Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump tarafından 18 Aralık 2017 tarihinde yayımlanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde küresel jeopolitik bağlamında Çin ve Rusya açıkça ABD’nin rakipleri olarak tanımlanmaktadır. ABD, bu iki Avrasya ülkesi ile dünyanın farklı köşelerinde rekabet etmesi gerektiğini iddia etmektedir. Bölgesel jeopolitikte ise İran ve Kuzey Kore, ABD’nin düşmanları olarak gösterilmektedir. Belirtmek gerekir ki burada asıl hedef yine Rusya ve Çin’dir. Çünkü bu iki küresel gücün doğrudan ya da dolaylı olarak İran ve Kuzey Kore’yi desteklediği bilinmektedir.
Özellikle İran, jeopolitik ve jeo-ekonomik anlamda Rusya ve Çin’in ortağıdır. İran’ın karıştırılması bir yandan Çin’in “Kuşak-Yol Girişimi” projesini bitirirken diğer yandan Rusya’nın “Kuzey-Güney Ulaştırma Koridoru” projesine son vermiş olacaktır. Dolayısıyla ABD, Avrasya kıtasında İran, Rusya ve Çin’i hedef almaya devam edecektir. Bunun anlamı ise Suriye Krizi’nden sonra Trump’ın Orta Asya’ya öncelik vereceğidir. Washington’ın Orta Asya’da varlığını güçlendirmesi onun doğuda Çin’i, kuzeyde Rusya’yı ve batıda İran’ı tehdit edeceğinin belirtisidir. Binaenaleyh ABD, Afganistan’daki askeri varlığını önümüzdeki dönemde aşamalı olarak arttırabilir.
Trump’ın stratejisine göre ABD, Hindistan üzerinden Avrasya’nın kalbi Orta Asya’ya doğru açılmayı düşünmektedir. Zira Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Hindistan, Waşington’nun müttefiki olarak ele alınmaktadır. Ne var ki ABD’nin Hindistan ile ilişkilerini güçlendirmesi Pakistan’ı rahatsız etmektedir. Bu durumda Pakistan, ABD-Hindistan ittifakını dengelemek maksadıyla Çin ile yakınlaşma yoluna gitmektedir. Şimdiye kadar ABD başkanları tarafından sağlanan Pakistan-Hindistan dengesinde, Donald Trump’ın seçiminin Hindistan’dan yana olduğu görülmektedir. Böylece ABD’nin; Avrasya kıtası içinde bulunan kara güçleri ile deniz güçleri arasındaki “kenar kuşak” bölgesi ülkelerinden Hindistan’ı kazanırken, Pakistan’ı kaybetmeyi göze aldığı söylenebilir. Son dönemlerde ABD-Pakistan ilişkilerinin giderek kötüleşmesi de bunun bir işaretidir. Aslında 2017 yılında nükleer silahlara sahip iki Güney Asya ülkesinin de kıtasal örgüt olan Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) üye olarak kabul edilmelerini, örgütün bu iki ülke arasındaki anlaşmazlıkları yatıştırmak adına attığı önemli bir adım olarak değerlendirebiliriz.
Pakistan’ın Avrasya’nın içindeki Rusya-Çin-İran hattına doğru kayması, Afganistan’ın güneyden İran-Pakistan-Çin tarafından çevrelendiği anlamına gelmektedir. Bundan ötürü ABD’nin Afganistan’daki askerlerine sağlayacağı lojistik desteği Güney Asya üzerinden gerçekleştirmesi zorlaşabilir. Böyle bir riskin karşısında ABD; Gürcistan, Azerbaycan ve Orta Asya devletleri üzerinden Afganistan’a ulaşmayı deneyecektir ki zaten Afganistan Operasyonu’nun başından itibaren adı geçen koridor gündemdedir. Bu aşamadan sonra söz konusu koridor Washington tarafından daha da yoğun olarak kullanılacaktır.
Tüm bu unsurları göz önünde bulundurarak Kazakistan’ın Avrasya güvenliğindeki konumunu değerlendirdiğimizde, Astana’nın önemi ortaya çıkmaktadır. İlk olarak ABD’nin rakip ve düşman olarak tanımladığı ülkelerin üçünün de yani Rusya, Çin ve İran’ın Kazakistan’ın komşuları olduğuna dikkat çekmemizde fayda vardır. ABD açısından bakıldığında hem küresel hem bölgesel jeopolitik bağlamda Kazakistan’ın önemi anlaşılmaktadır. Kazakistan kendisinin stratejik konumunun farkındadır ve dış politikasını bu bilinçle yürütmektedir. Diğer bir ifadeyle, jeopolitik olarak Kazakistan’ın Halford Mackinder’in “Avrasya kalpgahı”nda yer aldığı vurgulanmalıdır.
Dolayısıyla Astana’da bulunan strateji uzmanlarının bu ayrıcalıklı konuma göre dış politika üretmeleri elzemdir. Nitekim Kazakistan’ın bağımsızlığından bugüne kadar yürüttüğü aktif dış politika da bu gerçeği yansıtmaktadır.
Son yıllarda Kazakistan’ın uluslararası politikada daha da etkin rol oynadığı gözlemlenmektedir. Suriye Krizi’ne çözüm arayan toplantının Kazakistan’ın yeni başkenti Astana’da düzenlenmesi, ülkenin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) üyeliğine seçilmesi ve geçtiğimiz ocak ayında bu kurumun başkanlığını üstlenmesi; Kazakistan’ın sadece Türk ve İslam Dünyası’nda değil, küresel politikada da sorumluluk almaya başladığının göstergesidir. Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in 18 Ocak 2018 tarihinde BMGK’da yaptığı konuşmaya bakıldığında, Kazakistan’ın Kuzey Kore Nükleer Krizi bağlamında da arabuluculuk görevi üstlenmesi bir olasılıktır.
Coğrafi olarak kuzeyde Rusya, doğuda Çin, güneyde ise İslam Dünyası’yla komşu olan Kazakistan jeostratejik konumundan doğan avantajları kullanamaması, aktif politika üretmemesi ve büyük güçlerle dengesini doğru kurmaması halinde, Rusya ya da Çin açısından kolay bir lokma olacaktır. Astana’nın bir yandan Moskova ile Pekin arasındaki dengeyi koruması gerekirken diğer yandan Rusya ile Batı arasındaki dengeye de dikkat etmesi gerekmektedir. Bugün Ukrayna’da yaşanmakta olan iç savaş ve Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesi, aynı şekilde Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya bölgelerinin işgal edilmesi, büyük güçler arasındaki dengenin korunamamasının sonuçlarıdır.
Yukarıda değinilen gerçeklerden hareketle bölgesel olarak Orta Asya’nın ve kıtasal olarak Avrasya’nın güvenliği bağlamında Kazakistan önem arz eden bir aktördür. Bu çerçevede 18 Ocak 2018 tarihinde Donald Trump’ın Nazarbayev’i Beyaz Saray’da ağırlaması oldukça manidardır. Teknik olarak, Nazarbayev ile Trump’ın Afganistan’a sağlanacak lojistik desteği konuştukları bellidir. Çünkü Washington-İslamabad ilişkilerinin bozulmasıyla Pakistan’ın Afganistan’daki ABD askerlerine lojistik desteğin ulaşması kapsamında kara sınırının yanı sıra hava sahasını da kapatma olasılığı artmaktadır. Ancak daha geniş perspektiften bakıldığında Trump, Rusya ve Çin arasında bulunan ve bu devletlerle güvenilir ilişkiler tesis ettiği halde tehdit algılayan Kazakistan’ı kendi safına çekmeye çalışmaktadır. Daha gerçekçi ifadelerle Waşington, Astana’nın Moskova ve Pekin’e daha fazla bağımlı olmasını istememektedir. Özellikle, Rusya’nın Orta ve Güney Asya’ya, Çin’in Avrasya’ya açılma stratejilerinde Kazakistan kilit bir konuma sahiptir.
Bahsi geçen ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi, Waşington’ın Orta Asya’nın rakip güçlerin hakimiyetine geçmesini engellemek adına çalışacağını belirtmektedir. Bu hedef, doğal olarak Kazakistan’ın çıkarlarına hizmet etmekte, ülke Rusya-Çin-ABD üçgeninde dengeleri koruyarak kendi bağımsızlığını güçlendirmeye çalışmaktadır. Sonuç olarak ABD’nin çıkarları onu Kazakistan ile işbirliğine zorlamaktadır. Tüm bunlara ek olarak, Kazakistan’ın dış politikada proaktif bir anlayışı benimsemesi onu ABD açısından çekici kılmaktadır.
Son tahlilde Rusya, Çin ve ABD gibi küresel güçlerle güvenilir ilişkiler geliştirmeyi başaran Kazakistan, bölge jeopolitiğinde de etkin bir politika izlemektedir. Öte yandan Kazakistan’ın sadece Türk Dünyası’nda değil, aynı şekilde İslam Dünyası’nda da inisiyatifler kullanan bir ülke olduğunu belirtmek gerekir. Avrupa jeopolitiği bağlamında Kazakistan, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (AGİT) başkanlık eden ilk Orta Asya devleti olma niteliğine haizdir. Asya kıtasında ise Astana, Conference on Interaction and Confidence Building Measures in Asia (Asya’da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı / CICA) ve ŞİÖ gibi bölgesel işbirliği platformlarına öncelik eden ülkedir. Bugün gelinen noktada Kazakistan, uluslararası toplum tarafından güvenilir bir ülke olarak algılanırken, Cumhurbaşkanı Nazarbayev de uluslararası krizlere çözüm üreten aklıselim şahsiyet olarak saygı görmektedir.