Tarih:

Paylaş:

İran Askeri Doktrininde Düşman Kavramı

Benzer İçerikler

Dünyadaki bütün orduların askeri stratejilerinin temeli olan askeri doktrin, düşmanları ve tehlikeleri belirli askeri kriterlere göre ayıran bir norm şeklinde ifade edilmektedir. İhtilaf ve tehlike, bu kapsamda temel normlardır. Bu nedenle askeri doktrinler politika liderlerinin doğrudan bir yansıması olarak kimlik bulmaktadır. Doktrinler konu olan ülkeler ya da temsil ettiği tehlike ve tehdidin derecesine bağlı olarak politik ve stratejik bir ayrışmaya gidebilmektedir.

Yukarıdaki tanımlamadan hareketle İran askeri doktrininin düşman hipotezine bakmak gerekirse İran’ın politik zihniyet ve vizyonunun iç ve dış gerçekliklere etkisinden bahsetmek büyük önem arz etmektedir. İran, güvenlik kapsamında düşmanın çoklu imajını göz önünde bulundurarak; Zerdüştlüğün tarihi formasyonlarının ülkenin dünya vizyonuna katkısı sayesinde farklı bir askeri doktrin ortaya koymaktadır. Bu düşünceye göre dünya iki alana ayrılmaktadır: Birincisi İran’ın önderlik ettiği ülkeler; ikincisi ise Batılı güçlerin önderliğindeki kötülüğü temsil eden diğer bölge. (Bu iki düşünce-vizyon daha sonra “ezilen ve kibirli” olarak değiştirilmiş ve Humeyni’nin fikirlerine de yansımıştır.)

1979 yılında İran İslam Devrimi’nin gerçekleşmesinin ilk anlarından itibaren İran jeo-güvenliği Dini Rehber Humeyni’nin tasnifine göre dünyayı üç ana bölüme ayırmıştır:

  • İran tarafından yönetilen İslam Dünyası
  • Eski Sovyetler Birliği tarafından yönetilen sosyalist dünya
  • Amerika Birleşik Devletleri (ABD) liderliğindeki kapitalist dünya

Dini Rehber İran askeri doktrinindeki “düşman” kavramına dahil olan devletleri şu şekilde tasnif etmiştir:

  • ABD ve İsrail: Kâfir ülkeler.
  • Çin veya Kuzey Kore: Dost ülkeler.
  • Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri: Düşman-kâfir devletlerle işbirliği yapan kafir ülkeler.
  • Mısır ve Cezayir: Dostça yaklaşan fakat kâfir devletlerle işbirliği yapan ülkeler.
  • Üçüncü dünya ülkeleri ve bağlantısız ülkeler: Tarafsız ülkeler.

Mevcut İran askeri doktrinine bakıldığında düşmanların stratejik sınıflandırılma şeklinin son zamanlarda Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) temel kitapçığına da aynı şekilde yansıdığı görülecektir:

  • Birincil düşmanlar: ABD, Suudi Arabistan, İsrail ve Irak Baas Partisi.
  • İkincil düşmanlar: Türkiye, Pakistan, Ürdün, Mısır.
  • Üçüncül düşmanlar: Halkın Mücahitleri Örgütü (HMÖ), silahlı Ahvaz Hareketi, Adalet Ordusu, Taliban ve diğerleri gibi İran’a muhalif oluşumların çoğu ile İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzuna karşı çıkan Sünni “silahlı” gruplar.

İran düşmanlarına karşı net bir tavırla yaklaşmamaktadır. ABD ve İsrail düşmanlığı son derece belirginken; El-Kaide gibi radikal Sünni İslami örgütlerle ilişkilerinde “düşman olma” olasılığı üzerinden politika yürütmektedir.

Bu vizyon Türkiye, Pakistan, Katar gibi ülkeler ve Hamas gibi Filistinli silahlı gruplarla uzlaşma imkânının ortadan kalkabileceğini; ancak onlarla ittifakın örümcek ağı gibi olduğunu ve dolayısıyla İran’ın stratejik vizyonunu pragmatizm özelinde resmettiğini göstermektedir. Diğer bir deyişle düşman yaklaşımı, İran’ın ulusal çıkarlarına göre değişmektedir.

DMO, Kudüs Tugayları, Besic gibi İran askeri kuruluşlarının doktrin süreci sadece dış cephe düşmanlarıyla sınırlı değildir; İran’ın iç cephesi de büyük önem taşımaktadır. DMO’nun 1982 tarihli tüzüğünde şu şekilde bir ifade geçmektedir: “DMO’nun ana görevi, yurtiçi ve yurtdışındaki düşmanlara karşı İslam Cumhuriyeti’nin ilkelerini muhafaza etmektir.” Belirtmek gerekir ki; DMO İran’daki birçok eğitim kurumuyla işbirliği yapmaktadır. DMO’nun ideolojik açıdan hazırlamasına katkıda bulunan eğitim kurumlarının başında Kum’da konumlanan Shahid Mahallati Üniversitesi, Tebriz’de yer alan Seyyid el-Şahadaa Eğitim Merkezi, İmam Hüseyin Üniversitesi ve diğer kuruluşlar bulunmaktadır.

Düşman yaratma hususu, İran askeri düşüncesinde gerçek düşmanlar kadar önem taşımaktadır. İran medyası yapay düşman yaratma konusunda önemli bir etkiye sahiptir. Bu algıya Dini Rehber ile DMO’nun demeçlerinde ve hatta cuma namazı vaazlarında yer verilmektedir. Bütün bunlar, İran halkının sürekli bir şaşkınlık hali içinde bırakıldığına ve rejimin sosyal-ekonomik meselelerde attığı yanlış adımlardan dönerek; devamlılığı sağlamaya çalışıldığına işarettir. Durumun en yakın örneği ise İran’daki son protestolardır. İran gazete, dergi, radyo ve uydu kanalları gibi İran medyasını oluşturan tüm faktörler söz konusu süreçte önemli bir rol oynamaktadır.

İran askeri sistemi devletin tüm kapasitesini kullanarak ve ifade özgürlüğüyle ilgili tüm insan hakları kurallarının ihlal edilmesine izin vererek; düşman hipotezinin oluşturulmasıyla İran askeri doktrinine önemli bir şekil verilmiştir. Söz konusu düşman hipotezi ülkenin iç muhalefet güçleri tarafından oldukça eleştirilmektedir. Dahası söz konusu hipotezle Tahran yönetimi Şiiliği savunma adı altında Ortadoğu ve diğer bölgelerdeki birçok ülkeye girme hakkını meşrulaştırmaktadır. Düşman varsayımı, Velayet-i Fakih anlayışında Dini Rehber’in kayıp imamın adına İslam Cumhuriyeti’nin işlerini yöneten kişi olması hasebiyle siyasi erke hizmet bağlamında etkili bir tarihsel sembolizm ve dini meşruiyet kazandırmıştır. Buna ek olarak gizli bir şekilde faaliyet gösteren Dini Rehber ve DMO yetkilileri,  İslami İstişare Meclisi ya da başka bir İran yasama kurumunun kamuoyuna açıklama yapmaksızın kendilerine tesis ettikleri İran Ordusu’na ayrılan önemli ölçüdeki askeri bütçeyle ekonomik faydalar elde edebilmektedir.

İran ve Şia üst aklının düşman kavramını halk nezdinde meşru kılmasının birçok örneği mevcuttur. 28 Şubat 2018 tarihinde savcı yardımcısı Hüccetül İslam Muhammed Cafer Montazeri Gülistan eyaletinde yaptığı bir açıklamada: “Düşman, İran İslam Cumhuriyeti’nde güvenliği sağlamak için düşünce odaları; istihbarat uzmanlarının, Siyonistlerin, Amerikalıların ve İngilizlerin varlığı nedeniyle kurulan merkezler de dahil olmak üzere tüm mekanizmalardan faydalanıyor.” ifadesini kullanmıştır. 4 Haziran 2013 tarihinde Dini Rehber Ali Hamaney, Tahran’da gerçekleştirilen Ayetullah Humeyni’nin ölüm yıldönümünü yad etme programı münasebetiyle yaptığı bir açıklamada: “Düşmanın öfkesi, insanların kafasında Hz. Humeyni düşüncesinin hala ve ilelebet yaşamasından kaynaklanıyor.” sözlerini sarf etmiştir. İran Savunma Bakanı Hüseyin Dehghan: “Düşmanın son üç ay içinde ülkede yaratmaya çalıştığı güvensizlik ve huzursuzluk devre dışı bırakıldı!” ifadesiyle düşman kavramının algısal olarak iç politikaya aksettirildiğinin bir göstergesidir.

Ayrıca DMO Tuğgeneral Komutan Yardımcısı Hüseyin Salami, 1979 İran Devrimi’nin zaferinin 39. yıldönümünde Ahvaz Arap eyaletindeki bir konuşmasında düşmanın İran ile ekonomik alandaki çatışma hedefinin ülkeyi felç ettiğini dile getirmiş ve bölgedeki küçük aktörleri ima ederek: “Ülkelerin büyük güçlere dayanarak gelişmelerinin mümkün olmadığı göstermek istiyorlar.” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Salami: “Ancak devrimin sınırlarını aşmış durumdayız. Düşmana sınır ötesi harekatlarla karşılık vermekteyiz. Dahası bilim ve teknoloji dallarında iyi ilerleme kaydediyoruz. Buna ek olarak, düşman İran’ın füze gücünden korkuyor, biz kendimizi devrimden önceki devirle kıyaslamıyoruz çünkü o devirde acizlik içindeydik. Bu yüzden kendimizi dünyadaki gelişmiş ülkelerle kıyaslıyoruz.”

İran askeri doktrini, teknolojik gelişmelerin doğasıyla uyumlu alanlardaki birçok benzer çalışma incelenerek geliştirilmiştir. 1979 yılında başlayan hibrit savaş hipotezinin geliştirilmesi ve İran-Irak Savaşı doktrinin pratik bir başlangıcıdır. Daha sonra İran, bu deneyimi özellikle Irak, Suriye ve Yemen başta olmak üzere birçok ülkede kullanmaya başlamıştır. Tahran rejimi askeri güçler arasındaki dengeleri ele almak için ülkenin Körfez bölgesindeki askeri varlığını arttırmayı, bu ülkeleri tehdit eden ordular kurmayı ve söz konusu stratejinin başarısı için gerekli ortamı yaratmayı başarmış ve İran’ın başlatmış olduğu politik, medyatik ve sosyal kaos ortamını yani askeri doktrinini oluşturmuştur.

Washington merkezli Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi (CSIS) tarafından yayımlanan “Nükleer Anlaşma Sonrasında Körfez Suları: Provokasyonlar ile İran Deniz Kuvvetleri ve ABD Politikasının Karşılaştığı Zorluklar” başlıklı raporda hibrit savaşın önemine vurgu yapılmıştır. Körfez bölgesinde İran’ın askeri stratejisini geliştirdiğine işaret edilmiş ve deniz stratejisi ve savunma sisteminin iyi bir düzeye getirilmesine ek olarak, çok sayıda taşınabilir anti-gemi füzesi kullanıldığını bu bağlamda da küçük teknelere büyük önem verildiği ifade edilmiştir.

İran’ın hibrit savaşı askeri doktrininde temel bir dayanak haline getirmesinin birçok nedeni vardır. Özellikle askeri harekât gerektiren operasyonlarda etkili olabilmek için İran silahlı kuvvetlerinin hazırlıksız olması, askeri yeteneklerin geliştirilmesi ve modernleştirilmesinin zaman alması ve hızını etkilemesi nedeniyle ülke ordusuna büyük bir rol düşmektedir. Washington Araştırma Merkezi’nden Melissa Dalton’un belirttiği gibi; İran’ın Basra Körfezi’ni uzun bir süre kapatamayacaktır ve atabileceği en büyük adım füzelerle karşı koymak olacaktır. Çünkü DMO ve ona bağlı gruplar karada daha fazla etkindir.

İran’ın hibrit savaş alanındaki en önemli askeri taktikleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:

  • Komşu ülkelere karşı sivil ve askeri olmak üzere çift kullanımlı nükleer programlar geliştirmek ve bölgedeki yabancı aktörler bağlamında caydırıcılık sağlamak için ülkenin uranyum zenginleştirmesinin barışçıl ve sivil amaçlar için olduğunu iddia ederek; meşruiyet kazanmak ve bölgede nükleer bir güç olmak hedeflenmektedir.
  • İran bölgedeki etkinliğini arttırabilmek için yeni bir strateji geliştirmesi gerektiğinin farkındadır. Buradan hareketle nükleer çalışmalar kapsamında balistik füze yapımını düşman aktörlere karşı kullanma eğilimindedir.
  • Savaşmak için modern teknolojiye güvenmekten çok birey ve silah sistemlerinde niceliksel üstünlük sağlamak istenmektedir.
  • Körfez bölgesinde çok sayıda küçük gemi ile anti-gemi füzelerini kullanmak amaçlanmaktadır.
  • Küçük savaş gruplarına odaklanarak; hızlı hareket edebilecek, hedefleri doğru bir şekilde vuracak ve düşmanın yok edilmesini sağlamak adına büyük gemiler veya ileri kuvvetlerin hareketlerini kısıtlama bağlamında “vur kaç” stratejisi pekiştirilmek istenmektedir.
  • İran askeri sistemlerinin; özellikle de hava kuvvetleri kapsamında kullanılanların çoğu eskimeden mustariptir. Bu nedenle İran, askeri modernizasyona büyük önem vermektedir. Çin, Rusya ve Kuzey Kore’den ithal edilen silahlar askeri harcamalar bağlamında büyük önem teşkil etmektedir.

İran’ın bölgesel kapsamda karşılaştığı zorluklar ise şu şekilde gösterilebilir:

  • Geniş coğrafi sınırlar,
  • Irak’tan ülkeye doğru gerçekleşen göç dalgaları,
  • İran Devrim Muhafızları’nın yapı ve kurumları ile Irak, Suriye, Yemen ve Bahreyn’deki İran bağlantılı silahlı grupların birleşimiyle elde edilen “Mozaik Savaş” stratejisi,
  • “Gerilla savaşı” hipotezini izlenen politikalardan ayrı tutamamak. (Nitekim İran biliyor ki düzenli bir savaşa girerse kaybedecektir. Bu yüzden sokak savaşlarına dayalı bir savaş stratejisi uygulamak istemektedir.)

Özet olarak; İran her zaman bölgede varlık gösteren ABD ve Körfez Ülkelerinin askeri mevcudiyetine karşı yaşadığı stratejik zorlukları aşmak için hibrit savaş senaryoları geliştirmek üzere çalışmalar yapmıştır. Söz konusu bölgedeki İran’a muhalif olan devletlerin coğrafi, askeri ya da stratejik bağlamdaki farklılıkları ışığında askeri yetenekler şekillendirilmektedir. Bu yetenekler saldırı ve savunma arasındaki dengeyi kurabilme üzerine odaklanmaktadır. Denge durumuyla askeri ve coğrafi avantajlarını birleştiren İslami rejim, olası saldırı durumu kapsamında politika üretmektedir.