Tarih:

Paylaş:

ABD’nin Ortadoğu Politikasında İsrail

Önerilenler

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, Twitter üzerinden yaptığı “Golan Tepeleri’nde İsrail egemenliğini kabul etmenin zamanı gelmiştir.” şeklindeki açıklamasıyla sansasyonel bir dış politika kararına daha imza atmıştır. Trump’ın, diplomasi kalıplarının dışına çıkarak kamuoyunun dikkatini çeken ve çoğu zaman kışkırtıcı nitelik taşıyan bu tür kararları, artık alışıldık bir yöntem haline gelmiş ve bu hamleler şaşırtıcı olmaktan çıkmıştır. Bu açıklama yorumlanırken Trump’ın İsrail yanlısı bir ideolojik tavra sahip olduğu da göz önünde bulundurulursa, ülkenin Golan Tepeleri’nin ilhakını meşrulaştırma girişimi sürpriz bir gelişme olmaktan çıkacaktır. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı’nın kısa bir süre önce açıkladığı 2018 yılı İnsan Hakları Raporu’nda, Golan Tepeleri için “İsrail işgali altındaki” yerine “İsrail kontrolündeki” ifadesinin kullanılması da söz konusu kararın daha önceden alınmış olduğunu göstermektedir.

Trump’ın dış politikası popülist olsa da kendi içinde gayet tutarlıdır. Bu tutarlı stratejiyi kendisinin mi yoksa Amerikan dış politika yapılanmasındaki şahin isimlerin mi belirlediği hususu net değildir. Çünkü Trump’ın dış politika ve güvenlik alanında, İran karşıtı ve İsrail yanlısı şahinlere fazlasıyla geniş bir hareket alanı tanıdığı bilinmektedir. Karar alma mekanizmalarında yükselen şahin kadrolar, izledikleri saldırgan politikalarla Trump’ın ihtiyaç duyduğu sansasyon malzemelerini fazlasıyla sağlamaktadır. Normal şartlarda, dış politika karar alma mekanizmaları içerisinde dengelenebilecek ya da yumuşatılabilecek radikal hamleler Trump’ın üslubundan dolayı güçlü ve hızlı bir şekilde uygulanmaktadır. Tabii ki, bu kadar popülist bir lidere, bu kadar fazla sansasyon imkânı verilmesi, bazen maliyetli olmaktadır. Bu duruma bağlı olarak Trump’ın Twitter’dan duyurduğu birtakım kararların sulandırılması, zamana yayılması ya da anlamsızlaşması sıkça karşılaşılan bir durum haline gelmiştir.

İsrail’in çıkarlarını doğrudan ilgilendiren konulardaysa, Trump’ın şaşırtıcı çıkışlarından sonra genellikle geri adım atılmamaktadır. ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması hadisesi de bu tespiti doğrulamaktadır. Dolayısıyla Golan Tepeleri’nin İsrail tarafından ilhakını tanıyan karardan geri adım atılmasını beklememek gerekir. İsrail yanlısı bu yaklaşım, öncelikle Trump’ın ideolojik tutumuyla alakalıdır. Trump, İsrail mevzubahis olduğunda sadece ülkesinin çıkarlarını koruma güdüsüyle hareket etmemektedir. Daha doğru bir ifadeyle, ülkesinin dış politika çıkarlarını İsrail’in çıkarlarıyla özdeş görmektedir. Bu nedenle, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun deyimiyle iki ülke ilişkileri tarihinin en iyi dönemini yaşamaktadır. Böyle bir ilişkinin kurulmasında, Trump’la Netanyahu’nun kişisel yakınlığı da önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca, Trump’ın Golan kararının, tam da bahsi geçen ülkede yaklaşan seçimler öncesinde ve Netanyahu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla köşeye sıkıştığı bir dönemde gelmesi de dikkat çekicidir.

Golan Tepeleri’ne ilişkin bu gelişme, ABD’nin son dönemde izlediği Suriye politikasıyla da örtüşmektedir. Trump, Suriye meselesinin çözümünde Rusya’nın inisiyatif almasını kabullenmekte olup; bu konudaki maliyetlerin de Moskova yönetimince üstlenilmesini istemektedir. Suriye’den asker çekme kararı halen netleşmemişse de ABD, bahse konu olan ülkedeki operasyonel varlığını azaltmaktadır. Ancak bunu yaparken asgari güvenlik çıkarlarını güvence altına almaya da çalışmaktadır. Mevzubahis çıkarlar, İran’ın Akdeniz’e ulaşmasını engelleyecek şekilde Suriye’deki İran askeri varlığının sınırlandırılması ve İsrail’in güvenliğinin sağlanmasıdır. Golan Tepeleri, bu temel çıkarların sağlanması açısından son derece stratejik bir konumdadır. Fiilen İsrail’in işgali altında olan bölgenin hukuken de İsrail’e bağlanması, Suriye’deki Amerikan çıkarlarının hukuki bir zemine taşınması anlamına gelecektir.

Meselenin bir de Doğu Akdeniz boyutu vardır. ABD’nin en başından beri Suriye’deki iç savaşı sona erdirme ve Esad rejimini devirme konusundaki isteksizliği Rusya’yı harekete geçirmiş ve Suriye’nin geleceğini şekillendirebilme gücü Moskova yönetiminin eline geçmiştir. Ayrıca Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki askeri varlığı da artmıştır. ABD bu durumu kabullenmişse de Ortadoğu’daki Amerikan çıkarları bu gelişmeden uzun vadede olumsuz etkilenecektir. Dolayısıyla Ortadoğu’da güçlenen Rus varlığını dengelemek bakımından Doğu Akdeniz önem kazanmaktadır. Bu açıdan ABD’nin İsrail’le ilişkileri ideolojik olduğu kadar stratejik bir önem de taşımaktadır. Bunların yanı sıra Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğalgaz kaynakları ve İran’ı Akdeniz’den uzak tutma hedefi de düşünüldüğünde, İsrail’in stratejik önemi daha da artmaktadır. Bu şartlar altında ABD’nin İsrail’le her zamankinden daha yakın ve güçlü ilişkiler kurması muhtemeldir.

ABD’nin “Uzun Vadede Rusya’yı Dengeleme ve Kısa Vadede İran’ı Sınırlandırma” şeklinde özetlenebilecek stratejisi, sadece İsrail’le olan ilişkilerine dayanmamaktadır. Türkiye-Rusya-İran arasında Suriye’de işbirliği için oluşturulan ve artık süreklilik ve kurumsallık kazanan diyalog mekanizması da Washington yönetimi tarafından hedef alınmaktadır. ABD’nin bu bloğun içindeki çıkar farklılıklarını pekiştirmeye çalıştığı görülmektedir. Bu yolla Washington, kendisini bölgede dengeleyecek yapılanmaları bertaraf etmeye çalışmaktadır. Beyaz Saray’ın bu stratejide belirli bir başarıya ulaşıldığı da söylenebilir. Rusya ise son derece pragmatik bir dış politikaya sahiptir. Nitekim Moskova, tüm bölge ülkeleriyle olduğu gibi İsrail’le de ilişkilerini olumlu bir şekilde sürdürmektedir. Dolayısıyla bu konuda İran’la çıkarları tam olarak örtüşmemektedir. Dahası Rusya, ABD’yle pazarlıklara da açık kapı bırakmaktadır. İran’ı Rusya’dan daha öncelikli bir tehdit olarak gören Washington yönetimi, bu pazarlık fırsatlarını değerlendirmekte ve Moskova ile Tahran arasındaki bağları zayıflatarak İran’ı yalnızlaştırmaya çalışmaktadır.

ABD, bu süreçte Türkiye-Rusya-İran yakınlaşmasının önüne geçmek için Türkiye’yi de yanına çekmeye çalışmaktadır. Bu nedenle bir yandan yapıcı adımlar atarken, diğer yandan da S-400 meselesinde olduğu gibi yaptırım tehditlerine başvurmaktadır. ABD’nin politikasından rahatsız olan Türkiye ise üçlü işbirliği mekanizmasına zarar vermekten kaçındığı gibi, İsrail yanlısı ve İran karşıtı Amerikan politikalarına da ortak olmamaktadır. Öte yandan Amerikan yönetimi, Ortadoğu’da Türkiye hariç tüm müttefiklerini İran karşıtlığında birleştirmeyi başarmıştır. Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez ülkelerinin İsrail yanlısı Amerikan girişimlerine fazla ses çıkarmaması da bundan kaynaklanmaktadır. Bir bakıma ABD, İslam ülkeleri arasındaki bölünmüşlükten yararlanarak, Tel Aviv’in çıkarlarını yerine getirmektedir. Ankara ise Washington’la ittifakında yaşadığı hayal kırıklıkları nedeniyle ilişkileri normalleştirmede istekli olsa da temkinli hareket etmektedir. Yine aynı sebeple Türkiye, ABD’nin İsrail yanlısı girişimlerine de en yüksek sesle itiraz eden ülkelerden biridir.