8 Mayıs 2018 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, “İran Nükleer Antlaşması” olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ndan (KOEP) çekildiğini açıklamış ve Trump’ın bu açıklaması, İran açısından çok zor bir sürecin başlangıcı olmuştur. Zira Trump, bahse konu olan açıklamanın ardından aşamalı olarak İranlı kurumlara yaptırım uygulamaya başlamış ve söz konusu yaptırımları, ABD’nin müttefiklerine yönelik İran’ın petrol ihracatının engellenmesine ilişkin çağrısı takip etmiştir.
Dolayısıyla İran ekonomisindeki kötü gidişatın bu diplomatik baskılarla birleşmesi, Tahran’ı sanılandan daha büyük bir çıkmaza sokmuş ve büyük bir kuşatmaya alındığını iliklerine kadar hissetmiştir. Üstelik İran için yaptırımların ağırlaşmasının beklendiği tarih olan 4 Kasım 2018 henüz gelmemiş ve buna rağmen İran çeşitli sıkıntılarla yüzleşmiştir. Yani İran, henüz ABD’nin asıl yaptırımları uygulamaya koymadığı; yalnızca baskının ayak seslerini hissettiği durumda bile muhalif sokak gösterilerine tanıklık etmekte ve ekonomisindeki kötü gidişatı engelleyememektedir. Hiç kuşkusuz bu durum ülkedeki rejim karşıtlığını da körüklemektedir. Bundan ötürü İran, bu kuşatmayı aşmanın bir yolunu bulmak zorundadır. Aksi halde İran’ın çok ciddi badirelere hazırlıklı olması gerekmektedir.
İran’ın Amerikan kuşatmasını aşmaya yönelik stratejisi, Avrupalı aktörlerin desteğini almaya dayanan bir plandan oluşmaktadır. Bu plan doğrultusunda İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ciddi bir mesai harcamış ve henüz Mayıs ayının sonunda Avrupalı liderlerle görüşerek Avrupa’nın nükleer antlaşma konusundaki desteğini kazanmaya çalışmıştır. Zarif’in görüşmeler esnasında Avrupalı devletlere yaptığı öneri, ABD’nin anlaşmadan çekilmesinin yaratacağı tahribatı giderecek bir teklifin gelmesi halinde; yani İran’ın zararlarının giderilmesi şartıyla, anlaşmaya devam edilmesidir.
Dolayısıyla İran’ın batıya yönelttiği bu teklif, ülkenin uranyum zenginleştirme kapasitesini arttırmayarak 2015 tarihli anlaşmanın sürdürülmesini esas almaktadır. Bu konuda başta Avrupa olmak üzere, uluslararası kamuoyunun genel eğiliminin İran’ın taleplerine uygun olduğu ifade edilebilir. Nitekim ilk intibalar, İran’ın kuşatmayı aşmaya yönelik söz konusu planının başarılı olacağı şeklindedir. Ancak pratikteki durum, plana ilişkin beklentilerden biraz farklıdır. Zira Avrupalı devletlerin ABD’yi karşısına alarak İran’ın yanında durma iradesi göstermeleri; Amerikan düzenine meydan okumaları anlamını taşımaktadır. Bu nedenle Avrupalı devletler, sistemsel bir meydan okuma anlamını taşıyan bir duruş sergileyebilmeyi arzu ediyor olsalar da bu yönde kararlı bir irade ortaya koymaları çok mümkün gözükmemektedir. Zaten Mayıs ayında Trump’ın açıkladığı kararın üzerinden geçen 2 aylık süre zarfında yaşanan gelişmeler de Avrupa’nın İran meselesinde önemli bir ikilemin içinde olduğunu göstermiştir. Söz konusu ikilem Avrupalı şirketlerin ABD ile olan devasa ekonomik ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. Bu ikilem 6 Temmuz 2018’de Viyana’da gerçekleştirilen KOEP’in 10. Ortak Bakanlar Zirvesi’ni de geçmişte gerçekleştirilen KOEP zirvelerine kıyasla, daha özel bir noktaya taşımış ve takip edilmesi gereken bir toplantı haline getirmiştir.
KOEP 10. Ortak Bakanlar Zirvesi, 6 Temmuz 2018 Cuma günü Avusturya’nın başkenti Viyana’da, Avrupa Birliği (AB) Ortak Güvenlik ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin başkanlığında toplanmış ve toplantıya Rusya, Çin, Fransa, Almanya ve İran’ın dışişleri bakanları ile İngiltere Dışişleri Bakan Yardımcısı katılmıştır. İfade edildiği üzere, toplantıyı geçmişte gerçekleşen zirvelerden daha önemli kılan husus, ABD’nin anlaşmadan çekilmesinin ardından gerçekleşen ilk zirve olmasıdır. Toplantının gündemini ise ABD’nin anlaşamadan çekilmesinden sonra, anlaşmanın nasıl sürdürüleceğinin belirlenmesi meselesi oluşturmuş ve taraflar konuya ilişkin beklentilerini ifade etmiştir. 3 saat süren toplantıya dair tarafların görüşlerine değinmek gerekirse, ilk olarak meselenin en önemli tarafı olan İran’dan bahsetmek gerekmektedir.
İran, KOEP’in sürdürülmesini istemekte ve böylece Amerikan baskıları karşısında bir denge kuracağını düşünmektedir. Bu nedenle İran’ın toplantıdan beklentisi, ABD’nin anlaşmadan çekilmesinin yaratacağı zararı giderecek bir planın imzacı devletler tarafından kendilerine önerilmesi olmuş; ancak toplantı öncesinde Ruhani’nin Alman Şansölyesi Angela Merkel ile yaptığı telefon görüşmesi, Avrupalı devletlerin önerilerinin tatmin edici olmadığını göstermiştir. Zira Ruhani telefon görüşmesi esnasında Merkel’e, Avrupa ülkeleri tarafından yapılan önerinin anlaşmanın sürdürülmesini sağlayacak temel ihtiyaçları karşılamadığını; teklifin İran’ın beklentilerinin altında olduğunu ve bu sebeple hayal kırıklığı yarattığını söylemiştir.[1] Ruhani’nin Merkel’e söyledikleri, Zarif’in toplantıdaki tutumuna da yansımıştır. Zarif toplantıda “Mevkidaşlarımdan büyük ancak belirsiz vaatler duymak yerine, açık ve uygulanabilir taahhütler sunmalarını bekliyorum.”[2] diyerek Avrupa’dan gelen mesajların içi boş mesajlar olduğunu vurgulamıştır. Dolayısıyla KOEP’in P4+1 olarak uygulanmaya devam etmesine yönelik söylemlerde bulunan Avrupalı liderlerin, somut bir irade ortaya koyma hususunda yetersiz kaldıkları ifade edilebilir.
Meseleye ilişkin Avrupa’nın tutumuna değinmeden önce, anlaşmaya taraf olan ve İran’ın yanında konumlanan Rusya ve Çin’in duruşundan bahsetmek gerekmektedir. Rusya, uluslararası meselelerde İran’ın en güvendiği müttefiklerinden biri olarak KOEP’te de Tahran’ın yanında durmaktadır. Nitekim KOEP zirvesi sonrasında açıklamalarda bulunan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Washington’un İran’a yönelttiği ambargo tehdidinin kabul edilemez olduğunu, ABD’nin tek taraflı olarak anlaşmadan çekilmesinin İran’a anlaşmadan çıkma hakkını verdiğini; ancak Tahran’ın sorumluluk sahibi bir devlet gibi davrandığını söyleyerek Tahran’ı desteklemiştir.[3] Benzer bir şekilde Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de İran’ı destekleyen açıklamalar yaparak tüm ülkelerin KOEP’in korunması için çaba harcaması gerektiğini belirtmiştir.[4] Bu bilgiler ışığında İran’ın Tahran-Moskova-Pekin üçlü ittifakı üzerinden kendisine yönelen baskıyı kırmak ve Amerikan saldırganlığını dengelemek istediği söylenebilir.
KOEP Ortak Bakanlar Zirvesi’ndeki tutumları hakkında düşünülmesi ve tartışılması gereken en önemli aktörler ise Avrupalı devletlerdir. Zira anlaşmayı söylemsel düzeyde destekledikleri görülen Avrupalı devletlerin uygulamaları söylemleriyle uyuşmamaktadır. Örneğin ABD’nin İran ile iş yapan şirketlere yaptırım uygulamaya başlayacağı 4 Kasım 2018 tarihi yaklaştıkça, Avrupalı şirketlerin birer birer İran piyasasından çekilmeleri, Avrupa’nın konuya ilişkin tutumunun net olmadığını göstermektedir. Bu bağlamda Fransız şirketler TOTAL, Peugeot ve Cıtroen’in İran piyasasından çekilmeye yönelik aldıkları kararlar, meselenin anlaşılabilmesi açısından oldukça önemlidir. Söz konusu kararlar İran’a uygulanacak Amerikan yaptırımlarına Avrupalı şirketlerin dayanamayacağını somut bir biçimde ortaya koymaktadır.
Zirvede konuşulan konulardan hareketle, anlaşmanın sürdürülmesi veya ortadan kaldırılması üzerine iki temel yaklaşım çerçevesinde çeşitli öngörülerde bulunmak mümkündür:
1.) Mevcut uluslararası konjonktürde anlaşmanın sürdürülebilmesi, Avrupalı devletlerin iradelerine ve Trump ile kuracakları ilişkiye bağlıdır. Eğer anlaşma P4+1 halinde sürdürülecekse, bunu sağlayacak olan Trump’ın Obama dönemindeki yaptırımlarda olduğu gibi davranması ve İran’da ciddi yatırımları bulunan Avrupalı şirketlere yaptırımlar hususunda muafiyet tanımasıdır. Ancak böyle bir hamle, Trump’ın anlaşmadan çekilmesini anlamsız hale getirecektir. Avrupalıların Trump’tan muafiyet talebinde bulunması beklense bile taleplerinin olumlu karşılık bulması kuvvetli bir ihtimal olarak gözükmemektedir.
2.) Anlaşmanın tamamen ortadan kalkacağı durum ise, İran’ı büyük bir ekonomik baskıyla yüzleştirecektir. Bu durumda Tahran, zaten kötü bir gidişatı bulunan ekonomiyi yönetemeyerek içinden çıkılamayacak bir vaziyetle yüzleşebilir. Hiç kuşkusuz böyle bir gelişme, İran’da gerçekleşen protestoların artmasına sebep olacaktır. Bu nedenle Tahran, kendisine yönelen baskının artması halinde, Trump’ın isteği doğrultusunda şekillenecek yeni bir nükleer anlaşmayı kabul etmek zorunda kalabilir. Ancak İran, ABD baskısına direnerek savrulma yaşamadan mevcut mevzisini korumayı da tercih edebilir. Bu yöndeki tercih ise, İran’ın daha da dışa kapalı ve otoriter bir ülkeye dönüşmesiyle neticelenecektir. Hiç kuşkusuz bu durumun yol açacağı istikrarsızlık, Türkiye’yi de olumsuz bir biçimde etkileyecektir.
Sonuç olarak 10. KOEP Ortak Bakanlar Zirvesi, çok taraflı diplomasinin yürütülmesine ilişkin iyi niyet beyanlarıyla sınırlı kalmış ve anlaşmanın geleceğine dair soru işaretleri yanıtlanamamıştır. Zira taraflar KOEP’e bağlılıklarını vurgulayan bir politik söylem benimsemiş olsalar da anlaşmayı sürdürmeye yönelik somut bir adım atma iradesi gösterememişlerdir. Görüşmeye başkanlık eden Mogherini’nin anlaşmayı devam ettirmeye yönelik yapılan görüşmelerin sürdürüleceğini açıklaması da[5] zirvede kayda değer bir karar alınamadığının göstergesidir.
[1] Sputnik News, “Iran: EU Package on Extending Nuclear Deal ‘Disappointing’”, https://sputniknews.com/middleeast/201807051066082399-iran-germany-nuclear-deal/ ,Erişim Tarihi: 06.07.2018
[2] Tasnim News, “Zarif: Nükleer Antlaşma İçin Uygulanabilir Taahhütler Verilmeli”, https://www.tasnimnews.com/tr/news/2018/07/07/1769814/zarif-n%C3%BCkleer-antla%C5%9Fama-i%C3%A7in-uygulanabilir-taahh%C3%BCtler-verilmeli, Erişim Tarihi: 07.07.2018
[3] Irna News, “Lavrov: İran’ın KOEP ile ilgili sorumlu tutuma sahiptir” http://www.irna.ir/tr/News/3637615, Erişim Tarihi: 07.07.2018
[4] Shafaqna News, “Çin: Dünya KOEP’in Korunması İçin Çaba Sarf Etmeli” https://tr.shafaqna.com/fn/88999, Erişim Tarihi: 07.07.2018
[5] Iran Daily, “Mogherini: World Powers, Iran to Continue Talk to Save Nuclear Deal”, http://www.iran-daily.com/News/217867.html, Erişim Tarihi: 07.07.2018