Tarih:

Paylaş:

Kazakistan’da Güçlenen Türk Kimliği

Benzer İçerikler

Egemen Kazakistan Gazetesi’nde 21 Kasım 2018 tarihinde yayınlanan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in “Büyük Bozkırın Yedi Özelliği” başlıklı makalesi[1], Türkiye başta olmak üzere bütün Türk Dünyası’nda yankı uyandırmıştır. Kazakistan’ın Türk kültür ve kimliğine sahip çıkması hiç kuşkusuz Türkiye tarafından desteklenen ve coşkuyla alkışlanan bir durumdur. Nazarbayev’in Büyük Bozkır Medeniyeti’ne sahip çıkması sadece Türk Dünyası bağlamında değil, söz konusu ülkenin bulunduğu jeopolitik konum açısından da dikkat çekicidir.

Kadim zamanlardan beri Türkler; Doğuda Çin, güneyde Hindistan, güneybatıda İran-İslam Dünyası ve batıda Avrupa Medeniyeti’yle komşu olarak yaşamıştır. Adı geçen medeniyetlerle Büyük Bozkır Medeniyeti’nin ilişkisi kimi zaman savaş kimi zaman ise barış halinde sürmüştür. Ancak şurası kesindir ki bozkırdaki Saka-İskit, Hun ve Türklerin kurduğu göçebe medeniyet; son beş yüz yıla kadar etrafındaki yerleşik medeniyetlerden üstün olmuştur. Bugün Türk-İslam Ülkeleri, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) F-35 Savaş Uçakları, Rusya’nın S-400 Hava Savunma Sistemleri ve Japonya’nın nükleer enerji alanındaki gelişmelerini yakalamaya çalışıyorsa; Avrasya kıtasının kenar kuşağında yer alan Çin, Hindistan, İran ve Avrupa da göçebe toplumların askeri ve teknolojik üstünlüğü karşısında şaşkınlığa uğramışlardır. Örneğin, Antik Yunan’da “Kentavr” adı verilen yarı at yarı adam, yerleşik toplumların bu hayranlığını yansıtan hayal ürünü olarak ifade edilmektedir. Nazarbayev’in Büyük Bozkır’ın yedi özelliğinin arasında saydığı ata binme kültürü, madencilik, hayvan stili ve “Аltın Adam”, Bozkır üstünlüğünün simgeleridir.

Türk Kültürü çalışmalarının babası olarak bilinen Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Bozkır Türk Medeniyeti’nin özelliklerini sayarken Nazarbayev’in de dile getirdiği at binme kültürü ve madenciliğe ilaveten “töre” yani Türklerin düzen anlayışını belirtmektedir. Bu düzen anlayışı, söz konusu milleti aile ve toplum yapısından başlayarak devlet yapısına kadar etkilemiştir. Nazarbayev’in de makalesinde dikkat çektiği gibi “Tarih ve coğrafya, Türk devletleri ile büyük göçebe imparatorluklarının özel bir modelini oluşturmuştur.” Diğer bir ifadeyle, göçebelerin askeri-teknolojik üstünlüğü doğal olarak kültürel üstünlüğü doğurmuştur. Yerleşik toplumlar, yüzyıllar boyunca göçebelerin destanlarıyla yaşamışlardır. Nasıl ki bugün dünyada Hollywood filmleri takip ediliyorsa o dönemlerde de göçebelerin değerleri, dünya kültürünü şekillendirmiştir. Örneğin, bugün Çin takvimi olarak bilinen 12 hayvanlı takvim, Fransız şarkiyatçı Edouard Chavannes’e göre, Türklerin icat ettiği bir takvimdir. Bilge Lider Nazarbayev’in konuyla alakalı bu sözleri ise oldukça manidardır: “Koca mekânı yönetmesini iyi bilen Türkler, uçsuz bucaksız bozkırda göçebe ve yerleşik bir medeniyetin kendine has örneklerini meydana getirerek sanat ile bilimin ve ticaretin merkezine dönüşen Orta Çağ kentlerinin gelişmesinde etkili olmuşlardır.”

Açıkça itiraf edilmelidir ki son beş yüz yıldır ve özellikle de son iki yıldır yerleşik toplumların ürettiği kavramlarla düşünülmektedir ve dünya, onların değerleriyle algılanmaktadır. En basitinden örnek verirsek, Latince toprağı işlemek olan “cultivate” sözcüğünden türetilen “kültür” ve yine Latince “civatae” yani şehir kelimesinden üretilen “civilization” kavramının tercümesi olan “medeniyet” (medine-şehir) yerleşik toplumların kavramlarıdır. Bu kavramlar perspektifinden Bozkır Medeniyeti’ni analiz ettiğimizde göçebeler, tabi ki “vahşi, yaban, barbar, kültürsüz, medeniyetsiz” olarak görülmektedir. Bu durum müzik ve bilim kurallarına göre tıp alanındaki bir vakayı incelemeye benzemektedir. Bu bağlamda insanlık tarihindeki yerleşik toplumların ve özellikle de Hint-Avrupa halklarının Türkler üzerindeki üstünlüğünü savunan teoriye “Avrupa Merkezcilik” adını verebiliriz.

Son beş yüz yılda yerleşik toplumların Endüstri Devrimi’yle üstünlüğü elde etmeleri sadece göçebe-yerleşik ilişkilerini değil, dünyadaki insan-doğa dengesini de alt üst etmiştir. Halbuki, Nazarbayev’in de belirttiği gibi “Atalarımız yaşantılarını çevreyle uyumlu bir şekilde sürdürerek kendilerini doğanın ayrılmaz bir parçası olarak görmüşlerdir. Bu kaide, Büyük Bozkır halklarının dünya görüşü ile toplumsal değerlerini oluşturmuştur.” Ne var ki, tarihsel süreçte önce Avrupa devletleri, Rusya ve ABD’nin ve daha sonra da Çin’in yükselmesi, göçebelerin “aşağılık kompleksi”ne kapılmasına neden olmuştur. Bu eksikliğin aşılması için Türklerin tarih ve kültürel geçmişlerini kendilerinin araştırması ve tahlil etmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurdurduğu Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nun öncü olduğu unutulmamalıdır. Atatürk’ün “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” sloganının sadece Türkiye Cumhuriyeti bağlamında değil, Türk Dünyası bağlamında da geçerli olduğu belirtilmelidir.

Kazakistan açısından bakıldığında ulusal kimliğin ilk olarak ulusal güvenlik konusuyla doğrudan bağlantılı olduğuna dikkat edilmelidir. Bağımsızlık sonrası 1990’lı yıllarda ülkedeki demografik ve ekonomik durum Nazarbayev’e güçlü bir Kazak kimliğini inşa etmesine olanak tanımamıştır. Cumhurbaşkanının önceliği, ülke içindeki farklı etnik ve dini grupların çatışmasını önlemek ve ekonomik kalkınmayı sağlamak olarak belirlenmiştir. 2010’lu yıllara gelindiğinde ise Kazakistan’ın iç politikada ulusal uyumu sağladığı ve ülkenin refah seviyesinin yükseldiği görülmektedir. Ayrıca ülkedeki Kazak nüfus, toplam nüfusun %70’ini geçmiş durumdadır. Söz konusu gelişmeler, Nazarbayev’in daha güçlü ve özgüvenli bir ulusal kimlik inşa sürecini başlatmasına olanak tanımaktadır.

Uluslararası politikada ise Astana’nın bölgesel barış ve güvenliğe katkıda bulunan etkin bir aktöre dönüşmesi ile paralel olarak doğuda Çin’in yükseldiği görülmektedir. Aynı zamanda Rusya da yeniden toparlanarak eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) coğrafyasındaki nüfuzunu arttırmaya çalışmaktadır. Söz konusu iki büyük devlet arasında ayakta kalmak için Kazakistan’ın güçlü bir ulusal kimliğe ihtiyacı vardır. Kazak gençleri “medeniyet kuramamış” ya da “medeniyet kervanının en sonunda giden” göçebelerin torunları değillerdir. Bu bağlamda Kazak gençleri, Nazarbayev’in “yedi özellik” olarak ifade ettiği değerleri insanlığın iyiliğine sunmuş ve tarih boyunca birbirinden uzak olan Doğu ve Batı medeniyetlerinin kaynaşmasını sağlamış Büyük Bozkır’ın temsilcileri olduklarını unutmamalıdırlar. Kısacası, Nazarbayev’in hedefi Kazak ulusuna özgüven vermektir. Makalenin birinci yarısında göçebelerin insanlık tarihine yaptığı katkılar ele alınırken, ikinci kısmında ise bu değerlerin Kazak ulusu tarafından içselleştirilmesi için atılan adımlar sıralanmaktadır.

Kazak ulusal kimliğini güçlendirmek için Nazarbayev tarafından sunulan projelerin amacı Kazakistan’ı Türk Dünyası’nın merkezine dönüştürmektir ve bu kapsamda Kazakistan Cumhurbaşkanının makaledeki şu açıklaması dikkate değerdir:

“Kazakistan, tüm Türk halklarının kutsal baba ocağıdır. Kazakların bugünkü engin bozkırından dünyanın pek çok yerine dağılan Türk kökenli tayfalarla halklar, diğer ülkelerle bölgelerin tarihî süreçlerine önemli katkılarda bulunmuşlardır.”

Nazarbayev’in makale boyunca vurguladığı “mekân” ve “zaman” kavramları açısından yani coğrafya ve tarih bakımından Kazakistan, Türk Dünyası’nın tam merkezinde yer almaktadır. Kazakistan’ın yer aldığı Büyük Bozkır, ülkedeki Türk kimliğinin derinliğini oluşturmaktadır. Nazarbayev’in son on yılda yürüttüğü iç ve dış politika ise söz konusu kimliği güçlendirmeyi ve Kazakistan’ı Türk Dünyası’nın merkezine dönüştürmeyi amaçlamıştır.

Dış politikada Astana, Türk Dünyası Bütünleşme Sürecini etkin olarak desteklemektedir. Kazak devlet adamı Dyusen Kaseinov, 1993 yılında kurulan ancak pek etkili olmayan Türk Kültürü Teşkilatı’nı (TÜRKSOY) 2008 yılı itibarıyla uluslararası örgüt düzeyine yükseltmiştir. 2009 yılında Nazarbayev’in teklifi ile Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Keneşi (Türk Keneşi) kurulmuş ve bütünleşme süreci kurumsallaşmaya başlamıştır. 2010 yılında Astana’da Uluslararası Türk Akademisi’nin kurulması söz konusu bütünleşmeye bilimsel bir derinlik kazandırmaktadır. Halihazırda adı geçen üç kurumun da başındaki diplomat ve devlet adamlarının Kazak olması Türk Dünyası söyleminin Kazakistan için ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.

İç politikada ise Nazarbayev’in geliştirdiği “Qazaq Eli/Kazak Eli”, “Ulı Dala Eli/Büyük Bozkır Devleti” ve “Mangilik El/Bengü İl” söylemleri ülkenin Türk kimliğine vurgu yapmaktadır. 2016-2017 yıllarında başlatılan “Ruhaniy Janğıruw/Manevi Modernizasyon” programı ve Latin Alfabesine geçiş süreci, Kazak ulusal kimliğini güçlendirmektedir. Bu adımların en önemlisi ise 2018 yılının Haziran ayında Nazarbayev’in “Güney Kazakistan” ilinin adını “Türkistan” ili olarak değiştirmesi ve il merkezini Çimkent şehrinden Ahmet Yesevi’nin türbesi bulunduğu Türkistan şehrine taşımasıdır. Nazarbayev, makalesinde söz konusu şehrin önemini şu sözlerle dile getirmektedir:

“İl merkezi olarak Türkistan’ı geliştirme sürecinde şehrin uluslararası arenadaki saygınlığını arttırma çabası gösterilmelidir. Kazakistan’ın kadim başkenti, sadece halkımızın manevi merkezi değil, aynı zamanda tüm Türk Dünyası için kutsal bir mekân sayılır.”

Türk Dünyası’nın Aksakalı Nursultan Nazarbayev’in, “Büyük Bozkır’ın Yedi Özelliği” makalesi, Kazak ulusal kimliğini güçlendirme sürecinde yeni bir aşamaya geçildiğine dair bir sinyal olarak değerlendirilmelidir. Bilge liderin bu adımı sadece kimlik ve kültür alanında Kazakistan’ı güçlendirmekle kalmayacak aynı zamanda Türk Dünyası’nda da önemli yansımaları olacaktır. Son tahlilde, Kazakistan’ın bu girişimleri Türk-İslam Medeniyeti’nin  yeniden yükselmesi için bir başlangıcı ifade etmektedir.


[1] Nursultan Nazarbayev, “Büyük Bozkırın Yedi Özelliği”, 23 Kasım 2018, Twesco, http://twesco.org/tr/news/nursultan_nazarbayev_b_y_k_bozkirin_yed_zell_/ (Erişim Tarihi: 26.11.2018).

Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROLhttps://www.ankasam.org/author/mse/?lang=en
1969 Dörtyol-Hatay doğumlu olan Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 1993 yılında mezun oldu. BÜ’de 1995 yılında Yüksek Lisans çalışmasını tamamlayan Erol, aynı yıl BÜ’de doktora programına kabul edildi. Ankara Üniversitesi’nde doktorasını 2005’de tamamlayan Erol, 2009 yılında “Uluslararası İlişkiler” alanında doçent ve 2014 yılında da Profesörlük unvanlarını aldı. 2000-2006 tarihleri arasında Avrasya Stratejik Araştırmaları Merkezi (ASAM)’nde görev yapan Erol, 2009 yılında Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün (SDE) Kurucu Başkanlığı ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM)’nin de kurucu başkanı olan Prof. Erol, Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi (YTSAM) Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Başkanlığını da yürütmektedir. Prof. Erol, Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (GAZİSAM) Müdürlüğü görevinde de bulunmuştur. 2007 yılında Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı “Türk Dünyası Hizmet Ödülü”nü alan Prof. Erol, akademik anlamdaki çalışmaları ve medyadaki faaliyetlerinden dolayı çok sayıda ödüle layık görülmüştür. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: 2013 yılında Çağdaş Demokratlar Birliği Derneği tarafından “Yılın Yazılı Medya Ödülü”, 2015 yılında “APM 10. Yıl Hizmet Ödülü”, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “2015 Yılın Basın-Fikir Ödülü”, Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri “2016 Gönül Elçileri Medya Onur Ödülü”, Yörük Türkmen Federasyonları tarafından verilen “2016 Türkiye Onur Ödülü”. Prof. Erol’un 15 kitap çalışması bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının isimleri şu şekildedir: “Hayalden Gerçeğe Türk Birleşik Devletleri”, “Türkiye-AB İlişkileri: Dış Politika ve İç Yapı Sorunsalları”, “Avrasya’da Yeni Büyük Oyun”, “Türk Dış Politikasında Strateji Arayışları”, “Türk Dış Politikasında Güvenlik Arayışları”, “Türkiye Cumhuriyeti-Rusya Federasyonu İlişkileri”, “Sıcak Barışın Soğuk Örgütü Yeni NATO”, “Dış Politika Analizinde Teorik Yaklaşımlar: Türk Dış Politikası Örneği”, “Krizler ve Kriz Yönetimi: Aktörler ve Örnek Olaylar”, “Kazakistan” ve “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”. 2002’den bu yana TRT Türkiye’nin sesi ve TRT Radyo 1 (Ankara Radyosu) “Avrasya Gündemi”, “Stratejik Bakış”, “Küresel Bakış”, “Analiz”, “Dosya”, “Haber Masası”, “Gündemin Öteki Yüzü” gibi radyo programlarını gerçekleştirmiş olan Prof. Erol, TRT INT televizyonunda 2004-2007 yılları arasında Arayış, 2007-2010 yılları arasında Kanal A televizyonunda “Sınır Ötesi” ve 2020-2021’de de BBN TÜRK televizyonunda “Dış Politika Gündemi” programlarını yaptı. 2012-2018 yılları arasında Millî Gazete’de “Arayış” adlı köşesinde dış politika yazıları yayımlanan Prof. Erol’un ulusal-uluslararası medyada çok sayıda televizyon, radyo, gazete, haber siteleri ve dergide uzmanlığı dahilinde görüşlerine de başvurulmaktadır. 2006-2018 yılları arasında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde ve Ankara Üniversitesi Latin Amerika Araştırmaları Merkezi’nde (LAMER) de dersler veren Prof. Erol, 2018’den bu yana Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak akademik kariyerini devam ettirmektedir. Çok sayıda dergi ve gazetede yazıları-değerlendirmeleri yayımlanan; Avrasya Dosyası, Stratejik Analiz, Stratejik Düşünce, Gazi Bölgesel Çalışmalar, The Journal of SSPS, Karadeniz Araştırmaları, gibi akademik dergilerde editörlük faaliyetlerinde bulunan Prof. Erol, Bölgesel Araştırmalar, Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları, Gazi Akademik Bakış, Ege Üniversitesi Türk Dünyası İncelemeleri, Demokrasi Platformu dergilerinin editörlüklerini hali hazırda yürütmektedir. 2016’dan bu yana Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Kurucu Başkanı olarak çalışmalarını devam ettiren Prof. Erol, evli ve üç çocuk babasıdır.