Referandum sonrasına yönelik en çok merak edilen hususlardan, dolayısıyla da bu kapsamda sorulan sorulardan biri de Türk dış politikasının istikameti idi. Yeni bir miladın başlangıcı ya da dananın kuyruğunun kopacağı bir dönüm noktası olarak yapılan adlandırmalar, özellikle de bir anlamda “hesaplaşma” olarak yorumlanan bir takım açıklamalar, haliyle bu soru işaretini daha da büyütmekte idi.
Daha somut bir şekilde ifade etmek gerekirse; Türkiye, Yeni Yalta sürecinin neresinde, nasıl yer alacaktı? Bu çerçevede hangi yöntem ve araçlar dış politikada ön plana çıkacak ve nasıl bir politika izlenecekti?
Son bir kaç gün içerisinde yaşanan ve sonuçları itibarıyla (her ne kadar ilk bakışta şekil şartları itibarıyla birbirinden tamamen bağımsız gibi görünseler de) mantıksal bağlamda birbirini tamamlayan gelişmeler, bu soru işaretlerine büyük ölçüde cevap niteliğinde.
Bu hadiseleri sıralamak gerekirse: 1) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sırasıyla Hindistan, Rusya, Çin, ABD ve Brüksel’de gerçekleştireceği temaslar; 2) Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) Türkiye’nin yeniden denetim sürecine alınmasına yönelik aldığı karar; 3) Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de gerçekleştirdiği operasyonlar.
Peki, tüm bu gelişmeler ne anlama geliyor?
Öncelikle Türkiye, dış politikasında dengeye dayalı çok boyutlu bir politika izleyeceğini Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mayıs ayı içerisindeki ziyaret güzergâhı ve “tercih” edilen ülkeler ile birlikte ortaya koyuyor. Yükselen bir güç olarak Türkiye, “Yükselen Güçler Ligi” ile yeni bir diyalog-işbirliği süreci başlatıyor.
Ankara, burada özellikle ABD/Batı’ya şu mesajı veriyor: Mevcut tavrınızı devam ettirirseniz, Türkiye Avrasya Ligi’nde yerini alır. Dolayısıyla, AKPM kararı öncesi zaten Ankara Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik sürecinin geleceğiyle ilgili somut bir mesajı göndermiş bulunuyordu ve bundan ötürü de bu kararın çok büyük bir tesir bırakması beklenilmiyor.
Türkiye’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mayıs ayı ziyaretleri bağlamında çok kutuplu bir dünyadan yana tavır koyan iki önemli oluşumun (ŞİÖ ve BRICS) üç ortak üyesi (Rusya, Çin ve Hindistan) ile eş zamanlı olarak ilişkileri daha da geliştirebileceğine/derinleştirebileceğine yönelik verdiği mesaj hiçbir şekilde “tesadüf” kavramı ile izah edilemez.
BOP’a Ucu Açık İhtar Vuruşları…
Bir diğer önemli husus ise, referandum sonrası iki yıllık dönemde en büyük baskının dışarıdan geleceği göz önünde bulundurularak dış politikada elini, manevra kabiliyetini arttırmak ve bu bağlamda geçiş sürecini daha sorunsuz halletmek istiyor. Bir diğer ifadeyle dışarıda etkin, önleyici bir diplomasi ile içeride bir rahatlık sağlanılmaya çalışacak gibi görünüyor.
Bu kapsamda, etkin diplomasi kadar, TSK üzerinden tamamlayıcı bir kararlılık-caydırıcılık süreci de hız kazanacağa benziyor. Dolayısıyla diplomasi ile silahlı gücün ortak icrası ya da operasyonları, geç de olsa Türkiye tarafından artık daha sık gündemde olacak gibi.
İşte tam da bu noktada TSK’nın son iki operasyonu daha anlamlı bir hale geliyor. Burada, hemen peşinen söyleyelim: TSK’nın Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’a gerçekleştirdiği operasyonun sadece zamanlaması ve hedefleri değil, aynı zamanda kullanılan araçlar da bu açıdan oldukça dikkat çekici. Nasıl mı?
1) Operasyon, bölgede Kerkük merkezli “Kürdistan” tartışmalarının zirve yaptığı ve Erbil-Peşmerge’nin de eksen kayması yaşamaya başladığı bir anda gerçekleşmiş bulunuyor. Peşmerge’nin PKK karşısında takındığı pasif tutum da burada hiç kuşkusuz önemli bir hususu teşkil ediyor. Dolayısıyla buradaki mesajlardan biri de Erbil’deki yönetime.
2) Operasyon, ABD-Rusya ikilisinin bölgede PYD/YPG/PKK unsurları üzerinden inisiyatif geliştirmeye çalıştığı bir dönemde gerçekleşiyor. Dolayısıyla Türkiye, etrafında bir oldubittiye asla müsaade etmeyeceği mesajını veriyor.
3) Gri listede yer alan BedranGundik Remo kod adlı PKK’lı terörist Sait Tanıt milli füzelerle vuruluyor. Bu durum çok da alışık olduğumuz bir gelişme değil. Zira uçaklar yerine Türkiye geliştirdiği füze teknolojisi ile nokta atış yapıp, hedefi imha edebiliyor ve dost-düşman tüm çevrelere Türkiye’nin silah/operasyon kapasitesi gösterilmiş oluyor.
4) Türkiye hiç bir şekilde BOP’a müsaade etmeyeceği mesajını veriyor. Bu kapsamda, bu operasyon ile Türk-Batı/ABD ilişkilerindeki kırmızı çizgi ABD’ye rağmen bir kez daha hatırlatılıyor. ABD ısrarlı olduğu takdirde Türkiye gereğini sonuna kadar, her ne pahasına olursa olsun yapmaya hazır olduğu belirtiliyor.
Bu konuda ABD’nin şaşkınlığını Türkiye’nin gerçekleştirdiği operasyon sonrası PYD’li unsurlarla vurulan yerleri ziyaret eden ABD özel kuvvetleri askerlerinin yüzünden ve “derin kaygı” açıklamalarında bulunan Dışişleri Bakanlığı Geçici Sözcüsü Mark Toner’in duruşundan rahatlıkla anlayabiliyoruz.
Evet, “Son Büyük Oyun”da yeni bir aşamaya girilmiş durumda. Ve anlaşılan o ki, önümüzdeki günlerde daha da hızlanacak gibi. Üst üste çekilen operasyonlar buna işaret ediyor. Suudi Arabistan’da yaşanan gelişmeler de hiç kuşkusuz bu sürecin bir parçası. Bu hususa da değinmek şart…