Tarih:

Paylaş:

Avrupa’nın Çin Stratejisinde Almanya “İtici Güç” Olabilir mi?

Benzer İçerikler

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Batı’daki en güncel tartışmalardan biri, dünyanın barış ve güvenliğini tehdit ettiği öne sürülen Rusya’dan sonra Çin’le nasıl mücadelede edileceğidir. Almanya gibi bazı ülkeler, Çin’le ekonomik bağların sürdürülmesini ve bu anlamda ılımlı bir politikayı tercih ederken; Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) öncülük ettiği Batılı devletler ise Çin’le ilişkilere mesafe konulmasını savunmaktadır. Nitekim 23 Kasım 2022 tarihinde Amerika merkezli Foreign Policy’de yayımlanan makalede “Olaf Scholz, Çin konusunda Batı’nın birliğini baltalıyor.” başlığı kullanılmıştır.[1] Söz konusu makalede, Almanya Şansölyesi’nin Pekin’e tek başına gitme kararı alarak hem iç politikada hem Avrupa’da hem de küresel düzeyde kendini yabancılaştırdığı iddia edilmiştir.

Batı’daki bu ayrışmaya rağmen Almanya, uzun vadede Çin konusunda haklı çıkabilir. Yani Çin’le diyalog kurmanın Tayvan’da olası bir çatışmanın önlenmesinde ne kadar önemli olduğunu Batı’ya kanıtlayabilir. Buna ek olarak Almanya, Ukrayna’daki çatışmanın çözümünde Çin’in Rusya üzerindeki etkisinin kullanılabileceğini Batı’ya göstermiştir.

İkinci bir olasılığa göre; Almanya’nın Çin’e karşı bu ılımlı yaklaşımı, Rusya-Ukrayna Savaşı örneğinde olduğu gibi, hayal kırıklığıyla sonuçlanabilir. Böyle bir netice almak istemediği için Berlin yönetimi, Kıta Avrupası’yla daha uyumlu hareket edebilmek adına Çin’e bakışını revize edebilir.  Politico Dergisi’nin 23 Kasım 2022 tarihli haberine göre Almanya Dışişleri Bakanlığı, Çin’e karşı daha sert bir tavır almak, Alman şirketleri Pekin’e olan bağımlılıklarını azaltmaya zorlamak ve aynı zamanda Avrupa Birliği’nin (AB) Tayvan’la bir yatırım anlaşması yapma çabalarını desteklemek adına yeni bir strateji geliştirmektedir.[2]

Buradaki asıl soru; bakanlığın bu tutumunun, nihayetinde Almanya’nın Çin politikasında köklü bir değişiklik yaratıp yaratmayacağıdır. Nitekim Almanya’nın Avrupa’daki genel eğilimden ayrı hareket etmesi düşünülemez. Aksine Berlin, Avrupa’nın motor (itici) gücü olarak tanımlanabilir. Bu yüzden de Avrupa’nın Çin’le ilgili politikalarının şekillenmesinde Almanya önemli bir fark yaratabilir. Buna rağmen Kıta Avrupası, Rusya-Ukrayna Savaşı tecrübesinden hareketle, Almanya’nın Çin politikalarına güvenmemektedir. Çünkü Berlin, savaşı önleyebilecek siyasi güce ve diplomatik yeteneğe sahip olmasına rağmen bu ulusal gücünü Moskova üzerinde yeterince başarılı şekilde kullanamamıştır.

Almanya, Rusya’nın enerji konusunda Avrupa’ya ihtiyaç duyduğunu ve bu sebeple de Ukrayna’ya karşı kolayca harekete geçemeyeceğini düşünmekteydi. Bir diğer ifadeyle Berlin, bu savaş riskini hafife almıştı. Böyle bir ihtimali düşünse bile Almanya’nın elinde Rusya’yı durdurabilecek çok fazla araç yoktu. Savaştan önce hem Almanya hem de Fransa liderleri arabuluculuk için Moskova’yı ziyaret etmiştir. Bu ziyaretlerden sonra Avrupa, Rusya’yı ikna etmenin mümkün olmadığını ve Ukrayna’daki savaşı önlemek için ellerinden bir şey gelmeyeceğini açıkça görmüştür. Buna rağmen Avrupa, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı başladıktan sonra bunun asıl sorumluluğunu Almanya’nın üzerine yüklemiştir. Çünkü Berlin, Avrupa’yı enerji meselesinde Rusya’ya daha bağımlı kılacak Kuzey-Akım-2 Projesi’nin temel aktörüydü. Deyim yerindeyse Almanya’nın Rusya’yla işbirliğinde ısrar etmesinden dolayı Avrupa, kendisinin büyük bir stratejik yanılgıya düştüğünü iddia etmektedir.

Günümüzde ise Kıta Avrupası, enerji ve ticari ilişkilerde Almanya’nın izlediği politikalara güvenmenin yol açabileceği hasarı en aza indirmeye çalışmaktadır. Çünkü Avrupa’nın Çin politikasında da “itici gücün” Almanya olduğu görülmektedir. Avrupa’nın kafasındaki temel soru ise Almanya’nın politikalarına ne kadar ve nereye kadar güvenileceğidir.

Her şeye rağmen Almanya’nın Çin politikasında köklü bir değişiklik yaratmak istemediği söylenebilir. Bu bağlamda Berlin’in Çin’in insan hakları ihlali iddialarını dile getirmeye devam edeceği ve bölgedeki askeri etkinliğiyle ilgili eleştirilerini sürdüreceği öngörülebilir. Buna ek olarak Alman şirketlerden Çin’le iş yaparken dikkatli olmaları istenecek ve bağımlılığı azaltmaları talep edilecektir.[3]

Buradaki asıl değişiklik, pozitif yönlü olabilir. Yani Almanya, Çin’le diyaloğa daha fazla önem verebilir. Bu strateji, Avrupa’nın ilgisini çekmeye başlamış ve kıta ülkeleri, Pekin’le iletişimi arttırmanın avantajlarını görmeye başlamıştır. Bunun başlangıç noktası ise Almanya Şansolyesi Scholz’ün 4 Kasım 2022 tarihli Pekin ziyaretidir. Burada Scholz, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’le yaptığı görüşmeden sonra Rusya’nın nükleer tehditlerine karşı çıkılması noktasında hemfikir olduklarını söylemiştir. Ayrıca Scholz, Çin’in Ukrayna’daki savaşın sona ermesi için Rusya üzerindeki nüfuzunu kullanabileceğini belirtmiştir. Çin makamlarına göre Cinping, Scholz’e Avrasya’da nükleer silahların kullanılmasına karşı olduğunu dile getirmiştir.[4]

Söz konusu açıklamalardan sonra Batılı güçler, Çin’le iş yapmanın avantajlı olabileceğini görmüştür. Bundan yaklaşık on gün sonra hem ABD Başkanı Joe Biden hem de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Endonezya’nın Bali kentinde düzenlenen G20 Zirvesi vesilesiyle Cinping’le yaptıkları ikili görüşmelerde, nükleer silahlar mevzusuna değinmiştir. Diğer bir ifadeyle Batılı güçler, Almanya’nın politikaları sayesinde Çin’in nükleer meselede hassas olduğunun farkına varmış ve bu mevzu üzerinden onun üzerine gitmeye başlamıştır. Yani mevzubahis aktörler, Çin’i kendi yanlarına çekmek suretiyle Rusya’yı uluslararası arenada yalnızlaştırabileceğini düşünmüştür. Bu noktada Batı’nın cevap vermesi gereken önemli bir soru vardır: Batı’nın gerçek rakibi/düşmanı kimdir? Bu bağlamda Rusya’nın Ukrayna’daki savaşını bir an önce sonlandırmak mı; yoksa yükselen Çin tehdidini durdurmak mı acil bir politikadır?

Batı, söz konusu sorulara cevap vermekte zorlanmaktadır. Atlantik güçlerine göre Rusya, Ukrayna’daki savaşı kaybetmiştir ve bu yüzden gelecek on yıldaki asıl büyük tehdit olan Çin’le ilgilenmek gerekmektedir. Dolayısıyla Çin’le diyalogdaki asıl maksat, Rusya’yı durdurmak değil; Hint-Pasifik’teki çıkarları korumaktır.

Almanya’nın liderlik ettiği Kıta Avrupası’na göre ise Ukrayna’daki savaş sonlanmadan Çin’le yoğun şekilde mücadele etmek mümkün görünmemektedir. Hatta Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan sonra bile Çin’le ekonomik bağları tamamen ortadan kaldırmak olası değildir. Ancak bu bağlar zayıflatılabilir ve bağımlılık azaltılabilir. Almanya, bunun daha da ötesine geçerek Çin’le açık bir hesaplaşmanın ve onu ötekileştirmenin realist bir yaklaşım olmadığını görmektedir.

Neticede Batı’nın Çin’e bakış açısında ABD ve Almanya’nın farklı noktalarda konumlandıkları görülmektedir. Buna rağmen her iki aktör de birbirlerinden yeni stratejiler öğrenmektedir. Örneğin Scholz, Pekin ziyaretinden sonra ABD Başkanı Joe Biden’la telefon görüşmesi yaparak ziyaretle ilgili izlenimlerini aktarmıştır. Bunun ardından da ABD, Çin’le nükleer silahlar mevzusunu konuşmaya başlamıştır. Diğer taraftan Almanya, Çin’e olan ekonomik bağımlılığını azaltmak için yeni kanunlar hazırlamaya ve stratejiler geliştirmeye koyulmuştur. Almanya, gelecekte Çin’le kritik teknoloji ve ticaret kalemlerinde ilişkiler kurarken daha dikkatli olacağını söylemektedir.[5] Avrupa’nın temel görüşü de bu yönde ilerlemektedir. Dolayısıyla Batı’nın Çin’le mücadelesinde Almanya, “itici/belirleyici” bir güç haline gelmektedir.


[1] “Olaf Scholz Is Undermining Western Unity on China”, Foreign Policy, https://foreignpolicy.com/2022/11/23/germany-china-eu-scholz-xi-meeting-economy-trade-g-20/, (Erişim Tarihi: 25.11.2022).

[2] “Germany Weighs Harder Line on China and Its ‘Massive Human Rights Violations”, Politico, https://www.politico.eu/article/germany-mulls-harder-line-on-china-new-deal-with-taiwan/, (Erişim Tarihi: 25.11.2022).     

[3] “Germany Must Trade with China Warily, Economy Minister Says”, Reuters, https://www.reuters.com/markets/europe/germany-cannot-quickly-exit-china-trade-investments-must-be-examined-economy-2022-11-23/, (Erişim Tarihi: 25.11.2022).     

[4] “President Xi Jinping Meets with German Chancellor Olaf Scholz”, FMPRC, https://www.fmprc.gov.cn/mfa_eng/zxxx_662805/202211/t20221104_10800546.html, (Erişim Tarihi: 25.11.2022).      

[5] “Germany Must Trade with China Warily, Economy Minister Says”, Reuters, https://www.reuters.com/markets/europe/germany-cannot-quickly-exit-china-trade-investments-must-be-examined-economy-2022-11-23/, (Erişim Tarihi: 25.11.2022).       

Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk Tamer, 2014 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 2016 yılında “1990 Sonrası İran’ın Irak Politikası” başlıklı teziyle master eğitimini tamamlayan Tamer, 2017 yılında ANKASAM’da Araştırma Asistanı olarak göreve başlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Uzmanlık alanları İran, Mezhepler, Tasavvuf, Mehdilik, Kimlik Siyaseti ve Asya-Pasifik olan ve iyi derecede İngilizce bilen Tamer, Gazi Üniversitesindeki doktora eğitimini “Sosyal İnşacılık Teorisi ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı Çerçevesinde İran İslam Cumhuriyeti’nde Kimlik İnşası Süreci ve Mehdilik” adlı tez çalışmasıyla 2022 yılında tamamlamıştır. Şu anda ise ANKASAM’da Asya-Pasifik Uzmanı olarak görev almaktadır.