Tarih:

Paylaş:

Bir Yenilgi Stratejisi Olarak Trump Doktrini: Bush Doktrini’ne Dönüş

Benzer İçerikler

Amerika Birleşik Devletler (ABD) Başkanı Donald Trump, kendi döneminin ilk Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi‘ni 18 Aralık 2017 Pazartesi günü açıkladı. Trump’ın açıklamalarında dikkat çeken vurgu, Amerikan milliyetçiliğinin yükselişini yansıtan Önce Amerika sloganı, dünya basınının öne çıkarttığı ifadesidir. Zira Amerikan gücünün yeniden inşasını belirten açıklamalarıyla Trump, önümüzdeki dönemde uluslararası zeminde belirleyici unsurun güç endeksli ilişkiler olacağını ortaya koymuştur. Trump’ın bu açıklamalarının New York Times tarafından Soğuk Savaş’a dönüşün başlangıcı olarak yorumlamasıysa ilgi çekici bir durum niteliğindedir.

Benzer bir biçimde Obama döneminde stratejik ortak şeklinde tanımlanan Çin’in, Rusya ile birlikte stratejik rakip ifadesiyle adlandırılmasının dikkat çektiği belgeye yönelik Pekin’den gelen ilk açıklamada hazırlanan belgenin Soğuk Savaş zihniyetinin bir ürünü olduğu yönünde eleştiriler barındırmaktadır. Kuşkusuz Ulusal Güvenlik Stratejisi içerisinde yer bulan Çin ve Rusya’nın revizyonist yönelimler barındırdığı eleştirisi, küresel anlamda Amerikan statükosunun; yani genel kabul gören Amerikan düzeninin, eskisi gibi onaylanmamasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla belge, Amerikalıların dünya siyasetinin çok kutuplu bir zemine evrilmesinden dolayı yaşadıkları endişeyi yansıtmaktadır. Bu bağlamda güç ilişkilerinin öne çıktığı Soğuk Savaş düzeni anımsanmaktadır. Ancak bu analizin konusu nedeniyle ilgili belgenin Büyük Ortadoğu yönelimlerine ilişkin barındırdığı mesajlara odaklanmak daha doğru olacaktır.

Belge, Trump’ın göreve geldiği günden beri uygulanmakta ve Ortadoğu siyasetini şekillendiren temel unsur olan ve kriz yaratma stratejisi olarak da tanımlanan politikada ısrar edeceğinin işaretlerini vermektedir. Özellikle son yıllarda, Suriye, Yemen ve Lübnan’da artan İran etkisinin ABD yönetiminde ciddi bir rahatsızlık yarattığı bilinmekte olup, bu belgeyle birlikte Amerikan stratejisinin hedefteki ülke tahtasına yeniden İran adını yazdığı ve bir kez daha Haydut Devlet olarak ilan edildiği görülmektedir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde İran’ı yalnızlaştırmaya yönelik girişimlerin, Amerikan politikasının odak noktasını oluşturacağı ifade edilebilir. Tahran’ı yalnızlaştırmak konusunda belgede doğrudan Riyad ve Kahire yönetimlerine atıf yapılması, Suudi Arabistan ve Mısır ile Washington arasında bulunan ittifak ilişkisinin sürdürülmesine yönelik bir çaba harcanacağını da gösteriyor. Buna ek olarak İran tehdidinin vurgulandığı açıklamada, İsrail’in Ortadoğu Barışı açısından bir tehdit oluşturmadığının belirtilmesi, Amerikan siyasetinin büyük ölçüde İsrail’in güvenliğini sağlama hassasiyetiyle şekillenmeye devam edeceğinin ve evanjelik aklın belirleyici olacağının göstergesidir. Dolayısıyla Trump döneminde ABD’nin Ortadoğu sahnesinde, birlikte çalışmak istediği; yani müttefik olarak değerlendirdiği ülkelerin İsrail-Mısır-Suudi Arabistan üçlüsü olduğu belirtilebilir.

Trump’ın Ortadoğu politikasına ilişkin tartışma yaratacak bir diğer başlıksa, Obama döneminden farklı olarak, tıpkı Bush döneminde olduğu gibi, cihatçı terör vurgusunun Trump’ın Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi içerisinde kendisine yer bulmasıdır. Söz konusu vurgu, önümüzdeki süreçte ABD’nin nasıl bir Ortadoğu politikası uygulayacağı hakkında fikir yürütülmesini sağlamaktadır. Kuşkusuz cihatçı terör vurgusu, Irak Şam İslâm Devleti (IŞİD) ve El-Kaide gibi radikal terör örgütlerini ifade etse de bu kavramın tüm İslâmi yapıları potansiyel terörist ilan eden bir İslamofobi barındırdığı da gerçektir. Üstelik bahse konu vurgu, İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO)’na yönelik yaptırım kararlarıyla birlikte okunursa, IŞİD ve El-Kaide gibi örgütlerden ziyade, İran’ın üzerindeki baskıyı arttırmaya yönelik bir vurgu olarak öne çıkmaktadır.

Belgeye ilişkin ifade edilen tüm bu cümlelere bakıldığında, ABD’nin müttefik ve düşman algısında ciddi bir değişim bulunmadığı ve bu anlamda bölgeye Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) haritasını dikta etmek konusunda, Washington’un ısrarcı olacağı söylenebilir. Bu konuda daha da iddialı bir ifade kullanacak olursak, Trump Doktrini’nin ABD’nin Ortadoğu politikasında Bush Doktrini’ne dönüş anlamını taşıdığı iddia edilebilir.

Belge üzerinden Trump’ın Ortadoğu siyasetini değerlendirirken ifade edilen tüm bu unsurlara ek olarak, Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı McMaster’ın ilgili belgenin ilanından bir hafta önce yapmış olduğu açıklamalara değinmek doğru olacaktır. McMaster, Londra merkezli bir think tank olan Policy Exchange’de katıldığı program sırasında, belgenin nasıl oluşabileceğine ilişkin önemli ipuçları barındıran ifadeler kullanmıştır. McMaster’ın yaptığı bu açıklamalar içerisinde Ortadoğu siyaseti açısından en önemli vurgu, eski Mısır Devlet Başkanı olan Muhammed Mursi örneğini kullanarak aşırı radikal gruplar olarak tanımladığı gruplara, Türkiye ile Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin örnek teşkil ettiğini ifade etmesidir. McMaster’ın bu açıklamasının, Ankara’nın sert bir biçimde tepkisini çektiği görülmektedir. Zaten açıklamanın temel amacı, dış politikada çok yönlülük arayışlarına giren ve Amerikan yörüngesinden bağımsız bir ülke olma çizgisini korumaya çalışan Türkiye’nin üstü kapalı olarak tehdit edilmesidir.

Son dönemde Türk-Amerikan ilişkilerine bakıldığında, zaten bir tehdit diplomasisi yürütüldüğünü görmek mümkündür. Bu nedenle ilgili açıklamaların da yeni bir şey barındırmadığı söylenebilir. Ayrıca Mursi örneği göstermektedir ki, Müslüman Kardeşler’le olan ilişkiler üzerinden Katar ve Türkiye’ye yönelik yürütülen Amerikan saldırganlığı daha da artacaktır. Tüm bu tablo, Ortadoğu sahnesine Trump Doktrini’nin yeni bir şey katmadığını; aksine var olan rekabet durumunun devam edeceğini göstermektedir.  Zira zaten ABD’nin BOP’un uygulanması ile Ortadoğu coğrafyasına yeni bir Sykes-Picot düzenini dayatmak istemesi, Türkiye, İran ve Rusya üçlüsünü Amerikan saldırganlığı karşısında ittifak yaparak Amerikan gücüne karşı, bir güç dengesi oluşturmaya yöneltmiştir. Bu ittifakın kurumsallaşması sırasında yine Müslüman Kardeşler’e yaptığı desteklerin bahane edilmesiyle Katar’a yönelik, ABD’nin bölgedeki müttefiklerinin öncülüğünde gerçekleştirilen ambargo süreci etkili olmuştur. Buna ek olarak, BOP’a karşı inşa edilen Ankara-Tahran-Moskova ittifakı, ABD’nin koridor stratejisinin bir parçası olan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başbakanı Mesud Barzani’nin, Kuzey Irak’ta inşa etmeye çalıştığı BOP Kürdistanı’nın engellenmesine yönelik yapılan işbirliğiyle de derinlik kazanmıştır. Zira ABD’nin, BOP çerçevesinde bölgedeki temel önceliği, bir enerji güzergahı oluşturmaktır. Irak ve Suriye’de oluşacak iki Kürt Terörü Koridoru’nun zaman içerisinde birleştirilmesi vesilesiyle bu amacına ulaşmak isteyen ABD, işte bu nedenle Kürdistan İşçi Partisi (PKK)’nın Suriye kolu olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile de ittifak yapmaktadır. PYD’yi Amerikan ordusunun kara gücü haline dönüştüren de bu koridorun Suriye parçasının oluşturulma girişimidir. Bu iki hat aynı zamanda Amerikan saldırganlığının Türkiye’yi güneyden kuşatma girişimi olarak da ifade edilebilir. Dolayısıyla ABD, bölgede İran’ın yanı sıra Türkiye ve Katar’ı da dönüştürmek istemektedir. Ancak Amerika’nın bu ülkeleri dönüştürmeye yönelik girişimleri, BOP Kürdistanı deneyiminde olduğu gibi, başarısızlıklara gebedir. Çünkü Amerikan saldırganlığı karşısında bölgedeki devletlerin egemen politik varlıklarını koruma hassasiyetiyle geliştirdiği ittifaklar, bölge halklarının bölgenin geleceğini kendi iradesiyle belirleme taleplerini yansıtmaktadır.

Sonuç olarak, Atatürk dönemindeki Sadabat Paktı örneğinin genişletilerek güncellenmesi, BOP’un ve Bush Doktrini’nin güncellenmesinin panzehiri olarak önümüzde durmaya devam etmektedir. Washington’un son dönemde aldığı yenilgiler, oluşan güç dengesinin bölge halklarının lehine olduğunu da göstermektedir. Dolayısıyla ABD ittifak yaptığı aktörler ve koridor stratejisiyle bugüne kadar istediği sonucu pek elde edememiş görünmekte ve BOP, büyük bir yenilgiye tanıklık etmektedir. Trump Doktrini, bu mağlubiyet stratejisinin güncellenmesinden başka bir anlam taşımamaktadır.

Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN, 2014 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisans derecesini, 2017 yılında Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu ‘’Uluslararası Güç İlişkileri Bağlamında İkinci Dünya Savaşı Sonrası Hegemonik Mücadelelerin İncelenmesi’’ başlıklı teziyle almıştır. Doktora derecesini ise 2021 yılında Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı‘nda hazırladığı “İmparatorluk Düşüncesinin İran Dış Politikasına Yansımaları ve Milliyetçilik” başlıklı teziyle alan Başaran’ın başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, İran araştırmaları ve Afganistan çalışmalarıdır. Başaran iyi derecede İngilizce ve temel düzeyde Farsça bilmektedir.