Tarih:

Paylaş:

Denizkurdu-2019 Tatbikatı: Kararlılık ve Caydırıcılığın Diğer Adı!

Benzer İçerikler

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük planlı deniz tatbikatı olan “Denizkurdu-2019”, 13 Mayıs 2019 tarihinde Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de eş zamanlı olarak başladı. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar tatbikatın amacının ülkenin ve milletin güvenliğinin sağlanması, egemenlik, bağımsızlık, deniz hak ve menfaatlerinin korunması ve kollanması olduğunu açıkladı.

Bu gelişmeler doğrultusunda Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), Türkiye’nin Denizkurdu-2019 Tatbikatı ile hangi mesajları vermek istediğini ve üç denizde gerçekleşen askeri manevraların bölge üzerindeki etkilerini değerlendirmek üzere alanının önde gelen uzman ve akademisyenlerinin görüşlerini dikkatlerinize sunmaktadır.

Dr. Öğr. Üyesi Emete GÖZÜGÜZELLİ (Akdeniz Üniversitesi-Devletler Hukuku Anabilim Dalı Başkanı)

Dr. Öğr. Üyesi Emete Gözügüzelli, üç denizde eş zamanlı olarak gerçekleşen manevraların önemine dikkat çekerek, “Tatbikat, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerek Doğu Akdeniz gerek Ege Denizi ve gerekse diğer deniz sahalarında kendi bölgesel gelişmeleri çerçevesinde güvenliği açısından önemlidir. Aynı zamanda tatbikatı Kıbrıs Türklerinin de güvenliğini tehdit eden olası bir kriz anında gerçekleştirilecek operasyonel gücün tatbiki anlamında değerlendirmek mümkündür.” ifadelerini kullandı.

Geçtiğimiz şubat ve mart aylarından gerçekleştirilen Mavi Vatan Tatbikatı ile birlikte değerlendirildiğinde Türkiye’nin özellikle Doğu Akdeniz’deki haklarını koruma noktasındaki kararlılığına dikkat çeken Gözügüzelli, “Doğu Akdeniz kritik bir merkez haline gelmiştir. Bu sebeple tatbikat, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri aleyhine yürütülen deniz yetki alanlarına gasp girişimine yönelik verilen bir yanıttır. Fransa’nın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile deniz üssü konusunda anlaşmaya varması ve bu anlaşma çerçevesinde ilgili Fransız gemilerinin, Güney Kıbrıs’ın kendilerine hukuk dışı bir şekilde tahsis ettiği alanlarda sondaj gerçekleştirmeyi planlaması, Fransa’nın uluslararası hukuka aykırı davranma yolunu tercih ettiğini göstermektedir. Avrupa Birliği (AB) buna destek vermektedir. Bu çerçevede ilgili ülkeler uluslararası hukuku hiçe saymakta, 1960 Anayasası’na aykırı davranarak Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini ve garantörlük antlaşmasının yarattığı düzeni ortadan kaldırmayı hedefleyen girişimlerde bulunmaktadır.” diye konuştu.

Fransa’nın kurmak istediği üssün 1960 Anayasası’na aykırı olduğunu ifade eden Gözügüzelli, “Adanın garantörlüğü üç ülke tarafından tahsis edilmektedir ve garantörlük antlaşması anayasal güçtedir. Anayasa’nın 181. Maddesi’ne göre garantörlük, tarafların rızası söz konusu olmadan değiştirilemez. Garantörlük antlaşması sürekli karaktere sahiptir ve geçici bir antlaşma değildir. Fesih ya da geri çekilme hükmü bulunmamaktadır. Güney Kıbrıs’ın gasp ettiği Anayasa, Türkiye’nin rızası olmadan herhangi bir şekilde değiştirilmez.” yorumunda bulundu.

Krizin önümüzdeki günlerde daha da tırmanacağını belirten Gözügüzelli, “Özellikle Güney Kıbrıs’ın Fransa ile müştereken enerji faaliyetleri anlamında karar alması ve bu kararlar çerçevesinde yedinci bloğa baktığımızda Türkiye ile çakışan sahanın İtalya ve Fransa’ya ruhsatlandırılması bölgedeki gerilimi arttıracaktır. İlgili taraflar şayet Türk kıta sahanlığı içerisine girme eyleminde bulunurlarsa ya da Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerinin diğer bloklarda gasp edilmemesi yönündeki çağrılara dikkat edilmezse mutlaka bir kriz çıkacaktır. Son gelişmelerle birlikte donanma savaşı ihtimali artmıştır. Dolayısıyla Türkiye mevcut haklarının korunması konusunda kararlıdır. Fatih Sondaj Gemisi, Denizkurdu Tatbikatı ve adanın güneyinde bulunan Kıbrıs Türklerinin haklarının korunması için o bölgeye Yavuz Sondaj Gemisi’nin gönderilme kararının alınmasıyla fiilen bu kararlılığın sürdürüldüğü görülmektedir.” şeklinde yorumladı.

Dr. Emre OZAN (ANKASAM Türk Dış Politikası ve Uluslararası Güvenlik Danışmanı)

Dr. Emre Ozan, Denizkurdu Tatbikatı ile ilgili temel noktalara değinerek, “Zaten Türkiye, bundan birkaç ay önce çok büyük bir deniz tatbikatı olan Mavi Vatan Tatbikatı’nı gerçekleştirmiştir. Bu Türk Deniz Kuvvetleri’nin yaptığı en kapsamlı tatbikatlardan biriyken bundan çok kısa bir süre sonra daha kapsamlı bir tatbikat olan Denizkurdu Tatbikatı gerçekleştirilmektedir. Tatbikatın gerçekleştirilmesi Türkiye’nin denizdeki çıkarlarına ve güvenlik endişelerine ne kadar önem verdiğini gösteren bir gelişmedir.” ifadelerinde bulundu.

Bu konuya neden bu kadar önem verildiğiyle alakalı görüşlerini ifade eden Ozan, “Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarına ilişkin yaşanan yeni gelişmeler; GKRY’nin sondaj faaliyetleri ve onunla beraber hareket eden şirketlerin girişimleri, Güney Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı hakkında tek taraflı girişimleri bulunmaktadır. Bütün bu gelişmeleri Türkiye ulusal güvenlik sorunu olarak görmekte, tek taraflı girişimlere izin vermeyerek meseleyi en üst düzeyde ele almaktadır. Bu sorunun ‘oldu bitti’ye getirilmemesi ve kararlılığını gösterebilmek adına Türkiye bu tatbikatlara önem vermektedir.” şeklinde açıklamalarda bulundu.

Meseleyi temelde Doğu Akdeniz ve bu bağlamda yaşanan gelişmelerle ele almamızın daha doğru olacağını dile getiren Ozan, “Son birkaç yıldır sadece Doğu Akdeniz’de değil Türkiye’nin yakın coğrafyasında da çeşitli gerilimlerin arttığı görülmektedir. Libya’da yaşanan çatışma süreci, Cezayir ve Sudan’da yaşanan politik süreçler, Akdeniz’in güney sahillerinde giderek artan belirsizlikleri gözler önüne sermektedir. Aynı zamanda İran ile Amerika arasında yaşanan gelişmeler, Basra Körfezi’ndeki gerilim ve çatışma ihtimali, Ortadoğu’da devam eden çatışmalar, Suriye ve Yemen gibi sorunlar ve buna ek olarak Karadeniz boyutu ve Kırım’da devam eden gerginlikler de gerilimlere örnek olarak gösterilebilir. Genel olarak baktığımızda Türkiye’nin yakın çevresinde ciddi askeri sorunlar, çatışmalar, belirsizlikler ve siyasal riskler artmaktadır. Doğrudan doğruya Doğu Akdeniz’i ilgilendirmese de coğrafyaya bir bütün olarak bakmamız Türkiye’nin yakın çevresini değerlendirmemiz açısından önemlidir. Ciddi askeri hareketlilik, çatışma ve belirsizlik süreci; bütün bu süreçlere bir yanıt verme, kararlılığını gösterme ve risklere karşı hazırlıklı olduğunu belli etme açısından Denizkurdu Tatbikatı’nı bu geniş çerçevede önemli kılmaktadır.” olarak değerlendirdi.

Doç. Dr. Birol ERTAN (Siyaset Bilimci)

Doç. Dr. Birol Ertan, konuya dair yaptığı değerlendirmede, “Milli güvenlik ihtiyaçları ve riskleri her geçen gün değişirken 21. yüzyılda denizlerin önemi çok daha fazla hissedilmeye başlandı. Muharip kuvvetler açısından hedef bir ülkeye yaklaşabilmenin en kolay ve güvenli yolu denizler olurken, deniz altı enerji kaynakları ve denizlerin stratejik önemlerinin arttığı bir çağa girdik.” ifadelerini kullandı.

Mevcut durumun farkında olan TSK’nın deniz gücüne yönelik ciddi atılımlar yapmaya başladığını belirten Ertan, “Geçtiğimiz dönemde Mavi Vatan Tatbikatı’nı başarılı şekilde icra eden Türk Silahlı Kuvvetlerimiz; en büyük planlı tatbikatlardan birisi olan Denizkurdu-2019 Tatbikatı’nı da ülkemizin üç tarafındaki denizlerde 131 gemi, 57 uçak ve 33 helikopterin katılımıyla gerçekleştirmeye başladı. Tatbikat; Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’de aynı anda ilk defa icra edilen fiili bir tatbikat olarak da tarihe geçmektedir.” diye konuştu. Ertan, “Başarılı biçimde icra edilen Mavi Vatan Tatbikatı’ndan sonra TSK’nın başlattığı ve tarihinin en büyük kapsamlı tatbikatlarından birisi olan Denizkurdu-2019; Yunanistan başta olmak üzere çevre ülkelerde ve dünyada büyük yankı uyandırmış ve uyandırmaya devam etmektedir.” yorumunda bulundu.

Tatbikatın ülkelere birtakım mesajlar verdiğini de ifade eden Ertan, “Tatbikatta Deniz Kuvvetlerimizin envanterindeki yeni ekipmanlar ve yerli üretim milli silah sistemleri yer almaktadır. Bu açıdan tatbikat, son günlerde Yunan ve Rum kaynaklı tehditlere yönelik Doğu Akdeniz’de bir güç gösterisi şeklinde karşımıza çıkmakta ve bölgede varlığı bulunan ülkelere uyarı niteliğinde önemli mesajlar vermektedir.” şeklinde konuştu.

Dr. Ahmet Zeki BULUNÇ (Emekli Büyükelçi)

Dr. Ahmet Zeki Bulunç, Türkiye’nin söz konusu tatbikatla askeri kabiliyetlerini test ettiğini belirterek, “TSK’nın en büyük planlı tatbikatlarından biri olan ‘Denizkurdu-2019’ eğitim amaçlı gerçekleştirilen bir faaliyettir. Bu tatbikatla birlikte hem TSK’nın çeşitli boyutlarda gerçekleştirdiği hazırlık çalışmaları hem de imkân ve kabiliyetleri uygulamadaki pozisyonları ölçülmektedir.” değerlendirmesinde bulundu.

İçinde bulunduğumuz dönemde Türkiye’ye karşı gerçekleştirilen girişimlere karşılık olarak Denizkurdu Tatbikatı’nın çok önemli bir yeri olduğunu ifade eden Bulunç, “Yunanistan’ın Ege Denizi’nde Türkiye’nin çıkarlarına karşı olan girişimleri, Türkiye’nin hukuksal ve siyasal haklarına karşılık öne sürülen egemenlik hak iddiaları, Doğu Akdeniz’de GKRY’nin hidrokarbon yataklarının araştırılması, Kıbrıs Türk halkının ve KKTC’nin haklarına ve Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesine doğrudan gasp girişimleri Türkiye’ye yönelik gerçekleştirilen girişimler arasındadır. Aynı zamanda bölgede İsrail, GKRY ve Yunanistan bağlantılı üçlü ittifaklar kurmaya çalışılması, Türkiye’ye karşı yeni denge oluşumlarının geliştirilmesi, bunun yanı sıra Mısır, Yunanistan ve GKRY girişimleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu girişimlerin genişletilerek AB ülkelerini içine alması ve bu ülkelerin dikkatini bölgedeki alanlara çekmesiyle Türkiye’ye karşı uygulanan siyasal baskı unsuru da dikkate alınmalıdır. Türkiye’nin Fatih ve Piri Reis gemileriyle gerçekleştirdiği sondaj çalışmalarını göz önünde bulundurduğumuzda bu ortamda Rumların taciz girişimleriyle karşılaşmaktayız. Söz konusu ortamda Denizkurdu Tatbikatı çok önemli bir mesaj vermektedir.” şeklinde konuştu.

Emekli Büyükelçi’ye göre Türkiye, Denizkurdu Tatbikatı sayesinde Karadeniz, Ege Denizi, Akdeniz ve özellikle de Doğu Akdeniz’de hak ve çıkarlarını koruyabilecek imkân ve kabiliyete sahip olduğunu ve haklarının çiğnenmesi halinde gerekli yanıtı verebilecek gücü olduğunu göstermekte ve bu konuda başta GKRY olmak üzere Ege’de Yunanistan’a ve bölge ülkelerine mesaj vermektedir.

Fransa’nın Doğu Akdeniz’deki girişimlerine dikkat çeken Bulunç, “GKRY’nin Fransa’ya sürekli kullanabileceği bir deniz üssü vermesi ve bu konuda yapılan askeri işbirliği antlaşması, GKRY’nin doğrudan Türkiye’ye karşı, Fransa’ya Kıbrıs Adası üzerinde hak iddia edebileceği bir statü vermeye çalıştığını göstermektedir. Bunu Türkiye’ye karşı kullanılabilecek bir yaklaşım olarak görmek lazımdır. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken garanti ve ittifak antlaşmaları bağlamında, uluslararası anlamda Lefkoşa, Zürih ve Londra antlaşmaları devletin kuruluşunda önemli bir nitelik ortaya koymaktadır. Bu antlaşmaların ışığında, Fransa’yla GKRY’nin deniz üssü için antlaşma yapması ve bununla birlikte Fransa’ya sürekli kullanacağı bir üs sağlaması uluslararası antlaşmalara aykırı bir durumdur. Bu da garantör ülke olarak Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir gelişmedir. Türkiye’nin siyasi, hukuki ve stratejik olarak gerekli önlemleri alması gerekmektedir. Türkiye ile KKTC arasında savunma ve işbirliği antlaşmalarının imzalanması ve Türkiye’ye deniz ve hava üslerinin sağlanması gerekmektedir.” ifadelerinde bulundu.

Son olarak olayların tarihsel boyutunu hatırlatan Emekli Büyükelçi, “1878 yılında Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu güç koşullarda, çıkarlarını koruması için İngiltere ile imzalanan antlaşma kapsamında Kıbrıs’ın geçici olarak İngiltere yönetimine devredilmesiyle Fransa’nın bugünkü durumu benzeştirilebilir. GKRY’nin denizlerde başlattığı hidrokarbon araştırmaları ve bu konuda verdiği izinlere karşılık Türkiye kendi haklarını korumak için bu bölgede girişimler başlatmıştır. Fransa ve GKRY arasında yapılan antlaşmanın gerekçesi olarak da bu girişimleri engelleme amacı gösterilmektedir. Bu da 1878’de İngiltere’nin Akdeniz politikası çerçevesinde Doğu Akdeniz’de belli haklar elde edebilmek için zayıf durumdaki Osmanlıyı kullanarak bu imkânı yaratmaya çalışmasına benzemektedir ve günümüzde Fransa’nın da bir başka boyutla Türkiye’ye karşı önlem geliştirme ve ondan korunma amacı altında Doğu Akdeniz’e yerleşerek kendi çıkarlarını koruma girişimi olarak görülebilir. Türkiye gerekli stratejik, ekonomik, siyasi ve diplomasi girişimlerini mutlaka sonuçlandırmalı ve karşılık verecek pozisyonu yaratmalıdır.” değerlendirmelerde bulundu.

Bülent ERANDAÇ (Gazeteci-Yazar)

Doğu Akdeniz’in dünyanın en kritik bölgesi haline geldiğini belirten Bülent Erandaç, “Petrol ve gaz rezervlerinin tespit edildiği 2010 yılından itibaren Doğu Akdeniz, dünya meselelerinin ve küresel dansın yapıldığı bir alan haline gelmiştir. Doğu Akdeniz’in bir ucunda Süveyş Kanalı bulunmaktadır. Dünyanın en büyük ticaret projesi olan Kuşak-Yol Projesi, Asya üzerinden başlayarak bu bölgeden geçmekte ve hayati önem taşımaktadır. Petrol ve gaz rezervlerinde hakimiyet kurulması ve Avrupa’ya 100-150 yıl yetecek gazın varlığı, bölgeyi tüm devletler açısından çekici hale getirmiştir.” dedi.

Bölgenin önemi artıran bir diğer konunun Rusya’nın Suriye’deki üssü olduğunu ifade eden Erandaç, “Rusya, bölgeye ikinci bir üssün kurulması yönünde adımlarını atmıştır. Bu ise, Rusya’nın Akdeniz’deki varlığını göstermektedir. Amerika’nın 6. Filosu da Akdeniz’den sorumludur. Avrupa’dan ise Fransa ve İngiltere bölgede etkilidir. İngiltere, Kıbrıs üslerinde hakimiyetini devam ettirmektedir. Birkaç gün önce tamamlanan anlaşma ile Fransa, Kıbrıs’ın güneyinde askeri üs kurma kararı almış ve bölgeye Charles de Gaulle Uçak Gemisi’ni göndermiştir. Küresel güçlerin böylesine dans ettiği bir alanda, bölgesel güç olarak ise Türkiye öne çıkmaktadır. Türkiye denklemin en önemli noktasındadır.” yorumunu yaptı.

Ortadoğu’da oynanan bütün oyunların Doğu Akdeniz’le yakından ilişkisi olduğunu söyleyen Erandaç, “Zaman zaman çıkacağı söylenen 3. Dünya Savaşı’nın patlak vereceği nokta Doğu Akdeniz olacaktır. Bu gelişmeler ışığında 2018 yılında Milli Güvenlik Kurulu’nda bölgeyi ilgilendiren birtakım kararlar alınmıştır. Bunlardan biri Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin hâkim olduğu bölgelerde, Türkiye’den habersiz hareket edilemeyeceği yönündedir. Diğer bir karar, bölgede Yunanistan tarafından ilan edilen ekonomik deniz sahasındaki parseller ile gerçek haritanın çakışmasından dolayı işbirliği olmadan arama ve çıkarma yapılamayacağı yönünde olmuştur.” diye konuştu.

Denizkurdu-2019 Tatbikatı’nın Türkiye’nin savunma sanayii ve donanmasındaki gelişmelerine paralel olarak icra edilen dev bir gösteri olduğunu söyleyen Erandaç, önümüzdeki günlerde bu gelişmelerin yeni bir boyut kazanacağını belirterek, “Suriye olayının çözülememiş olması, İsrail’in Lübnan üzerine yapacağı tehlikeli girişimler ve Gazze üzerinde yaptığı oyunlara paralel olarak Türkiye’nin hakları bağlamında bu denklem en kritik noktaya gelmiştir. Doğu Akdeniz, savaş tamtamlarının çalındığı bölge olarak göz kırpmaktadır.” şeklinde değerlendirdi.

Çağla Dilmen
Çağla Dilmen
Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü