Tarih:

Paylaş:

İran’da Derin Krizin Bir Diğer Adı: Ekonomi

Benzer İçerikler

 

İran’da seçimler yaklaşırken, iç siyasette sık sık gündeme gelen fakat önemi pek çok kişi tarafından göz ardı edilen bir konu artık kendini gün yüzüne çıkarmakta: Ekonomi. İran’ın yeni yılının ilk günü olan 21 Mart tarihinde gerçekleşen ve en önemli yıllık konuşmalardan biri olarak kabul edilen Nevruz konuşması sırasında Dini Lider Ali Hamaney, konuşma metninin önemli bir kısmını ekonomiye ve bununla bağlantılı sorunlara ayırdı. Ülkenin istikrar ve güvenliğinin iktisadi başarı olmaksızın sağlanamayacağını dile getiren Hamaney; ekonomik zayıflıklara, yönetim eksikliklerine, işsizlik sorununun büyüklüğüne ve bununla bağlantılı toplumsal ve kültürel problemlere değindi.[1]

Dini Lider’in yanısıra, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin açıklamalarında da ekonomik sorunlara yaptığı vurgu giderek daha görünür ve doğrudan bir hâl almaya başladı. 25Mart tarihinde bir petrokimya tesisinin açılışında konuşan Ruhani, özel sektör yatırımcılarına yönelik tutuklama ve baskıları eleştirerek, bunların yatırım faaliyetlerini engellendiğini ifade etti. Daha yakın tarihlere gelindiğinde ise en dikkat çekici nokta, Ruhani’nin açık bir biçimde Devrim Muhafızları’nın ekonomik müdahalelerini eleştirmesi oldu. Eski Devrim Muhafızları Komutanı Muhsin Rızayi’nin ekonomik yönetimin Devrim Muhafızları’na devredilmesi gerektiğini savunan açıklamalarının ardından Ruhani, İran Anayasası’nın silahlı kuvvetlere yüklediği asli görevleri hatırlatarak, üstü kapalı da olsa, ekonomik alana müdahalenin Muhafızlar’ın yetkileri dışında kaldığını ifade etti. [2]

İran yönetiminin iki kanadının ekonomiye dair eleştirileri bunlarla da sınırlı kalmadı. Ekonomik yönetim eksikliklerine ve başarısızlıklara değinilmesinin Devrim Muhafızları’nı işaret ettiğini iddia etmek için elimizde pek çok neden bulunmakta. Örneğin; Hamaney’in Nevruz konuşmasında dikkat çeken noktalardan biri de kaçakçılık konusu üzerinde önemle durması, bununla mücadele edilmesi gerektiğini vurgulamasıydı. Bu açıklamayla paralel bir biçimde hükümet kanadından Endüstri ve Ticaret Bakanı Muhammed Rıza Nimetzade, yakın bir tarihte verdiği röportajda, sınır uygulamalarından sorumlu olan Devrim Muhafızları’nı kaçakçılıkla suçladı.[3]Devrim Muhafızları’nın öteden beri sık sık kaçakçılıkla birlikte anılması hususu, ülke içindeki ekonomik egemenlikleriyle birlikte ele alındığında, hükümet kadar Dini Lider’in de eleştirilerini esas olarak Devrim Muhafızları’nın ekonomik faaliyetlerine yönelttiğini gösteriyor.

Anlaşıldığı üzere, farklı devlet organları, artık saklanamayacak ölçüde açığa çıkan ve yönetime karşı baskı yaratan ekonomik sorunlar üzerinden birbirlerini suçlama ve bir bakıma sorumluluğu üzerlerinden atma çabasına girmiş durumdalar. Devletin farklı kurumlarının birbirini suçlamasına neden olan ekonomi sorununun seçimlerin yaklaştığı dönemde daha da görünür olmasının altında, hiç kuşkusuz iç ve dış kaynaklı olmak üzere bir dizi neden yatıyor. Bu noktada, ilk olarak İran’ın yıllara göre ekonomik verilerinin ortaya konmasında yarar vardır.

Tablo-1

Yaptırımlar Dönemi Nükleer Anlaşma Dönemi
2011 2012 2013 2014 2015 2016
GSYH

(Milyar Dolar)

 

570

 

382

 

379,4

 

414,8

 

390

 

412,3

Reel Büyüme (%)  

3,75

 

-6,6

 

-1,9

 

4,3

 

0,3

 

4,4

Kişi Başına GSYH (Dolar)  

7.557

 

4.998

 

4.899

 

5.287

 

4.907

 

5.124

İthalat (% Değişim)  

-8,8

 

-13,3

 

-7,7

 

11,9

 

1,4

 

14,7

İhracat (% Değişim)  

5,8

 

-28,1

 

-1,9

 

15,8

 

31,1

 

23,8

Petrol Üretimi (MilyonVaril/Gün)  

4,21

 

3,52

 

3,19

 

3,38

 

3,44

 

4,13

Kaynak: Genel veriler için “IMF-World Economic Outlook Database”den, petrol üretim bilgileri için “U.S. Energy Information Administration”dan yararlanılmıştır.

Tablo-2

2011 Ortalaması Ambargo Dönemi Ortalaması Nisan 2017 Seviyesi
Petrol İhracatı (Milyon Varil/Gün)  

2,5

 

1,057

 

2,4

Kaynak:  Katzman, Kenneth (2017), “Iran Sanctions”, Congressional Research Service (CRS) Report, s.22. [4]

Öncelikli olarak ele alınması gereken nokta, uluslararası gelişmelerin İran’da yarattığı beklentiler meselesidir. Nükleer anlaşmanın imzalanması sonucunda yaptırım ve ambargoların kademeli olarak kaldırılmaya başlanması, bir taraftan İran içinde ekonomik atılım yönünde bir beklenti yaratırken, diğer taraftan da uluslararası düzeyde belli kaygıları beslemeye yol açmış durumda. Nitekim nükleer anlaşmanın imzalandığı günlerde analistler tarafından en çok dile getirilen husus, İran’ın ekonomik baskılardan kurtulduktan sonra elde edeceği kazanımları uluslararası toplumun aleyhine kullanacağı iddiası idi. Bu görüşlere göre İran, yurtdışındaki müttefiklerini finansal olarak daha fazla destekleyebilecek, askeri harcamalarını arttırabilecek ve dış politikada daha saldırgan bir çizgi takip edebilecekti.

İç politikada ise anlaşmanın yarattığı olumlu hava; daha çok uluslararası izolasyonun hafiflemesi, dünya ile bütünleşme şansının doğması ve bununla bağlantılı olarak finans ve yatırımcı akışının artması beklentileri üzerine kuruluydu. Ruhani’nin vaatleri de göz önüne alındığında, anlaşmayla birlikte yönetimin ekonomiyle ilgili verdiği sözleri gerçekleştirebileceği umutları doğmuştu. Ancak, mevcut yapısal sorunlar da göz önüne alınarak değerlendirildiğinde Ruhani; beklentileri karşılamaktan çok uzak bir profil sergileyerek, iş alanlarının yetersizliğinin ciddi boyutlara ulaştığı, genç işsizlik sorununun kronik bir hâl aldığı ve ekonominin darboğaza sürüklendiği bir sürece öncülük etti.

Sorunun iki boyutunun da birbirinin içine geçtiği mevcut durumda, uluslararası bağlamı ülke içindeki bağlamdan ayırmak mümkün değildir. Yaptırımların hafifletilmesi ve İran’ın yurtdışındaki varlıklarının serbest kalmasıyla ortaya çıkabilecek olumsuz durumlara dair öngörüler, gün itibarıyla aşağı yukarı gerçekleşmiş durumda. İran’da büyük oranda devletin, özellikle de Devrim Muhafızları’nın güdümünde olan ekonomi, yaptırımların hafifletilmesiyle üretici bir fayda elde edememiş görünüyor. Bunun yerine, finansal açıdan bariyerlerin kalkması ve petrol gelirlerinin yaptırım yıllarının hayli üzerine çıkması, temel olarak ülkedeki elitlerin yararına oldu. Bu durum da, yurtdışı operasyonlarının finansal açıdan daha rahat desteklenmesi ve askeri harcamaların artması yönündeki kaygıların temelsiz olmadığını açıkça gösterdi.

Nitekim İran, 2016 yılından bu yana Suriye’deki askeri varlığını salt danışmanlar düzeyinde tutmadı. Bu bölgeye kısaca Nohed olarak bilinen 65. Tugay personelini yerleştirmeye başladı. Ayrıca balistik füzeleri geliştirme çalışmaları devam ettirilerek, 2016 yılında Devrim Muhafızları bünyesinde bağımsız bir kol olarak Hava Birimi kuruldu. Bu birim şimdilerde, geliştirilen füze sistemlerini taşıma kapasitesine sahip olacak saldırı helikopterleri üreteceğini de duyurdu. [5]

Görüldüğü gibi yaptırımların gevşetilmesi ülke içinde istihdam artırıcı projelerin gelişmesine yol açmadı; daha ziyade ülke ekonomisini yöneten Devrim Muhafızları’nın kendi amaçlarına yönelik çıkarlar sağlamasına sebep oldu. Öte yandan hem yürürlükte kalan yaptırımlar hem de ülkenin ekonomik, politik ve hukuki yapısının yol açtığı zorluklar, özel sektör yatırımlarının ve yabancı yatırımların gelişmesini engellemekte. İşte bu nokta, Ruhani’nin eleştirilenin kaynağı olan, onun ekonomik olarak başarıya ulaşmasının önündeki temel engeller olarak ortaya çıkıyor.

Ülkenin hukuki ve ekonomik yönetiminin fiili olarak Devrim Muhafızları’nın elinde olduğu göz önünde bulundurulursa, Ruhani’nin yukarıda ifade edilen eleştirilerinin alt metnini daha iyi okumak mümkün olacaktır. Öncelikle Ruhani, çifte vatandaşların ve yabancı yatırımcıların karşılaştığı baskılara tepki göstererek, ülkenin hukuki yapısının yatırıma uygun olmayışına dikkatleri çekiyor. 2000’li yılların başlarında başlayan özelleştirme girişimlerinin dahi özel sektörün gelişmesiyle değil; devletin elindeki varlıkların Devrim Muhafızları’na yakın çevrelerin eline geçmesiyle sonuçlanması, ekonomik alanda başka aktörlerin faaliyette bulunmalarını zora soktu. Bu bakımdan özelleşme, bilindiği anlamıyla ekonomik alanın özel girişimcilere açılması ve devlet faaliyetlerinin azaltılması biçiminde gerçekleşemedi. Aksine, hukuksal yapı yabancı sermayenin yatırım yapmasının önündeki en önemli engellerden birini teşkil etti; bürokratik engeller söz konusu devlet teşebbüslerinin ve Devrim Muhafızları’na yakın kuruluşların lehine işledi.[6] Tüm bunların sonucu olarak da, Muhafızlar’ın resmi/gayriresmi gelirleri ile askeri bütçeden ve diğer devlet kaynaklarından elde ettiği gelirlerde gözle görülür miktarda artış yaşandı. Bu bağlamda, aşağıdaki tabloda yer alan yıllara göre Muhafızlar’ın askeri bütçeden aldıkları paya dair veriler, durumun anlaşılması açısından kolaylık sağlayacaktır.

Tablo-3

  2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017
Askeri Bütçe (Milyar Dolar)  

6

 

9,29

 

12,02

 

14,5

 

15,9

Devrim Muhafızları’nın Bütçeden Aldığı Pay (Milyar Dolar)  

 

 

3,3

 

5

 

6,1

 

4,52

 

7

Kaynak: Devrim Muhafızları’nın bütçeden aldığı payın oranı “Anadolu Ajansı”[7], İran’ın askeri bütçe bilgileri ise “IOAC-US”den[8] alınmıştır.

Tüm bunlar birleştirildiğinde ve yatırım güvenliğinin olmayışı, rekabetçi ve şeffaf işleyen kurumların bulunmaması, yozlaşma, uygun hukuki zeminin mevcut olmaması, kısıtlama ve baskılar gibi hususlar göz önüne alındığında, uluslararası gelişmelerin ülke içine olumlu yönde yansımayacağı ve gelecekte de üretken bir özel sektörün oluşamayacağı öngörülebilir. Bu nedenle işsizliğin giderek artacağı ve bu durumun siyasiler üzerinde daha büyük baskılar yaratacağı da rahatlıkla söylenebilir. Örneğin Ekonomist’in verilerine göre İran’daki mevcut işsiz ordusuna,2020 yılına kadar 3 milyon yeni işgücü daha eklenecek.[9]

Nükleer anlaşma sonrası yapılan her uluslararası görüşmede ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi çağrısı yapan ve bu yolla yabancı yatırımcıları çekmeyi amaçlayan hükümet yetkilileri, içerde yapısal bir dönüşüm gerçekleşmediği ve Devrim Muhafızları gibi egemen bir yapıyla karşı karşıya olunduğu için, beklenen ekonomik adımları yakın tarihte de atacak gibi görünmüyor. Bu nedenle devletin farklı kurumları arasında ekonomi üzerinden yürütülen tartışma ve birbirini suçlama yarışı, seçimler yaklaşırken daha da fazla gün yüzüne çıkıyor. Geçmişte Arap Baharı dalgasının da ekonomik temellerden fazlaca beslendiği göz önünde bulundurulursa, yeni kurulacak İran yönetiminin ekonomik sorunlar karşısında ciddi bir sınavdan geçeceği öngörülebilir. Ülkede, yapısal bir dönüşümle birlikte ülke ekonomisini yatırıma açacak ve yeni iş alanları sağlayacak gelişmeler yaşanmadığı takdirde, alt gelir gruplarının baskısı her geçen gün daha fazla hissedilir hale gelecek. Bu nedenle önümüzdeki dönemde ekonomi konusunun İran siyasetinde öncelik ve önem kazanacağını ve devlet içinde yeni tartışmalara zemin hazırlayacağını bilerek hareket etmek gerekiyor.


[1]http://english.khamenei.ir/news/4733/I-Will-Confront-Anyone-Who-Attacks-the-Vote-of-the-People-in, (Erişim tarihi: 24.04.2017)

[2]http://www.ensonhaber.com/ruhaniden-devrim-muhafizlarina-elestiri-2017-04-18.html, (Erişim Tarihi: 24.04.2017)

[3]http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2017/04/iran-khamenei-resistance-economy-private-sector-vision.html, (Erişim Tarihi: 24.04.2017)

[4]https://fas.org/sgp/crs/mideast/RS20871.pdf, (Erişim Tarihi: 25.04.2017)

[5]http://www.tehrantimes.com/news/412828/Iran-developing-new-attack-helicopters-commander, (Erişim Tarihi: 25.04.2017)

[6]http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2016/11/iran-privatization-private-sector-impact-pension-funds.html, (Erişim Tarihi: 25.04.2017)

[7]http://aa.com.tr/tr/dunya/iranin-savas-butcesi-/702510, (Erişim Tarihi: 26.04.2017)

[8]http://www.oiac-us.com/ran-military-spending-elevated-by-70/, (Erişim Tarihi: 26.04.2017)

[9]http://www.economist.com/blogs/economist-explains/2016/12/economist-explains-4, (Erişim Tarihi: 26.04.2017)