NATO’nun 2010 Stratejik Konsepti sonrasında yaşanan: 2010 yılı sonunda başlayan ve etkileri halen devam eden Arap Baharı, 2011 Libya krizi ve bağlantılı olarak Doğu Akdeniz’deki gelişmeler, 2011’de başlayan ve halen devam eden Suriye iç savaşı ve Rusya Federasyonu’nun (RF) krize müdahil olması, 2014 Ukrayna krizi ve bağlantılı şekilde RF’nun askeri alandaki yeteneklerini geliştirmesi, hibrit savaşın gelecekte ortaya çıkacak anlaşmazlıklardaki etkinliğinin görülmesi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) yükselişi ve bunun müttefikler açısından güvenlik ve ekonomi alanında yaratacağı düşünülen etkiler, yapay zeka, büyük veri, 5G, otonom yetenekler, bulut teknolojileri, siber güvenlik ile hipersonik füzeler de dahil yeni silah teknolojilerindeki gelişmeler ve son olarak, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un ‘NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti’ iddiası, NATO açısından stratejik bir değerlendirme ihtiyacını öne çıkarmıştır.
Bu kapsamda, Genel Sekreter Jens Stoltenberg tarafından görevlendirilen ve aralarında başarılı diplomat ve eski NATO Genel Sekreter Yardımcısı Büyükelçi Tacan İldem’in de bulunduğu 10 kişilik bir ekip tarafından, NATO içinde ve dışında, üye veya ortaklık ilişkisi bulunan ülkelerin öne çıkan akademisyenleri, iş ve teknoloji sektöründeki liderler, parlementerler, askeri yetkililer, hükümet temsilcileri ve birçok uluslararası organizasyon ilgililsi ile koordineli şekilde, “NATO 2030: Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik” başlıklı bir rapor hazırlamıştır.
Raporda öne çıkan hususlardan ilki; stratejik konseptin güncellenmesidir. Bunun yanı sıra RF, ÇHC, gelişen ve çığır açan teknolojilerin güvenliğe etkisi, terörizm, NATO’nun Güney Kanadında yaşanan gelişmeler, silahların denetimi ve nükleer caydırıcılık, iklim değişikliği, insani güvenlik, salgın ve doğal felaketler, dezenformasyon ve hibrit tehditlere karşı toplumsal dayanıklılığın artırılması, siyasi birlik ve uyumun korunması, NATO-AB işbirliği, NATO’nun ortaklıkları, İttifak içi danışma ve karar alma önemli başlıklar olarak yer almaktadır.
Raporda, ittifakın karşı karşıya olduğu tehditlerden, Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik RF’nun saldırgan eylemleri ile NATO’yu ve müttefikleri hedef alan terörizmin öne çıktığı belirtilmiş ve soğuk savaş dönemi ile mukayese edildiğinde karşılaşılan tehditlerin sayı ve boyutunun artarak NATO’nun değişen stratejik koşullara uyum sağlaması için üye ülkeler arasındaki birliğin geçmişte olduğundan çok daha sağlam olması gerektiği vurgulanmıştır.
Toplam 138 adet tavsiyede bulunulan raporda 2010 Stratejik Konseptinin güncellenmesi ihtiyacı kapsamında; mevcut konseptte yer alan kollektif savunma, kriz yönetimi ve işbirliğine dayanan güvenlik görevlerinin muhafaza edilmesinin, ilaveten terörizm ile mücadelenin de temel görevlere dahil edilmesinin ve RF ve ÇHC’yi de kapsayacak şekilde jeostratejik ortamdaki değişiklikler, hibrit tehditler ve yükselen teknolojiler gibi mevcut konseptte yer almayan hususların yeni konsepte yansıtılmasının gerektiği ifade edilmiştir.
Raporda RF ile ilgili olarak; NATO’nun RF’na yönelik temel siyasetinde köklü bir değişiklik öngörülmememiş, hem caydırıcılık hem diyaloğun esas alındığı çift kulvarlı (dual-track) yaklaşımdan bahsedilmiş ve Rus saldırganlığının hibrit formlarına karşı daha kapsamlı tepki geliştirilerek – ki NATO’nun bunun için yeterli araçlara sahip olduğu belirtilmiştir – aynı zamanda silahların denetimi ve risk azaltma tedbirleri ile ilgili görüşmeler için siyasi çabaların artırılması tavsiye edilmiştir.
Son yirmi yıllık dönemde en önemli jeopolitik gelişme olarak değerlendirilen yükselen ÇHC ilgili olarak ise; NATO için doğrudan bir askeri tehdit olmadığı belirtilmekle birlikte, öneminin 2030’da daha da artacağı ifade edilmiş ve ÇHC tarafından yaratılan güvenlik endişelerine yönelik daha fazla zaman ve kaynak ayrılması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca NATO bünyesinde ÇHC ile ilgili güvenlik endişelerini tüm boyutlarıyla tartışarak ele alacak bir danışma kurulunun oluşturulması, ÇHC’nin teknolojik gelişiminin değerlendirilmesi, NATO’nun askeri hazırlık ve esnekliğine zarar verebilecek faaliyetlerinin gözlenmesi de tavsiye edilen diğer hususlar arasındadır.
Avrupa ülkelerinin Asya’daki güç dengesini etkileyecek sınırlı yeteneklere sahip olması ve bunları geliştirmek için gereken bütçenin büyüklüğü ile ABD ile ayrışan tehdit algıları, 2018 Brüksel ve 2019 Londra’daki NATO zirvelerinde üzerinde ısrarla durulan savunma harcamalarının üye ülkelerin milli bütçelerine oranı olarak öngörülen %2’lik pay ve Covid-19 salgınının bunun gerçekleştimilmesine olumsuz etkisi birlikte ele alındığında, ABD’nin NATO’nun Avrupalı müttefiklerini, ÇHC konusunda kendisiyle paralel hareket etme konusunda zorlanabileceği ve bunun da İttifak içinde kırılma yaratma potansiyelinin olduğu değerlendirilmektedir.
2021 yılında yapılması planlanan Liderler Zirvesi’ne sunulacak tavsiyeleri şekillendirecek raporda, Türkiye açısından önemli iki husustan ilki, ‘NATO-AB ilişkilerinin geliştirilmesi kapsamında, her iki örgüte üye ülke devlet başkanlarının özel bir resmi oturumda, ilişkilerin son durumunu gözden geçirmek ve işbirliği alanlarını tespiti için bir araya gelmesi’ konusudur. Resmi olarak tanımadığımız AB üyesi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile aynı masaya oturmak olarak algılanabilecek konuyla ilgili olarak altı çizilmesi gereken husus, iki örgütün mutabakatıyla çerçevesi 2000’li yılların başında detaylı bir şekilde çizilen NATO-AB işbirliği esaslarıdır. Raporda bu açıdan, halen geçerli olan uzlaşıyla ilgili bir değişiklik öngörülmemekte ve GKRY’nin mevcut durumu açısından değişiklik anlamına gelecek bir tavsiye yer almamaktadır.
Türkiye açısından önemli olarak öne çıkan bir diğer husus ise, İttifak kararlarının veto edilmesinin zorlaştırılmasına yönelik husustur. Raporun ‘NATO’nun ittifakın mevcut yapısı içerisindeki koalisyonların kurulmasının desteklenmesi ve kriz anlarında karar verme sürecindeki zaman kısıtının gözden geçirilmesi’ olarak geçen maddesi kapsamında, harici çift taraflı anlaşmazlıkları içeren konularda tek ülke vetolarının artan sıklığına ön almak maksadıyla, bakanlıklar seviyesinde bu tip vetolara sınırlama getirilmesi hususunun değerlendirilmesi tavsiye edilmektedir. Bahse konu tavsiyenin, NATO Savunma Bakanları toplantılarında ilgili konuya ilişkin karar birliği sağlanmasına yönelik çabaların artırılmasına yönelik bir tavsiye olduğu değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak; bahse konu raporun NATO’nun iddia edildiği şekilde beyin ölümünün gerçekleşmediği ve stratejik gelişmelere kendini uyarlama konusundaki çalışmalarının devam ettiği, 2021 Liderler Zirvesi’ne sunulacak tavsiyelerin şekillenmesine katkı sağlayacağı, kararların veto edilmesinin güçleştirilmesine yönelik tavsiyenin, ÇHC’nin Kuşak Yol Girişimi’ne katılma imzası atan ve 20 milyar euro büyüklüğünde ticaret anlaşması imzalayan ilk Batı Avrupa ülkesi olan İtalya veya ÇHC denizcilik şirketi COSCO’nun Pire limanının işletme hakkı için toplamda 4 milyar doları bulan anlaşmalar yaptığı Yunanistan gibi ülkeler açısından ÇHC’ne karşı olası bir ittifak konusunda kullanılanılması öngörülen bir mekanizma olarak dikkate alınması gerekebileceği değerlendirilmektedir.
Cumhuriyet gazetesine 7 Aralık 2020’de verdiği röportajda Büyükelçi Tacan İldem’in de belirttiği şekilde raporda İttifak içi karar almada oydaşma (consensus) ilkesi güçlü biçimde teyit edildiğinden Türkiye’nin elini zayıflatacak bir husus bulunmamaktadır.
ÇHC’nin Türkiye ile Orta Asya’yı bağlayan Orta Koridor girişimi ile İpek Yolu Ekonomik Kuşağı’nın tamamlama planı, bağlantılı demiryolu projeleri, Deniz İpek Yolu açısından Doğu Akdeniz’in önemi gibi hususlar da göz önüne alındığında NATO içerisinde ABD öncülüğünde Çin’in etki alanını genişletmesi ve Kuşak Yol Girişimini engellemeye yönelik politikasında NATO’yu araç olarak kullanması adına yapabileceği girişimlere karşı Türkiye’nin de dikkatli davranması gerekecektir.