Avrupa Birliği (AB) içerisinde uzun bir süredir tartışılan “Avrupa Ordusu” projesi, son dönemde “bağımsız ve birleşik” bir Avrupa’nın inşa edilmesi hedefi için büyük çaba sarf eden Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından yeniden gündeme taşınmıştır. Macron, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump ile “NATO-Avrupa Ordusu” konusunda sert bir tartışmaya girmiş ve bu kapsamda Avrupa’nın güvenlik alanında ABD’ye ve onun liderliğindeki NATO’ya bağımlı olmaması gerektiğini belirtmiştir. Macron, iktidara geldiği günden bu yana Avrupa’da ortak müdahale gücü, savunma bütçesi ve eylem planını öngören Avrupa savunma politikasının hayata geçirilmesini savunmuştur. Bir diğer ifadeyle Macron, NATO’nun yerine Avrupa Ordusu’nun kurulması gerektiğini belirtmiştir.
Diğer taraftan ABD Başkanı Donald Trump, iktidara geldiği günden beri dış politikada “Önce Amerika” sloganı, “fayda-maliyet” hesaplaması, “ekonomik milliyetçilik” ve “karşılıklılık” prensibi üzerinden çeşitli öncelikler belirlemiştir. Buna göre Washington, maliyetlerinin kazançlarını geçtiği bir durumda dünyanın en büyük “hegemonik dengeleyicisi” olarak kalmanın ne kadar gerekli olduğunu açıkça sorgulamıştır. Zira ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren kendi ulusal güvenlik ihtiyaçlarından ziyade, “tüm dünyanın güvenliğinin teminatçısı” sıfatıyla hareket etmiş, askeri taahhütlerini önceleyen ve küresel hırslarının peşinden koşan küresel bir strateji geliştirmiştir. Ancak Soğuk Savaş sonrasında yaşanan küreselleşmenin de etkisiyle Amerikan kamuoyunda sisteme yönelik eleştiriler ortaya çıkmış ve bu eleştiriler, Trump’ın iktidara gelmesiyle politik bir karşılık bulmuştur. Neticede Washington, artık bağlı olduğu güvenlik ittifaklarının ve özellikle de NATO’nun yararını sorgulamaya başlamıştır. Bu kapsamda Trump, Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinden NATO’ya ayırdıkları savunma bütçelerini 2024 yılına kadar Gayri Safi Yurt İçi Hasılalarının (GSYH) yüzde 2’sine çıkarmalarını istemiştir. Son olarak Trump, Macron’un “Fransa’nın ABD’ye bağımlı olmadığını” belirten açıklamalarına cevaben, “önce NATO’ya olan borçlarını ödemeleri gerektiğini” vurgulamıştır.
NATO-Avrupa Ordusu tartışmaları, esasında Avrupa Birliği içerisinde yaşanan ve günümüzde Brexit’le sonuçlanan Avrupacılar ve Atlantikçiler ayrışmasına dayanmaktadır. İngiltere’nin başını çektiği Atlantikçiler, Avrupa’nın savunmasının NATO’ya bırakılması gerektiğini savunurken; Fransa’nın liderliğini yaptığı “Avrupacılar”, kıtanın güvenliği için NATO’dan bağımsız bir savunma mekanizmasının kurulması gerektiğini savunmaktadır. Aslında “Avrupa’nın Avrupalılar tarafından savunulması” fikri, NATO eksenli bir savunma yaklaşımını barındırmasına rağmen 1948 tarihli Brüksel Antlaşması ve 1954 tarihli Paris Antlaşması’yla kurulan Batı Avrupa Birliği’ne (BAB) kadar uzanmaktadır.
Avrupa Birliği ülkeleri, ilk aşamada “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği” adı altında NATO’ya entegre bir şekilde hareket etmiş, daha sonra 1992 Masstricht Antlaşması’yla kabul edilen Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikaları ve Petersberg Görevleri sayesinde savunma ve güvenlik alanında kısmi bir özerklik elde edebilmiştir. Ancak 1998 yılındaki St. Mato ve 1999 tarihli Köln ve Helsinki Zirveleri’nde BAB’ın görevlerinin büyük oranda AB’ye dahil edilmesi sonrası, Avrupa Birliği üyeleri NATO’dan bağımsız olarak ortak barış gücü operasyonları, insani görevler ve önleyici müdahaleler gerçekleştirebilme yeteneğine sahip olmuştur. Şüphesiz Bu gelişmelerin yaşanmasında, Avrupa ülkelerinin 1992-1995 Bosna Savaşı ve 1999 Kosova Savaşı’nda yaşanan krizlerin çözümü için NATO’nun müdahalesini beklemek zorunda kalması etkili olmuştur.
Günümüzde Avrupa’nın NATO’dan bağımsız ortak savunma politikası geliştirme ve operasyon yapma kabiliyeti, 2017 yılında Avrupa Birliği’nin (AB) 23 üyesi tarafından imzalanan The Permanent Structured Cooperation/Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği Savunma Anlaşması’yla (PESCO) daha da güçlenmiştir. Almanya ve Fransa öncülüğünde geliştirilen bu proje; Avrupa’nın yaşadığı güvenlik krizleri, mülteci akını, artan radikal terörizm tehdidi, Rusya’nın saldırgan politikaları ve özellikle de Trump’ın Avrupa ülkelerine yönelik söylemleri nedeniyle pek çok Avrupa ülkesinden kabul görmüştür. PESCO kapsamında yer almayan İngiltere’nin ise Brexit görüşmeleri kapsamında AB ile yapacağı anlaşma sayesinde Avrupa’nın güvenliğine ve savunma mekanizmasına katkıda bulunabileceği konuşulmaktadır.
Macron, Avrupa’nın ABD, Çin ve Rusya’dan korunması için yeni savunma mekanizmasının oluşturulmasından bahsetmektedir. Bu noktada Fransa, Avrasya’nın önde gelen aktörlerinden Rusya, Asya-Pasifik’in yükselen ekonomik gücü Çin ve küresel hegemonik gücü sorgulanan ABD’den bağımsız bir şekilde hareket eden “bütünleşik bir Avrupa” yaratmak istemektedir. Fransa’nın bu girişimi, “küresel jeopolitik” açısından bakıldığında farklı güç havzalarında yaşanan kırılmaların bir sonucu olarak “Avrupa merkezli jeopolitiğin” yükselişi adına atılmış stratejik bir adım olarak değerlendirilebilir. ABD’nin küresel hegemonik gücünün sorgulanması ise iki şekilde gerçekleşmiştir. Birincisi, küreselleşme süreciyle birlikte global sermayeyi büyük oranda eline geçiren Amerikan elitleri daha da zenginleşmiş, ülke içerisindeki gelir adaletsizliği ve işsizlik daha da artmıştır. Bu sebeple Amerikan halkı, ABD’nin uluslararası alandaki liderliğini de sorgulamaya başlamıştır. Trump’ın iktidara gelişi de küreselleşme süreciyle birlikte Amerikan toplumunda yaşanan bu tepkisel hareket sonucunda gerçekleşmiştir. İkincisi, dolar hegemonyası ve Doğrudan Yabancı Yatırımlar (DYY) yoluyla küresel ekonomiyi doğrudan yönlendirme kapasitesine sahip olan ABD elitlerine ve onun Avrupa’daki işbirlikçilerine yönelik kıta Avrupası’nda gelişen ve bağımsızlık, özgürlük ve liberal sloganların güç kazandığı söylemler etkili olmuştur. İşte Macron’un iktidara gelişi de anlatılan bu ikinci faktörün etkisiyledir.
Küresel jeopolitik denklemdeki kırılmalar Avrasya, Batı Asya ve Asya-Pasifik’te de devam etmektedir. Neticede ABD’nin uluslararası sitemdeki “eşitlerin birincisi” (primus inter pares) rolü, artık etkinliğini ve önemini kaybetmeye başlamıştır. Dünyanın farklı coğrafyalarından yükselen bu jeopolitik meydan okumalar, ABD’nin küresel düzeni kendi jeopolitik ve ekonomik çıkarları doğrultusunda şekillendirmesine olanak vermemektedir. Fransa’nın liderliğini yaptığı “Avrupa Ordusu” projesi de Avrupa merkezli jeopolitik güç merkezinin inşası adına oldukça önemli bir girişimdir. Öyle görünüyor ki; ABD’nin küresel hegemonik konumunu zayıflatacak bu projeler, dünyanın farklı bölgelerinde yeni meydan okumalarla gün yüzüne çıkmaya devam edecektir.