütün Rusyalar” hükümdarı unvanını kullanmaya başlamıştır. Kırım, 1954 yılında bahse konu olan antlaşmanın 300. yılı sebebiyle Ukrayna’ya ‘hediye’ edilmiştir. Dolayısıyla Rusya, kendisine gönüllü bir şekilde katılan Slav Devleti’nin farklı bir jeopolitik tercihte bulunarak rakip haline gelmesini kabul edememiştir. Bu yüzden de Moskova, çeşitli tedbirlerle Batı’ya yanaşmaya çalışan Ukrayna’yı uslandırmaya çalışmış ve NATO üyeliği söz konusu olunca da işi arazi koparmaya (Kırım), kendine müzahir ayrılıkçıları teşvike vardırmıştır.” dedi.
Açıklamasının devamında Akıncı, “Rusya’yı Karadeniz’de bizzat dengeleme amacında olan Batı; yani ABD, doğrudan yardımı ya da savaşı göze alamadığı halde Ukrayna’yı kışkırtmaktan kaçınmamıştır. Bu nedenle de iki ülke arasındaki kriz uzun süre devam edecek gibi görünmektedir.” ifadelerini kullandı.
Rusya’nın Ukrayna’ya tanıyabileceği kalıcı toleransın Finlandiyalılaştırma olduğunu vurgulayan Akıncı, “Bu formülde Moskova, zamanında Sovyetler Birliği’nin Finlandiya’ya yaptığı gibi, kendi seçtiği rejimin iktisadi ilişkilerine karışmaz; ancak kendisine karşı bir gruba ve ittifaka girmesine de izin vermez.” dedi. İki devletin doğrudan doğruya savaşmasının çok uzak bir ihtimal olduğunu belirten Akıncı, Rusya’nın sınıra caydırıcı asker yığmaya ve “gönüllü” göndermeye devam edeceğini ve buna karşılık Ukrayna’nın da toprak bütünlüğünü korumaya çalışacağını vurguladı.
Akıncı, “Türkiye açısından toprak ilhakı ilke olarak hukuken tanınmamalıdır. Bağımsız bir Ukrayna’nın varlığı, Karadeniz dengesi açısından çok önemlidir. Uygun gördüğünde Suriye’de, Libya’da ve Akdeniz’de Türkiye’ye karşı zaman zaman silah kullanımına kadar varan davranışlarda bulunmayı kendinde hak gören Rusya’nın turizm gibi bize zarar verecek diğer alanlarda da açık/gizli yaptırım uygulamasının haklı gerekçesi yoktur. Türkiye, bunun sonuçlarına katlanmanın yolunu bulmalı ve uçak düşürme olayında da olduğu gibi Rusya’ya boyun eğmemeye özen göstermelidir. Bu tarz davranışların Türkiye’nin Rusya’ya olan güvenini sarsacağı ve sorunlu alanları kenara bırakarak üzerinde anlaşılan konularda ilişkileri geliştirmek gerektiği Rusya’ya anlatılmalıdır. Bu çerçevede Türkiye, yıllardır Karadeniz’de istikrar ve barışı güvence altına alan Montrö rejimini diğer ilişki ve tutumlarından bağımsız sıkı bir şekilde uygulamaya devam etmeli ve tartışma konusu yapmamalıdır.” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.
Deniz Berktay (Gazeteci ve Doğu Avrupa Uzmanı)
Gazeteci Deniz Berktay, konuya dair yaptığı açıklamada, “Ukrayna ile Rusya arasında savaş çıkacağına ilişkin söylemeleri her şeye rağmen aceleci değerlendirmeler olarak görmekteyim. İki ülke arasında iki sorunlu bölge vardır. İlki, Kırım Yarımadası’dır. Ukrayna’da 2014 yılında Batı yanlısı grupların, dönemin Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’i devirip iktidara geldikleri dönemdeki kaotik ortamdan yararlanan Rusya, kendisi için çok büyük öneme sahip olan ve Rus Karadeniz Filosu’nun kira sözleşmesiyle Sivastopol Deniz Üssü’nü kullandığı Kırım Yarımadası’nı ele geçirip resmen kendi topraklarına kattığını açıklamıştı. Rusya, Kırım’ın kendisinin ayrılmaz bir parçası haline geldiğini savunmakta ve bu konuyu müzakere etmeyi reddetmektedir. Lakin Kırım’da herhangi bir silahlı çatışma söz konusu değildir. İkincisiyse, Donbas’tır. Kırım’ın ilhakının hemen ardından, Ukrayna’nın doğusunda, Rus yanlısı eğilimlerin güçlü olduğu Donbas Bölgesi’nde Rus yanlısı ayrılıkçı gruplar, Moskova’dan aldıkları aktif destekle, iki il merkezini ele geçirmişlerdir. Bahsi geçen merkezler hâlâ ayrılıkçıların denetimindedir. Bölgede Ukrayna’ya bağlı güvenlik unsurları ile ayrılıkçı gruplar arasında yaşanan çatışmalarda Ukrayna, 14 bin asker ve sivil kaybetmiştir. Donbas’ta 2020 yılının Temmuz ayında bir ateşkes sağlanmasına rağmen son dönemde gerilim yeniden tırmanmıştır.” dedi.
Rusya’nın sınır bölgesine asker yığmaya devam ettiğini ve Moskova’nın bu durumu Ukrayna’nın bölgeyi yeniden topraklarına katmak için operasyon hazırlığında olduğu iddiasıyla savunduğunu ifade eden Berktay, “Fakat Kiev yönetimi, işgal altındaki topraklarını ani bir saldırıyla geri alma niyetinde değildir. Çünkü Rusya’yla doğrudan karşı karşıya gelmenin bir felaket olacağını Ukraynalı yetkililer de görmekte ve bunu çeşitli şekillerde dile getirmektedir. Moskova açısından bakıldığında ise Rusya’nın 2014 senesinde Ukrayna’ya müdahale edip bazı bölgeleri ele geçirdiği doğrudur. Lakin bugün gelinen noktada aynı adımı atma ihtimali zayıftır. Bunun ilk nedeni Rusya’nın 2014 yılında Ukrayna’da ihtilal ve kaos ortamından yararlanarak Kırım’ı ele geçirmiş olmasıdır. Günümüzde ise Ukrayna’da böyle bir kaos ortamı yoktur. İkincisi, Ukraynalı yetkililerin o dönemde söylediği üzere, ordunun bahsi geçen süreçte savaşma gücü neredeyse hiç yoktu. Zira yüzölçümü Türkiye’ye yakın bir ülkede, savaşmaya hazır durumda yalnızca 5 bin asker vardı. Şimdi ise Ukrayna’nın iyi eğitilmiş 254 bin askeri vardır. Bugün Moskova’nın açık saldırıya girmesi halinde Ukrayna, savaşı kaybetse bile, Rusya’yı fazlasıyla yıpratacaktır. Üçüncüsü, Kırım ve Donbas’tan farklı olarak Ukrayna’nın iç bölgelerindeki nüfus, Rusya’ya oldukça mesafelidir. Dolayısıyla Rus Ordusu, Ukrayna’nın iç bölgelerine girmesi halinde buradaki yerli halkla da sorun yaşayacaktır. Ayrıca böylesi bir gelişmenin yaşanması durumunda Rusya, tüm dünyanın karşısında açıkça işgalci ülke durumuna düşecektir. Bu da ekonomik açıdan ağır sonuçlar yaratacaktır. Bu nedenle Moskova, kendi varlığının tehdit altında olduğuna ve başka hiçbir çaresinin kalmadığına inanmadan, kendisi için bu kadar maliyeti olacak bir maceraya girişmeyecektir.” yorumunu yaptı.
Son olarak Berktay, “Ukrayna ile Rusya arasındaki geriliminin tırmanması, hiç şüphesiz Karadeniz’e savaş gemileri gönderen ve Montrö’nün statüsünden rahatsız olan ABD’yle de bağlantılıdır. Bu mücadeleler, Washington ile Moskova arasındaki güç mücadelesinin de bir yansımasıdır. Biden’ın göreve gelmesiyle, eski Sovyet coğrafyasında ABD-Rusya nüfuz mücadelesi belirginleşmiştir. Söz konusu mücadele, çeşitli şekillerde devam edebilir ve bunun yansıması olarak bölge ülkelerinde bazı karışıklıklara tanık olabiliriz. Lakin sıcak savaşın başlama ihtimali, belirttiğim nedenlerden ötürü oldukça düşüktür.” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.