Tarih:

Paylaş:

“Covid-19’un Çıkış Kaynağı” Krizi ve Uluslararası Sistemde Anarşi

Benzer İçerikler

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Eski Başkanı Donald Trump’ın Covid-19’a “Çin virüsü” demesinin ardından dönemin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Çin’in Covid-19 hakkında zamanında bilgi vermediğini; hatta doğrudan Wuhan kentindeki laboratuvarda ürettiğini ve dolayısıyla dünya sağlığını “kasıtlı şekilde” tehlikeye attığını ileri sürerek Çin’in bundan sorumlu tutulacağını dile getirmişti.[1] Son dönemde Amerikan medyasının sıkça üzerinde durduğu haberlere göre, ABD istihbaratı, Covid-19’un çıkış kaynağına dair kapsamlı bir rapor hazırlamış ve bu raporda, Wuhan Viroloji Enstitüsü’nde görevli üç araştırmacının 2019 yılının Kasım ayında hastalandığını ve Pekin yönetiminin bunu gizlediğini öne sürmüştür.[2]  Central Intelligence Agency/Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA) istihbarat raporlarına dayandırılan bilgiye göre, salgının kentte yayılmasından kısa süre önce Wuhan Laboratuvarı’nda çalışan üç araştırmacı, virüs ve mevsimsel grip belirtilerine benzer şikayetlerle hastalanıp hastaneye başvurmuştur. Bunun üzerine ABD Başkanı Joe Biden, Amerikan istihbarat servislerinden 90 gün içinde Covid-19’un kökeniyle ilgili ek bir rapor hazırlamalarını istemiş ve özellikle virüsün kökeninin Çin’deki bir laboratuvarda üretilip üretilmediğinin araştırılmasını talep etmiştir.

ABD’nin “Covid-19’un çıkış kaynağı” üzerinde bu kadar fazla durmasının sebebi, Çin’i “insanlığa karşı suç işlemekle” suçlamak ve gerekirse onu yargılamak istemesidir. Pompeo, konuya ilişkin yaptığı açıklamada “Sorumluların hesap vereceği bir zaman gelecek. Bunun olacağından çok eminim; (Çin’i) suçlama zamanı gelecek.” ifadelerini kullanmıştır.[3] Son dönemde ABD’nin Çin’i insan haklarıyla ilgili bu kadar baskılamasının en önemli nedeni de budur.

Washington yönetimi, Çin’i uluslararası alanda yargılamak için özerk veya özel idari bölgeleri olan Sincan-Uygur, Tibet, Hong Kong ve Tayvan üzerindeki “muhtemel” insan hakları ihlallerine ilişkin yeni kanıtlar bulmaya çalışmakta ve bunu sistematik olarak dünyaya duyurmaktadır. Washington yönetimi, bunu yapmak suretiyle birincil hedef olarak Çin’in iç dinamiklerini harekete geçirmek ve bunda başarısız olursa da en azından Pekin’in uluslararası alandaki itibarını zayıflatmak istemektedir.

ABD’nin Çin’i uluslararası alanda nasıl sorumlu tutacağı veya yargılayacağı da soru işaretidir. Birincil olarak ABD, insanlığa karşı suçun tanımına giren konularda Çinli yetkilileri yargılamak için Uluslararası Ceza Mahkemesindeki (UCM) savcılardan bunun araştırılmasını talep edebilir. Lakin Çin’in içerisinde bulunduğu Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin UCM’yi harekete geçirme ihtimali bulunmamaktadır. Uluslararası Adalet Divanı’nın da uluslararası bir yükümlülüğe aykırılık oluşturabilecek her olayın gerçekliğini araştırma yetkisi vardır. Ancak UAD’yi harekete geçirmek için taraf devletlerin rızası gerekmektedir. Her şeyden önemlisi ABD, Çin’in insanlığa karşı suç işlediğine dair elinde yeterli kanıt bulunmadığı için böylesi bir yargılamanın henüz yapılamayacağını çok iyi bilmektedir.

Covid-19’un Çin’in Wuhan kentindeki bir laboratuvarlarda üretildiğine dair iddialar, uluslararası sistemin yapısının da sorgulanmasına yol açmaktadır. Covid-19’un ortaya çıkmasından bu yana pek çok analist, dünyadaki modern ulus-devlet anlayışının çöktüğünü ve küreselleşmenin etkisiyle dünyada ulusal sınırların yıkıldığını dile getirmektedir. Bu yorumu teorik bir perspektifle ele alacak olursak, dünyada realist önermeler ve kuramlar halen güncelliğini korumaktadır. Buna göre uluslararası sistemde anarşi hakimdir. Bu yüzden de Çin’i “insanlığa karşı suçlardan dolayı” yargılayabilecek üst bir otorite yoktur. Öncelikle BM Şartı, devletlerin başka devletlerin toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanmaktan kaçınması gerektiğini belirtmektedir. Diğer taraftan BM Şartı’nın 7. Bölümü, devletlerin savaş veya barış zamanlarında uluslararası barış ve güvenliği tehdit edebilecek eylemlerine karşı BM Güvenlik Konseyi’ne zorlayıcı tedbirler alma imkânı tanımaktadır. Ancak BM Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisine sahip olan beş devletin olması, uluslararası sistemi anarşik hale getirmektedir.

ABD, bir zamanlar kendisinin öncülük ettiği BM sistemi sebebiyle bugün Çin’e karşı uluslararası toplumu harekete geçirmekte zorlanmaktadır. Covid-19 salgınının Çin’de ortaya çıkarak tüm dünyayı etkisi altına alması ve insan sağlığına karşı ölümcül tehdit oluşturmasının temel sebebi, devletlerin uluslararası hukukun genel ilkelerine, teamül ve içtihatlara uymaları konusunda kendilerini baskılayacak herhangi bir üst otoritenin bulunmamasıdır. Modern dönemin ürünü olan realist kuramlar ve uluslararası düzen, post-modern dönemde bir kez daha hayata geçmektedir. ABD ise Soğuk Savaş koşullarına geri dönmek istemektedir. Bu bağlamda Washington yönetimi, Asya-Pasifik’te Çin’e karşı teşkil ettiği QUAD oluşumuyla iki kutuplu düzenin koşullarını yeniden oluşturmak ve NATO’yu da sürece dahil ederek Çin’in karşısında tek bir kutup oluşturmak istemektedir. Fakat bu iki kutuplu sistemde Rusya, ABD ile Çin arasında önemli bir dengeleyici aktör olarak ön plana çıkmaktadır. Uluslararası sitem iki kutuplu hale dönerken; çok kutupluluktan yana olan Rusya, Çin ve Türkiye gibi aktörler, ABD’nin küresel-stratejik hedeflerinin önündeki en büyük engelleri ifade etmektedir. Dolayısıyla Covid-19’un çıkış kaynağına ilişkin tartışmalar, uluslararası sistemin yapısının dönüştüğünü bir kez daha bizlere hatırlatmaktadır.


[1] “Pompeo, Tekrar Çin’i Hedef Aldı: Kovid-19’da Sorumluların Hesap Vereceği Bir Zaman Gelecek”, Sputnik, https://tr.sputniknews.com/koronavirus-salgini/202004141041820710-pompeo-tekrar-cini-hedef-aldi-kovid-19da-sorumlularin-hesap-verecegi-bir-zaman-gelecek/, (Erişim Tarihi: 31.05.2021).

[2] “Is Biden Helping China Cover up Its COVID Crimes?”, Lifesitenews, https://www.lifesitenews.com/blogs/is-biden-helping-china-cover-up-its-covid-crimes, (Erişim Tarihi: 31.05.2021).

[3] “Pompeo, Tekrar Çin’i…”, a.g.m.

Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk Tamer, 2014 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 2016 yılında “1990 Sonrası İran’ın Irak Politikası” başlıklı teziyle master eğitimini tamamlayan Tamer, 2017 yılında ANKASAM’da Araştırma Asistanı olarak göreve başlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Uzmanlık alanları İran, Mezhepler, Tasavvuf, Mehdilik, Kimlik Siyaseti ve Asya-Pasifik olan ve iyi derecede İngilizce bilen Tamer, Gazi Üniversitesindeki doktora eğitimini “Sosyal İnşacılık Teorisi ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı Çerçevesinde İran İslam Cumhuriyeti’nde Kimlik İnşası Süreci ve Mehdilik” adlı tez çalışmasıyla 2022 yılında tamamlamıştır. Şu anda ise ANKASAM’da Asya-Pasifik Uzmanı olarak görev almaktadır.