Tarih:

Paylaş:

İran’ın Suriye’deki Geleceği

Benzer İçerikler

Son dönemde İran’ın Suriye’nin güneyindeki bölgelerden çekilmesi konusunda Moskova-Washington-Şam-Tel Aviv hattında cereyan eden pazarlık ve gizli işbirliği süreçleri şüphesiz en çok Tahran’ı tedirgin etmektedir. Uzmanlara göre İran, Suriye İç Savaşı’nın başlangıcından beri Devlet Başkanı Beşar Esad’ın ülkenin geleceğinde tek söz sahibi olarak kalmaya devam etmesini savunan en güçlü ve belki de tek aktördür. Fakat en çok merak edilen husus; “İran’ın gerçekten Beşar Esad’sız bir planı yok mu?” sorusu olmuştur. Diğer bir ifadeyle İran’ın Suriye’deki kırmızı çizgisi yalnızca Esad’ın geleceğini korumakla mı ilişkilidir. Bu sorunun cevabı muhtemelen “hayır” olacaktır. Lakin İran’ın stratejik tahayyülü Esad’ı sonuna kadar destekleyen açık planlarından biraz daha farklıdır. Daha açık bir ifadeyle İran, Esad’ın sonuna kadar iktidarda kalamayacağının farkındadır. Bu yüzden Tahran, iç savaşın başlamasından itibaren Suriye’nin geleceğine ilişkin yatırımlarını yapmaya başlamış ve bu kapsamda Esad rejimine destek olmak amacıyla Devrim Muhafızları Ordusu başta olmak üzere çok sayıda Şii milis grubun bu ülkede konuşlanmasını sağlamıştır. Bu sayede Lübnan’daki Hizbullah ve Irak’taki Haşdi Şabi gibi yapılanmaların tesis edilmesi suretiyle Esad sonrası Suriye’de “İran etkisinin” sınırlı da olsa devam ettirilmesi amaçlanmıştır.

Fakat bu unsurların ülkedeki varlığının sürdürülmesi için mevcut rejimin yeni bir liderle de olsa İran bağlantısını sürdürmesi gerekecekti. Ancak süreç İran’ın planladığı gibi gitmedi. Günümüzde gelinen noktada Esad, kendini İran’ın Suriye’deki varlığının sona erdirilmesine ilişkin yaşanan tartışmaların ortasında bulmuştur. Rus lider Vladimir Putin’in İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile gerçekleştiği Moskova Zirvesi’nin ve ABD Başkanı Donald Trump ile yaptığı Helsinki Zirvesi’nin ana gündem maddeleri; Esad’ın İran’ın bu ülkedeki varlığına son vermesi konusunda ikna edilmesi olmuştur. Kısacası İran, Esad sonrası Suriye planlarını erkene almak durumunda kalmış ve Tahran’ın bu ülkedeki “var olma savaşı” yeni başlamıştır. Bu konuda İran’ın Suriye’ye ilişkin endişelerini yükselten dört temel ilişki düzeyinden bahsedebiliriz:

Şam-Tel Aviv İlişkisi

İsrail, Suriye İç Savaşı’nın patlak vermesinin ardından İran’ın bu ülkeye giderek daha fazla müdahil olmasına uzun bir müddet göz yummuş ve kendisine tehdit oluşturan Lübnan sınırındaki Hizbullah’ın gücünün önemli bir kısmının bu savaşta kırılmasını, dolayısıyla Tahran’ın Suriye bataklığına saplanmasını umut etmiştir. Diğer taraftan Esad rejimi, Tel Aviv için Golan Tepeleri’ndeki varlığını sürdürebilmesi (kendi güvenliği) adına tercih edilebilir bir “düşmanı” temsil etmiş ve nihayetinde İsrail, Esad yönetimiyle bir dertlerinin olmadığını ve asıl sorunun bu ülkedeki İran ile Hizbullah gruplarının olduğunu belirtmiştir. Bunun en net göstergesi olarak İsrail Başbakanı Netanyahu: “Geçmişte Esad yönetimiyle tek bir sorunumuz yoktu, 40 yıl boyunca Golan Tepeleri’nde bize tek bir mermi bile sıkmadı” sözlerini kullanmıştır. Hatta İsrail, İran’ın Suriye’nin güney bölgelerinden çekilmesinin konuşulduğu son dönemde Esad güçlerinin Golan sınır hattı boyunca devriye gezmesine çok defagöz yummuştur. Diğer bir ifadeyle Esad rejimi, Golan Tepelerine doğru ilerlemeye çalışan İran’ın etkinliğinin sınırlandırılması adına İsrail için artık makul bir “müttefik” haline dönüşmüştür. Fakat Tel Aviv, ulusal güvenliğinin bir parçası olarak addettiği Golan Tepeleri konusunda herhangi bir taviz vermeyeceğini, aynı hafta içerisinde Suriye jetini düşürerek vermiştir.[1] Bu olayın asıl sebebi ise, Moskova’nın İsrail’e sunduğu İran’ın Golan tepelerinden 100 kilometreye kadar çekilmesi teklifinin Tel Aviv tarafından kabul görmemesi ve bunun üzerine Moskova’ya gözdağı verilmesidir.

Diğer taraftan Tel Aviv, Esad rejimini İran’ı bölgeden çıkartma konusunda ikna edebilmesi için Moskova’ya ihtiyacı olduğunun farkındadır. Bu noktada Moskova, İran’dan “nereye kadar” ve “hangi oranda” vazgeçebileceğinin hesaplarını yapmaktadır. Diğer bir ifadeyle, “İran’ın sahadaki gücü olmadan Moskova Suriye’de ne kadar yaşayabilir?” sorusu akıllara gelmektedir.  Bunun için İran İslam İnkılabı Rehberi’nin Uluslararası Danışmanı Ali Ekber Velayeti, Netanyahu’nun Moskova ziyareti esnasında Suriye’de Devlet Başkanı Beşar Esad’la görüşerek “savaşın kazananı benim ve bensiz Suriye’de yapamazsın” mesajı vermiştir.

Şam-Moskova İşbirliği

Rusya, 2015 yılının Eylül ayında başlattığı hava harekatlarıyla birlikte Suriye meselesine askerî açıdan doğrudan müdahil olmuş ve bu sayede Esad rejiminin ayakta kalmasında önemli bir pay sahibi olmuştur. Fakat Rusya’nın Suriye’deki asıl hedefinin Esad’ın geleceğini korumaktan ziyade bu ülkede elde edeceği kalıcı üsler ve ekonomik çıkarları olduğu iddia edilmiştir. Nihayetinde Moskova, Esad rejimiyle kurduğu yeni stratejik işbirliği sayesinde Suriye’de Tartus’taki deniz üssüne ilave olarak Lazkiye’de yeni bir hava üssü elde etmiştir. Buna karşılık İran, Şii milisler sayesinde Suriye sahasındaki etkinliğini olabildiğince genişletmiş ve rejimi ayakta tutan temel sacayaklarından biri haline dönüşmüştür. Buradan hareketle Tahran’ın Esad’ın iktidarda kalması konusunda Moskova’dan daha kararlı bir duruş sergilediği yorumları yapılmıştır. Fakat Rusya, Suriye savaşına müdahil olduğu günden bu yana Esad üzerindeki “büyük abi” rolünü ve askeri operasyonlar konusundaki “oyun kurucu” pozisyonunu hiçbir zaman İran’a kaptırmamıştır. Zira küresel güç konumundaki Rusya’nın Suriye’ye sunduğu güvenlik ve işbirliği fırsatları İran’ın sunabileceğinden çok daha fazla olmuştur. 2016 yılının sonralarında Halep, Nubul ve Zehra’nın ele geçirilmesinin yanı sıra İran destekli Şii milislerin Irak sınır hattındaki kaydettiği ilerleme Tahran’da zafer etkisi yaratmış, fakat son iki yıl içerisinde Doğu Guta ve Şam kırsallarının ele geçirilmesinde ve en son güney bölgelerde Suriye Ordusu’nun ilerlemesinde Rusya’nın sunduğu destek, Esad rejimin siyasi açıdan Moskova eksenine daha da yakınlaştırmıştır. Bu durum her yıl Suriye’ye 15 milyar dolar harcayan[2] İran’ın savaş sonrası elde etmeyi planladığı ekonomik kazançları kaybetmesi anlamına gelebilir. Savaşın sonuna yaklaştıkça ekonomik açıdan en avantajlı konuma yükselmek adına yürütülen diplomasi mücadelesi, Tahran-Moskova hattındaki stratejik işbirliğinin sonunu getirebilir.

Moskova-Tel Aviv Ekseni

Moskova’da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında gerçekleşen görüşmelerin en önemli gündem maddesi İran’ın Suriye’deki güçlerinin, İsrail sınırını oluşturan işgal altındaki Golan Tepeleri’nden uzaklaştırılması olmuştur. Moskova, asıl isteği İranlı milislerin ülkeden tamamen çıkartılması olan Tel Aviv karşısında önemli bir diplomasi mücadelesi vermiş ve bundan bir hafta sonra Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Alexander Lavrentiev, İran destekli Şii milislerin Golan Tepeleri’nden 85 km uzaklığa taşındığını açıklamıştır. Bunun hemen ardından Rusya’nın, Birleşmiş Milletler Gözlem Gücü (UNDOF) ile birlikte Golan Tepeleri sınırı boyunca 8 gözlem noktası oluşturması, iki ülke arasında belirli hususlarda uzlaşıya varıldığı izlenimini doğurmuştur. Böylelikle Putin, Esad üzerindeki ayrıcalıklarını ve Suriye konusunda İran ile kurmuş olduğu işbirliği sürecini baltalayabilecek olası çatışmalardan kaçınmak adına Golan’da tampon vazifesi üstlenmeye çalışmıştır. Bu sayede hem Esad güçlerinin bölgeye sevk edilmesini hem de İranlı milislerin kontrollü bir şekilde bölgeden uzaklaşmasını sağlamayı hedeflemiştir.

Rusya’nın Suriye İç Savaşı’na angaje olmasından itibaren Moskova ve Tel Aviv arasında “çatışmadan kaçınma” ve “operasyonel” anlamda zımni bir işbirliği anlayışı ortaya çıkmıştı. Halbuki İsrail, savaşın başlangıcında Esad’ın gitmesini isteyen ve böylelikle Suriye-Rusya karşısında konumlanan Batı kampının önemli bir parçasıydı. Fakat şimdi, aynı Türkiye örneğinde olduğu gibi iki eksen arasındaki dengeyi bulma konusunda önemli bir ilerleme kaydetti. İsrail, bir yandan Amerika’dan bölgedeki güçlerini çekmemesini isterken diğer yandan Suriye’de düzenleyeceği operasyonlar hususunda Rusya’nın kendisine göz yummasını bekledi. Tel Aviv bununla da yetinmedi, bölgedeki İran tehdidi büyünce Moskova’nın yanı sıra Esad’ı da yanına almayı amaçladı. Nihayetinde günümüzdeki gelinen noktada Esad-Tel Aviv yakınlaşması, Moskova’yı endişelendirmeye başladı. Zira bu durum, Suriye’nin güneyinde Esad-Tel Aviv-İran hattında önemli bir çatışma anlamına gelmekteydi. Bölgedeki DEAŞ ve muhaliflerin varlığı koruması nedeniyle İran-Esad’ın zayıf düşmesine izin vermesi imkânsız olan Moskova, bu çatışmaya göz yumamazdı. Dahası Moskova, Esad-İsrail arasında “arabulucu” olarak Esad’ın gözünde “büyük abi” rolünü korumayı amaçladı. Diğer taraftan kendisini stratejik ortak olarak gören İran’la,Suriye konusundaki işbirliğini sürdürmek istedi. Fakat İsrail’in İran’ın ülkeden tamamen çekilmesi yönündeki talepleri, Suriye’de hala askeri anlamda İran’a bağımlı olan Moskova’nın elini oldukça zorlaştırdı.

Her şeye rağmen kendi etkisinde bir Suriye inşa edebilmek adına Moskova, İran’ı pasifize etme noktasında elinde bulundurduğu avantaj sayesinde Batı’yı kendisiyle işbirliği yapmaya ikna etme şansına sahiptir. Unutulmamalıdır ki Moskova, en başından beri Astana Müzakerelerini Cenevre sürecinin tamamlayıcı bir unsuru olarak görmüştür. Bu politika, arabulucu rolüyle her iki tarafından da çıkarlarını gözeten Moskova’nın Suriye’deki etkinliğini sürdürme yöntemlerinden biridir, denebilir.

Moskova-Washington Temasları

Suriye İç Savaşı’nın başlangıcından itibaren Washington-Moskova ekseninde muhaliflerin desteklenmesi, Esad’ın geleceği, terör örgütü PYD/PKK’nın himayesi ve Rakka-Deyri Zor hattındaki enerji kaynaklarının kontrolü hususlarında uzunca bir süre güç mücadelesi sergilenmiştir. Moskova ve Şam’ın saldırılarında onlarca sivil saldırılarda hayatını kaybederken Washington’ın kırmızı çizgisi kimyasal silahların kullanılması ile sınırlı kalmıştır. Moskova’nın kırmızı çizgisi ise Suriye’nin Tartus ve Lazkiye üslerinin korunması ve dolayısıyla Esad’ın geleceğiyle ilişkili olmuştur. Geçen süre zarfında Türkiye ve İran’ın da Suriye denklemine müdahil olması ve ardından Astana Müzakereleri’nin başlamasıyla Cenevre Süreci’nin geri plana itilmesi, küresel güç dengeleri bağlamındaki kaymalara işaret etmiştir.  Ancak bunun böyle olmadığı kısa sürede anlaşılmıştır. Türkiye-İran ikilisinden sergilenen küresel eksenlerden bağımsız bir yükselişin, büyük güçler tarafından (istenmeyen bir şekilde) engellenmesi kaçınılmaz bir hal almıştır. Bu kapsamda Rusya ve ABD, 2017 yılının Kasım ayında Vietnam’da gerçekleşen Asya Pasifik Ekonomik İş Birliği (APEC) Zirvesi’nde Esad rejiminin düzenleyeceği ve mültecilerin de katılacağı BM gözetimindeki seçimleri ve Cenevre sürecini desteklediklerini açıklamıştır.[3]

Hatta toplantıda Rusya ve ABD’nin Türkiye ve İran’ı dışlayacak bir biçimde Esad’lı ve terör örgütü PYD/PKK’lı Cenevre sürecine ağırlık veren ve Suriye’nin laikliği ile toprak bütünlüğünün korunması esas alan yeni bir planda anlaştıkları iddia edilmiştir.[4] Bu durum Ankara ve Tahran’ı ortak hareket etmeye mecbur kılması gerekirken, ikili çıkar çatışmaları bunun gerçekleşmesine mâni olmuştur. Gelinen noktada Helsinki Zirvesi’nde Moskova ve Washington’ın Suriye konusunda özellikle İran’ın milislerinin çekilmesi noktası belirli bir uzlaşıya vardıkları anlaşılmıştır. Üstelik bu denkleme Esad ve Tel Aviv de dahil edilmiştir.

Buna göre Moskova’nın Şam rejimini İran’ın ülkeden çekilmesi için ikna etmesi gerekiyordu. Diğer bir ifadeyle Tel Aviv’in güvenliğine karşılık Moskova ve Şam’a, Suriye’de İran’ın etkinliğini kırma şansı veriliyordu.

Üstelik Helsinki Zirvesinden sonra Putin’in Trump’ı Moskova’ya davet etmesi ve buna karşılık Beyaz Saray’ın Rus lideri Washington’a beklendiklerini açıklaması, Moskova-Washington hattında İran’ın Suriye’deki varlığına ilişkin temasların bundan sonra da sıklaşacağı anlamına gelmektedir.

Türkiye Suriye Konusunda İran İçin Bir Tehdit Mi?

İran’ın en büyük endişesi şüphesiz Türkiye’nin İdlip ve Afrin çevresinde muhalifler üzerinden kurmuş olduğu etkinliği olmuştur. Astana Müzakereleri kapsamında anayasa yapım sürecinin tamamlanması ve seçime katılacak grupların belirlenmesi sonrası düzenlenecek ve Türkiye’ye sığınan Suriyeli mültecilerin oy kullanacağı BM gözetimindeki adil ve demokratik seçimlerde, muhalif hareketin önemli bir başarı elde etmesi kaçınılmaz gözükmektedir. Bu sebeple İran açısından Türkiye’nin özellikle İdlip ve Afrin üzerindeki nüfuzunun sınırlandırılması önemli bir hedef olarak gözükmektedir. Buna mukabil Esad rejimi, İranlı mislilerin artık ülke için bir yüke dönüştüğünün ve ülkenin geleceği için bir tehdit oluşturmaya başladığının farkındadır. Bu yüzden Beşar Esad, bu bölgeye yönelik operasyonlarda İran yerine daha çok terör örgütü PYD/PKK ile işbirliği yapmaya çalışmaktadır. Bu durum, İran ve Türkiye’nin sahada giderek yalnızlaştırılması demektir. Her şeyden öte Ankara ve Tahran’ın Suriye konusunda bir araya gelmesi, sırasıyla İran’ın PYD/PKK’yı hedef almasına ve Türkiye’nin ise ABD ile arasına mesafe koymasına, ayrıca Esad ile işbirliği yapmasına bağlıdır. Fakat bu seçeneklerin gerçekleşmesi ne kısa ne de uzun vadede mümkün gözükmemektedir.

İran, Suriye Konusunda Ne Yapmak İstiyor?

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, nükleer anlaşmanın başarısızlığa uğramasını ve bölgedeki köşe sıkışmışlık halinin sebebini ülkedeki muhafazakâr kanadın Batı ve İsrail’i hedef alan anlamsız çıkışlarına bağlamaktadır. Bugün ülkede yaşanan protestolarda İran halkının en büyük şikayetlerinden biri de ülkenin Ortadoğu’daki savaşlarda harcadığı paralardır. Cumhurbaşkanı Ruhani, en başından beri bu savaşlara aktarılan paraların gerektiğinden fazla olduğunu ve ekonomi yönetimini zora soktuğunu iddia etmiştir. Son dönemde İran’ın Suriye’den çekilmesine yönelik baskılar Ruhani’nin bu konuda muhafazakâr kanadı (yerleşik nizamı) ikna etmesinde etkili olmuşa benzemektedir. Lakin İran Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan son açıklamalara göre; Suriye’deki istikrarın kısmen sağlanması ve terörün varlığının ortadan kaldırılması halinde İran bu ülkedeki istişari varlığını azaltabilecek veya tamamen bitirebilecektir.[5] Unutulmamalıdır ki İran’ın Suriye’deki değişmeyen kırmızı çizgisi, Esad’ın sonuna kadar desteklenmesi değil bölgedeki Şii milis unsurlar ve rejime entegre edilmiş belirli bir politik nüfuza sahip İran güdümündeki yapılanmalar aracılığıyla bu ülkedeki temsiliyetini sürdürebilmektir.


[1] “Israel Shoots Down Syrian Fighter Jet in Its Airspace, Military Says”, Independent, https://www.independent.co.uk/news/world/middle-east/israel-syria-fighter-plane-jet-golan-heights-shoots-down-latest-a8461421.html, (Erişim Tarihi: 30.07.2018).

[2] @Dr_Rafizadeh, “Story of a Foiled Terrorist Attack in Europe By The Iranian Regime”, Twitter, 20 Temmuz 2018, https://twitter.com/Dr_Rafizadeh/status/1020130628920999936.

[3] “ABD-Rusya ‘Esad’ Dedi”, Karar, http://www.karar.com/dunya-haberleri/abd-rusya-esad-dedi-656416#, (Erişim Tarihi: 05.08.2018).

[4] Aynı yer.

[5] “İran’dan Şaşırtan ‘Suriye’ Kararı!”, Haber 7, http://www.haber7.com/dunya/haber/2683704-irandan-sasirtan-suriye-karari, (Erişim Tarihi: 22.11.2017).

Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk Tamer, 2014 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 2016 yılında “1990 Sonrası İran’ın Irak Politikası” başlıklı teziyle master eğitimini tamamlayan Tamer, 2017 yılında ANKASAM’da Araştırma Asistanı olarak göreve başlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Uzmanlık alanları İran, Mezhepler, Tasavvuf, Mehdilik, Kimlik Siyaseti ve Asya-Pasifik olan ve iyi derecede İngilizce bilen Tamer, Gazi Üniversitesindeki doktora eğitimini “Sosyal İnşacılık Teorisi ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı Çerçevesinde İran İslam Cumhuriyeti’nde Kimlik İnşası Süreci ve Mehdilik” adlı tez çalışmasıyla 2022 yılında tamamlamıştır. Şu anda ise ANKASAM’da Asya-Pasifik Uzmanı olarak görev almaktadır.