Tarih:

Paylaş:

Çin Dış Politikasını Şekillendiren Temel Doktrinler ve Liderlerin Etkisi

Benzer İçerikler

II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa merkezli değerler üzerine inşa edilen mevcut uluslararası düzenin 1970’li yıllarda başlayan değişim süreci, 2000’li yıllarda yaşanan önemli yapısal krizler eşliğinde devam etmektedir. Bu değişim sürecinde Çin, hızlı ve sürekli ekonomik yükselişi, geleneksel etki alanlarının dışına çıkarak küresel çapta işbirliklerini genişletmesi ve yeni bölgesel örgütlenmelere liderlik etmesi gibi atılımlarıyla güç dağılımından giderek daha fazla pay alan ülkelerin başında gelmektedir.

Çin’in küresel sistemde büyük güç statüsüne sahip bir ülke haline gelmesi, yalnızca ekonomik büyüme aracılığıyla değil; enerji piyasalarındaki etkinliği ve Çin kültürünün yaygınlaştırılmasına yönelik yumuşak güç politikaları başta olmak üzere, çok boyutlu tartışmalar üzerinden araştırılmaktadır. Bu tartışma kapsamında Çin’in köklü bir medeniyete ve devlet geleneğine sahip olduğunu ortaya koyan en önemli göstergelerden biri de dış politikasında görülen süreklilik ve bu sürekliliğin teorik zemininin geleneksel değerlerle uyum içerisinde oluşturulmasıdır.

Çin dış politikasının tarihsel gelişimi incelendiğinde, Çin yönetiminin ulusal ve uluslararası atmosferin gerekleri doğrultusunda değişimi kabul ettiği ve bununla birlikte imparatorluk döneminden gelen kadim dış politika anlayışının sürekliliğini korumayı başardığı görülmektedir. Nitekim 1990’lı yıllardan sonra Çin Komünist Partisi (ÇKP) yöneticilerinin her jenerasyonu kendisine resmî bir söylem ve slogan belirleyerek dış politikasını bu söylemler üzerinden geliştirmeye çalışmıştır.[1] Örneğin Jiang Zemin, “Çin Ulusunun Büyük Yeniden Uyanışı” söylemini benimserken; Hu Jintao, “Ahenkli Toplum” ve “Ahenkli Dünya” sloganlarını temel ilke olarak belirlemiştir. Şi Jinping ise “Çin Rüyası” söylemiyle ÇKP’nin en iddialı dış politika hedefini ortaya koymuştur.[2] Çin dış politikasındaki bu süreklilik ve değişim unsurlarının anlaşılabilmesi, her ülke açısından olduğu gibi, Çin için de detaylı bir araştırmayı gerektirmektedir.

Bu kapsamda Çin dış politikasının anlaşılması ve yorumlanması, 2000 yıllık devlet geleneğine ve 5000 yıllık bir medeniyete sahip olması bakımından birçok zorluğu beraberinde getirmektedir. Özellikle 18. yüzyıla kadar küresel ticaretin ve bölgesel ilişkilerin hâkim gücü olan imparatorluk dönemi, Çin yönetiminin uyguladığı dış politika ilkelerine ve modern dönem Çin yönetimine önemli bir miras olarak aktarılmıştır.

Tüm bu kısıtlamalar içerisinde Çin dış politikasının anlaşılması için temel analiz düzeylerinden biri olan lider etkisi ve liderlerin bakış açısı incelenmelidir. Çin dış politikasının temel gelişim sürecine bakıldığında, beş ayrı dönem belirlenmekte ve her dönemin, devlet başkanı olan liderin etkisinde geliştiği dikkat çekmektedir. ÇKP liderleri tarafından geliştirilen dış politika söylemleri kategorize edilmek istendiğinde, 1949-1978 dönemi Mao Zedong, 1978-1993 Deng Şiaoping, 1993-2003 Jiang, 2003-2013 Hu ve 2013’den beri süregelen dönem Şi dönemleri olarak sınıflandırılabilir.

ÇKP Liderleri Tarafından Belirlenen Söylem ve İlkeler

Mao, 1922 yılından itibaren belirginleşmeye başlayan milliyetçiler ile komünistler arasındaki iç savaşın ardından 1949 senesinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurucu önderi olarak yönetime geçmiştir. Aynı dönemde uluslararası sistemde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) önderliğini yaptığı ideolojik bir kutuplaşmanın oluşmaya başlaması, komünist tek parti yönetimini benimseyen Çin’in SSCB önderliğindeki Doğu Bloku’nun doğal bir üyesi olarak kabul edilmesine yol açmıştır. Bununla birlikte Çin, öncelikle iç savaşın toplumsal ve ekonomik etkileriyle mücadele etmek, benimsemiş olduğu siyasi rejimin ve tek parti iktidarının pekiştirilmesini sağlamak gibi hedefleri öncelik olarak belirlemiştir.

İç siyasal önceliklerin ağırlık kazanması Çin’i her türlü dış müdahaleden, büyük güçlerle karşı karşıya gelmekten ve savaş ortamından kaçınmaya yöneltmiştir. Bu sebeple de Mao liderliği döneminde sınır sorunlarının çözümüne yönelik[3] ikili ilişkilerin barışçıl bir ortamda geliştirilmesi hedeflenmiştir. Bu kapsamda Mao dönemini karakterize eden en önemli gelişme, 1955 yılında Bandung Konferansı’nda kabul edilen “Barış İçinde Yaşamanın Beş İlkesi” adlı anlaşma olmuştur.

1976 yılında Mao’nun ölümünün ardından 1978 senesinde Deng dönemi başlamıştır. 1959 yılına kadar Mao’nun sadık bir destekçisi olan Deng, 1960 yılından itibaren ise “Büyük İleri Atılım” ve “Kültür Devrimi” gibi uygulamaların Çin’e zarar verdiğini dile getirmeye başlamıştır. Bu tenkitleri sebebiyle Mao tarafından “yönetimde kapitalist yolu izlemekle” itham edilen Deng, 1967 yılında ev hapsine alınmış ve sürgün edilmiştir.[4] Deng, iktidara geldikten sonra ise daha önceden savunduğu düşünceleri hayata geçirme imkânı bulmuştur. Bu dönemde küresel sistemdeki iki kutuplu yapının 1971 yılından itibaren yumuşama dönemine girmesi ve Birleşmiş Milletler’de (BM) Çin halkını temsil eden Tayvan yerine Çin Halk Cumhuriyeti’nin üye haline gelmesi de Deng’e uygun ortamı sunmuştur. Deng, göreve geldikten sonra, “Reform ve Dışa Açılım” politikalarını ilan etmiş, Çin’in ekonomik ve sosyal kalkınmasını sağlayacak kurumsal reformlarla dışa açılmasına izin vermiştir. Bu ekonomik atılımın etkileriyle Çin, hızlı büyüme oranlarına ulaşmış ve 1990’lı yıllardan itibaren söz konusu büyüme, küresel sistemde dikkatleri çekmeye başlamıştır.

1978 yılında başlatılan reform ve dışa açılım politikalarının en önemli etkisi, Çin’de yükselişe geçen sanayi üretimi ve tüketim hızı üzerinde ortaya çıkmıştır. Çin’de artan üretim ve tüketim miktarı, ülkenin enerji talebini de artırmış ve ilk defa 1993 yılında Çin’in ulusal petrol üretimi, tüketiminin gerisinde kalmıştır. 1993 yılından itibaren net petrol ithalatçısı olan Çin, mevzubahis yıldan sonraki politikalarını küresel finans ve enerji piyasalarıyla bütünleşme hedefine yöneltmiştir. Bu sebeple 1993 senesinde yönetime gelen Jiang, ÇKP’nin yeniden tanımlanması üzerinden küresel sistemle daha fazla entegrasyonu amaçlamış ve 2001 yılında Çin, Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) üye olarak kabul edilmiştir. Aynı yıl Çin’de özel sektör ve piyasalar, resmî olarak ekonomik bir toplumsal güç şeklinde kabul edilmiştir.

Çin’in tek parti yönetimine sahip sosyalist bir ülke olmasına rağmen küresel piyasalar ve özel sektörle artan bu etkileşimi, uluslararası sistemde Çin’in yükselişinin mevcut düzene karşı “tehdit” olarak sunulmasına sebebiyet vermiştir. Bu nedenle Pekin yönetimi, 2000’li yıllardan itibaren ülkenin imajını yeniden inşa etme çalışmalarına başlamıştır.

“Barışçıl Yükseliş” teorisinin ortaya çıkışı, 2002 yılının Aralık ayında Parti Okulu Merkez Komitesi Başkanı Zheng Bijian ve Çin Reform Forumu’ndan bir delegenin ABD ziyaretine dayanmaktadır.[5] Zheng, ABD ziyareti esnasında George W. Bush yönetimi ve Amerikalı bilim insanlarıyla Çin’in küresel ilişkilerde artan rolü hakkında yaptığı tartışmalarda, Çin’in yükselişine dair belirsiz ve farklı görüşlerin bulunduğu kanaatine varmış ve Pekin’e dönüşünden sonra Merkez Komitesi’ne hazırladığı raporda “Çin’in Barışçıl Yükselişinin Gelişme Yolu” kavramını kullanmıştır. Zheng, 2003 senesinin Kasım ayında düzenlenen Boao Forumu’nda[6] Çin’in gelişme yolunun “yalnızca yükselme için mücadele etmediğini; aynı zamanda barışa bağlı kaldığını ve asla hegemonyayı hedeflemediğini” belirten bir açıklama yapmıştır. [7]

2000-2001 yılında atılan adımlar ve Çin’in birçok kıtada bölgesel işbirlikleri kurarak önemli dış yardımlarla etki alanını genişletmesi ise küresel sistemde Çin’in yükselişinin bir “tehdit” olarak algılanması sürecini pekiştirmiştir. Bu dönemde ortaya konan “Barışçıl Yükseliş” söylemi de 2004 yılında “Barışçıl Kalkınma” sloganıyla değiştirilmiş ve Hu yönetimi tarafından temel dış politika söylemi olarak kullanılmaya devam etmiştir. Pekin, 2005 ve 2011 yıllarında yayınladığı dış politika beyaz kitaplarında barışçıl kalkınmaya olan bağlılığını bildirmiştir.[8] “Çin Tehdidi” söylemlerinin ekonomik ve siyasi atılımlarına gölge düşürmesini istemeyen Pekin yönetimi ve Hu, tüm dış politika söylemlerini ve eylemlerini “Ahenkli Toplum” ve “Ahenkli Dünya” doktrini üzerinden şekillendirmeye çalışmıştır.

Çin’in yönetim sistemi üzerinde önemli bir etkisi olan “uyum” kavramı, Hu tarafından ilk kez 2004-2005 yıllarında dış politikanın resmî bir unsuru olarak kabul edilmiştir. Daha sonra da Çin merkezli uluslararası ilişkiler çalışmaları başta olmak üzere, küresel akademik araştırmalarda en çok incelenen konular arasına girmiştir.[9] Hu, BM’nin kuruluşunun 60. yılını anma zirvesinde yaptığı konuşmada da “ahenkli bir dünya inşa etmenin” önemine vurgu yapmış ve bu konuşmadan sonra 2006 senesinde ÇKP Merkez Komitesi Dış İlişkiler Çalışma Konferansı “ahenkli bir dünya inşa edilmesinin teşvik edilmesini” Çin’in dış politikasındaki yedi öncelikten biri olarak belirlemiştir.[10]

Mao ve Deng’le birlikte Çin’in en etkili liderleri arasında sayılan Şi ise 2013 yılından itibaren devraldığı yönetimi, devletinin süper güç statüsüne yükseltilmesi misyonuna odaklı hale getirmiştir. Bu sebeple bazı araştırmacılar, Şi dönemi dış politikasını “barışçıl kalkınmanın sonu” olarak adlandırırken; bazı yorumcular da Şi döneminde uygulanan politikaları, “yeni diplomasi” şeklinde tanımlamaktadır. Genel bakış, bu dönemin “barışçıl yükselişten” uzaklaşma olduğunu dile getirse de Jian Zhang bu dönemi “Barışçıl Kalkınma 2.0” şeklinde tanımlamaktadır. Bu kavramla yazar, Çin’in ekonomik gelişmesi için hayati önemde olan istikrarlı bir dış politika anlamına gelen “barışçıl gelişmeye” hâlâ bağlı olunduğunu; fakat bahsi geçen stratejinin yönteminin artık geçmiş dönemlerden farklılıklar barındırdığını savunmaktadır. Buna göre Şi liderliğinde Çin, bugüne kadar sürdürdüğü “kapasiteni sakla ve zamanını bekle” politikasından kararlı şekilde uzaklaşarak daha özgüvenli ve proaktif bir politikaya geçmiştir.[11]

Şi yönetimi altındaki “Barışçıl Kalkınma 2.0” politikasının üç yeni elementi vardır. Bunlardan birincisi, Şi’nin “ulusal çıkarlar” kavramını “güvenlik çıkarları” kavramıyla sınırlı tutmayarak “kalkınma çıkarlarını” da içerecek şekilde genişletmesidir. İkinci özellik ise barışçıl kalkınmanın koşullara bağlı olması ve karşılıklılık esası gözetilen bir hale getirilmesidir.[12] Üçüncü husus da Çin’in iç kalkınmasına hizmet edecek istikrarlı bir dış çevrenin yaratılması ve şekillendirilmesi için daha proaktif ve koordineli bir bakış açısının benimsenmesidir.[13]

“Barışçıl Kalkınma” söyleminin modern dönem Çin dış politikasında sahip olduğu ağırlık, 2006 yılından itibaren “Ahenkli Dünya” kavramıyla desteklenmeye başlamış ve bu süreç, Şi döneminde kabul edilen “Çin Rüyası” kavramıyla pekiştirilmiştir. Şi tarafından geliştirilen “Çin Rüyası” söylemi de bireyselcilik ve demokrasi gibi Batılı değerlerin karşısında, parti ve rejimin meşruiyetini pekiştirmeyi amaçlayan bir söylemdir.[14]

Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasından bugüne kadar geçen 70 yılı aşkın süre, Çin dış politikasının belirlenmesi sürecinde iç siyasi ve ekonomik şartların gerekleri ile uluslararası sistemin yapısının sürekli bir uyum içinde değerlendirildiğini göstermektedir. Bu süre boyunca ÇKP yöneticileri, kendilerinden önce gelen yönetimin ilkelerini benimsemiş ve bu ilkeleri dönemin gerektirdiği şartlara göre güncellemişlerdir. Bu sayede Çin dış politikasında süreklilik ve değişim unsurları istikrarlı bir denge içerisinde tutulmuş ve söz konusu dengenin oluşturulmasında liderler aktif rol almışlardır. Bu çalışmada incelenen sürecin gösterdiği gibi, ÇKP yönetiminin beş farklı jenerasyonu, dış politika oluşturulması sürecinde yalnızca lider algısı ve dünyaya bakış açısı gibi unsurlar üzerinden değil; teorik altyapının belirlenmesine de katkı sağlayarak süreçlerde doğrudan ve etkin şekilde yer almışlardır.


[1] Astrid H. M. Nordin, “Futures Beyond ‘the West’? Autoimmunity in China’s Harmonious World”, Review of International Studies, 42, 2016.

[2] Zheng Wang, “The Chinese Dream: Concept and Context”, Journal of Chinese Political Science, 19, 2014.

[3] Bu süreçte 1962 yılında Hindistan ve 1969 yılında ise SSCB’yle yaşanan sınır çatışması ve savaşlar, kendi öznel koşulları ve tarihsel bağlamında ayrıca ele alınmalıdır.

[4] Ezra Vogel, Deng Xiaoping ve Çin’in Dönüşümü, çev., Mehveş Leliç, Modus Kitap, İstanbul 2017, s. 44.

[5] Bonnie S. Glaser-Eva S. Medeiros, “The Changing Ecology of Foreign Policy-Making in China: The Ascension and Demise of the Theory of “Peaceful Rise””, The China Quarterly, 190, 2007, s. 293.

[6] Boao Forumu, ilk kez 27 Şubat 2001 tarihinde resmi olarak toplanmaktadır. Forum, Asya kıtası öncelikli olmak üzere küresel meselelere ilişkin tartışma, işbirliği ve koordinasyonu sağlamak hedefiyle Asyalı siyasi liderler, iş adamları ve akademik çevrelerin bir araya geldiği kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşudur.

[7] Glaser-Medeiros, a.g.e., s. 294.

[8] Jian Zhang, “China’s New Foreign Policy under Xi Jinping: Towards ‘Peaceful Rise 2.0’?”, Global Change, Peace&Security, 27(1), 2015, s. 8.

[9] Nordin, a.g.e., s. 162.

[10] Xu Jian, “Theoretical Reflections on Building a Harmonious World”, China International Studies, 2007, s. 30.

[11] Zhang, a.g.e., s. 6.

[12] Zhang, a.g.e., s. 10.

[13] Zhang, a.g.e., s. 11.

[14] Silvia Menegazzi, “China’s Foreign Policy and Ideational Narratives: Key Trends and Major Challenges”, Understanding China Today, An Exploration of Politics, Economics, Society and International Relations, eds., Silvio Beretta v.d., Springer, Switzerland 2017, s. 175.

Dr. Müge YÜCE
Dr. Müge YÜCE
Müge YÜCE, 2010 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü lisans programından, 2014 yılında Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (SAREN) Uluslararası İlişkiler yüksek lisans programından mezun olmuştur. 2013 yılından itibaren Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak görev yapmakta olan yazarın özel çalışma alanını Çin Dış Politikası oluşturmaktadır. 2020 yılı Şubat ayında Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yürütmekte olduğu doktora eğitimini tamamlayarak doktor ünvanını almaya hak kazanan Müge YÜCE, araştırma amacı ile daha önce Finlandiya Turku Üniversitesi ve Polonya Opole Üniversitelerinde bulunmuştur. Yazar iyi derecede İngilizce ve orta düzeyde Çince bilmektedir.