Tarih:

Paylaş:

Nükleer Satrançta Trump’ın Son Hamlesi: İran Devrim Muhafızları’na Yönelik Yaptırım Kararı

Benzer İçerikler

İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurumsallaşan Amerikan hegemonyası, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte sistem içerisindeki aktörlerin kendisine rıza göstermesini sağlayan ‘öteki’ tehdidinden yoksun kalmış ve kendi ideolojik dayanağını yitirmiştir. Buna bağlı olarak ABD, hegemonyasını merkezileştirerek tahakküme dayalı bir imparatorluk düzeni tesis etmeye yönelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nin bu imparatorluklaşma sürecindeki asıl amacı, bütün jeopolitik teorilerde özel önem atfedilen ve Soğuk Savaş’tan sonra Brzezinski tarafından ‘jeopolitik ödül’ olarak tanımlanan Avrasya coğrafyasının hakimiyetini sağlamaktır. ABD’nin jeopolitik hedeflerindeki önceliği de bu hakimiyeti sağlamaya yönelik bir anahtar olarak gördüğü, “Büyük Ortadoğu’nun kontrol edilmesi”dir. İmparatorluk projesi kapsamında engel teşkil edebilecek ülkeleri dönüştürmeyi amaçlayan ABD’nin, İran’a yönelik saldırgan tutumu da bundan kaynaklanmaktadır.

Afganistan ve Irak’ın işgaliyle birlikte çevrelediği İran’ı terörü desteklemekle suçlayıp, şer ekseni ülkeler arasında sayan ve paradoksal bir biçimde nükleer silahları geliştirerek tarihte ilk kez savaş ortamında kullanan ABD, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerine açıkça karşı çıkmakta ve İran’ın bu faaliyetlerinin, kendisinin bölgedeki temel partneri olan İsrail’in güvenliğini tehdit ettiğini deklare etmektedir. Bu bağlamda İsrail ve ABD’nin kimi zaman İran’ın nükleer tesislerini vurabileceklerini dillendirdikleri de görülmektedir.

İran’ın Nükleer Silah Elde Etme Faaliyetlerine Tarihsel Bir Bakış ve P5+1 Antlaşması

İran’ın Şah rejimi dönemine uzanan nükleer silah elde etme girişimi, her ne kadar dönemin ABD Başkanı Eisenhower’ın “Barış İçin Atom” başlıklı BM Güvenlik Konseyi konuşmasına dayansa da İran’ın nükleer faaliyetleri Rusya’nın desteğiyle Irak savaşı sonrasında, 1990’lı yıllarda ivme kazanmıştır. 2001 yılında İranlı muhaliflerin, ülkelerinin nükleer silah elde etmeye yaklaştığını deşifre etmesi İran üzerinde ciddi bir uluslararası baskının oluşmasına sebep olmuştur.

İran’ın nükleer silah elde etmesine ilişkin tartışılan meselenin uluslararası hukuk boyutuna bakıldığında, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesine İlişkin Antlaşma’dan (NPT) bahsetmek gerekmektedir. 1970 yılında imzalanan ve o tarihe kadar nükleerleşme sürecini tamamlamış ülkelerin nükleer silaha sahip olmasını kabul eden, ancak antlaşmaya taraf devletlerin yeni nükleer silah üretmesini de yasaklayan bu antlaşma, İran’a uygulanan baskının temel gerekçesini oluşturmaktadır. Bir taraftan bakıldığında, savaşlarda dünyaya büyük hasarlar verebilecek olan nükleer silah tehdidinin ortadan kaldırılması açısından önemli gibi görünen bu antlaşma, diğer taraftan Batılı büyük devletlerin nükleer tekeli elinde bulundurmasını sağlamaktadır. Üstelik gelişmiş Batılı emperyalist devletler yalnızca nükleer silah alanında değil, nükleer teknolojinin geliştirilmesi hususunda da bir tekel oluşturmayı amaçlamaktadırlar; çünkü nükleer teknolojiye ulaşan yeni ülkelerin ortaya çıkışı, bölgesel güç seviyesinde değerlendirilen pek çok ülkenin küresel güç seviyesine ulaşmasını sağlayacaktır. Üstelik kıta Avrupa’sında bulunan nükleer dengenin Avrupa kıtası dışında bulunmuyor olması, NPT’nin yarattığı hukuki düzenin küresel anlamda çok da sağlıklı olmadığını göstermektedir. NPT’ye taraf olmayan Kuzey Kore, Hindistan ve İsrail gibi devletlerin nükleer faaliyetleri, Avrupa dışındaki dengesiz durumu daha da derinleştirmektedir. Özellikle Ortadoğu coğrafyasında İsrail’in yönelimleri İran’ı tedirgin etmekte ve İsrail’i dengeleyecek arayışlara yöneltmektedir.

İran’ın algıladığı İsrail tehdidi karşısında giriştiği nükleer yönelimler geçtiğimiz yıllarda İran’a uygulanmış olan yaptırımların temel sebebini oluşturmuş ve uluslararası kamuoyunun İran’a yönelik baskısının da etkisiyle P5+1 müzakereleri yaşanmış, müzakereler sonucunda 2015 yılının Temmuz ayında bir antlaşma ortaya çıkmıştır. Bu antlaşma çerçevesinde İran, uranyum zenginleştirmede kullandığı santrifüjleri 3’te 2 oranında azaltıp elindeki uranyum stokunu 300 kilograma kadar indirmeyi kabul etmiş ve plütonyum üreten ağır su reaktörünü de sökmeye razı olmuştur. Karşılığında uluslararası toplum da İran’a yönelik yaptırımları kaldırmayı kabul etmiştir.[1]

ABD’nin Son Hamlesi: Devrim Muhafızları’nın Yaptırım Listesine Eklenmesi

P5+1 Antlaşması’nın başlattığı barışçıl sürecin nereye varacağı aradan geçen 2 yılı aşkın zamana rağmen muğlaklığını korumaktadır. Dünya; antlaşmanın imzalandığı konjonktürden hızla uzaklaşmakta, çeşitli coğrafyalarda yeni çatışma riskleri ortaya çıkmakta, sağ ve sol radikalizm -özellikle de İslamofobi- hızla yükselmektedir. Radikalizmin yükselişinin ve çatışma potansiyelindeki artışın bir yansımasını da ABD’nin İran Devrim Muhafızları’nın yaptırım listesine eklenmesine yönelik aldığı yeni karar göstermektedir.

ABD, İran Devrim Muhafızları’na yönelik yaptırım uygulamayı içeren karar ile P5+1 Antlaşması neticesinde gelişen ABD-İran ilişkilerindeki detant dönemini sonlandırabilecek bir tartışmayı başlatmıştır. ABD’nin, Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulanmasında İran’a yönelik yeniden saldırgan tutum izleyebileceğine ilişkin sinyal veren bu kararın henüz ayak seslerinin geldiği dönemde İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani şu demeci vermişti: “Eğer Amerikan yönetimi geçmişteki deneyimleri tekrar etmek ve baskı siyasetine dönmek niyetindeyse, İran çok kısa zamanda, haftalar ya da aylar değil belki de saatler içerisinde programına geri dönecektir. Bu geri dönüş, müzakerelerin başlamasından öncekine nazaran çok daha gelişmiş bir seviyede olacaktır.”[2] Ruhani’nin bu sözleri, Ortadoğu coğrafyasında ve nükleer satrançta karşılıklı hamlelerin devam edeceğine, dolayısıyla suların daha da ısınacağına işaret etmektedir.

Sonuç

Son dönemde ABD’nin Ortadoğu coğrafyasını çevreleyerek bölgeyi yalnızlaştırmak amacıyla yaptığı hamleler, Amerika’nın beklentilerinin aksine, bölge ülkeleri arasındaki dostluk bağının kemikleşmesine katkı sağlamaktadır. ABD’nin İran’a yönelik attığı bu son adım da bu pencereden okunmalı ve bölge ülkelerinin yakınlaşmasına yönelik ABD’nin bir karşı hamlesi olarak değerlendirilmelidir; çünkü ABD’nin bu hamleyle bölge ülkelerine “İran’dan gelen nükleer tehdit!” söylemini pazarlayarak bölgede gelişen işbirliği sürecini baltalamak isteyeceği açıktır. Ancak bölge ülkelerinde oluşan ABD’ye karşı güvensizlik ve son dönemde bölge ülkeleri arasında işleyen mekik diplomasisi aracılığıyla kurulmakta olan ve Amerikan hegemonyasına karşı arayışı temsil eden ittifaklar süreci, İran’a yönelik alınan yaptırım kararlarıyla ABD’nin istediğini almasının çok da kolay olmadığını göstermektedir.


[1] “İran’la Nükleer Anlaşma Sağlandı”, Hürriyet, http://www.hurriyet.com.tr/iranla-nukleer-anlasma-saglandi-28631473, (Erişim Tarihi: 03.09.2017).

[2] “İran’dan Yaptırım Resti: Nükleer Programa Döneriz”, euronews.com, http://tr.euronews.com/2017/08/15/iran-saatler-icerisinde-nukleer-programa-doneriz, (Erişim Tarihi: 04.09.2017).

Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN, 2014 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisans derecesini, 2017 yılında Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu ‘’Uluslararası Güç İlişkileri Bağlamında İkinci Dünya Savaşı Sonrası Hegemonik Mücadelelerin İncelenmesi’’ başlıklı teziyle almıştır. Doktora derecesini ise 2021 yılında Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı‘nda hazırladığı “İmparatorluk Düşüncesinin İran Dış Politikasına Yansımaları ve Milliyetçilik” başlıklı teziyle alan Başaran’ın başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, İran araştırmaları ve Afganistan çalışmalarıdır. Başaran iyi derecede İngilizce ve temel düzeyde Farsça bilmektedir.