Tarih:

Paylaş:

Putin’in Federal Meclis’ten Verdiği Mesaj

Benzer İçerikler

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nda bir yıl geride kalırken; Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 21 Şubat 2023 tarihinde Federal Meclis’te yaptığı konuşma uluslararası basında geniş yankı uyandırmıştır. Zira Rus liderin konuşması, savaşın ilk yılının değerlendirilmesi ve geleceğinin öngörülebilmesi noktasında mühim ipuçları barındırmaktadır.

Rus liderin açıklamalarına bakıldığında, savaşın tırmanacağını iddia etmek bulunmak mümkündür. Çünkü arabuluculuk süreçlerinin işlediğine ve müzakere masasına dönüleceğine dair herhangi bir emare bulunmamaktadır. Bilakis Putin, savaşın başından itibaren Moskova yönetiminin kullandığı gerekçeleri bir kez daha dile getirmiş ve bunu yaparken de savaş esnasında elinde bulundurduğu kozları yeniden hatırlatmıştır. Bu yüzden de Rus liderin Ukrayna’daki savaşa olan yaklaşımını anlamak açısından mevzubahis konuşmada öne çıkan hususlara değinilmelidir. Bu çerçevede Putin’in konuşmasının dört ana başlık üzerinden şekillendiğini ve her başlığın kritik mesajlar içerdiği söylenebilir.

Bunlardan ilki, Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı yalnızca Kiev yönetimiyle değil; Batı’yla yürütülen mücadele bağlamında ele aldığıdır. Nitekim Putin söz konusu açıklamasında şu ifadeleri kullanmıştır:[1]

“Biz Ukrayna halkı ile savaşmıyoruz, Ukrayna, Batılı efendilerin esiri oldu. On yıllar boyunca Ukrayna’nın sanayisini yerle bir ettiler. Bu koşullarda paranın askeri operasyonlara ayrılması kolay hâle geldi. İnsanları harcanacak birer metaya çevirdiler. Bunun sorumluluğu tamamıyla Batılı elit kesimler ve Kiev rejimine aittir.”

Rus liderin mevzubahis açıklamaları, savaşın başından itibaren Rusya’nın saldırı değil; savunma pozisyonunda olduğu yönündeki söylemlerinin devamı olarak okunabilir. Zira Kremlin, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) doğuya doğru genişlemesinden rahatsızdır. Nitekim Rusya, 2007 yılında Romanya ve Bulgaristan’ın NATO üyesi olmasının ardından NATO’nun eski Doğu Bloku ülkelerinde ilerleyebileceği son sınıra ulaştığını dile getirmiştir. Buna bağlı olarak da Moskova yönetimi, 2008 senesinde Gürcistan’a ve 2014 ile 2022 yıllarında Ukrayna’ya müdahalede bulunarak kararlılığını ortaya koymuştur.

Bahse konu olan yaklaşıma göre Rusya, Amerika Birleşik Devletleri’nin (2007) NATO genişlemesi aracılığıyla tampon bölgeleri ortadan kaldırdığına inanmaktadır. Ukrayna’daki müdahalesini de bu gerekçe üzerinden temellendirmektedir. Dolayısıyla Moskova’nın perspektifinden bakıldığında, Ukrayna’daki savaşın sorumlusu ABD ve müttefikleridir.

Dahası Moskova yönetimi, “Primakov Doktrini” olarak da bilinen “Yakın Çevre Doktrini” çerçevesinde post-Sovyet alanda Batı nüfuzu istememektedir. Yani Rusya, kendi yakın çevresindeki hegemonyasını sürdürme arzusu içerisindedir. Bunun için de “büyük güç” olduğunu Batı’ya kabul ettirmek istemektedir. Savaşın nedenlerinden biri de budur. Washington yönetimi ise “yıpratma savaşı” haline bürünen Ukrayna’daki savaş vesilesiyle Rusya’ya “orta büyüklükte bir güç” olduğunu kabul ettirmeye çalışmaktadır. Zaten bu durum, Putin tarafından da aşağıdaki ifadelerle dile getirilmiştir:[2]

“Rusya karşısına çıkacak her sınamaya yanıt verecektir, çünkü biz birlik ve uyum içinde olan büyük bir ülkeyiz. Kendimize ve yapabileceklerimize güveniyoruz. Hakikat bizim yanımızda… Rusya’nın güçlü olmaya hakkı var.”

Anlaşılacağı üzere Rusya, Ukrayna’daki savaşı uluslararası sistemde büyük güç statüsünün tescil edilmesi çerçevesinde ele almaktadır. Bundan mütevellit Rusya ile Batı arasında vekil unsurların da dahil olduğu hibrit savaşa tanıklık edilen Ukrayna’daki savaşın tırmanma, genişleme ve derinleşme eğiliminde olduğu ifade edilebilir.

İkinci husus ise küresel güvenliği etkileyecek biçimde silahlanma yarışının hız kazanmasıdır. Savaşın başından itibaren Rusya, nükleer silahlara başvurabileceği mesajını vermektedir. Bir diğer ifadeyle Moskova, kendisinin kaybedeceği bir savaşın kazananı olmayacağını vurgulamaktadır. Nitekim bu vurgu, Rus liderin bahsi geçen konuşmasında da yer almıştır. Zira Putin, Yeni Stratejik Saldırı Silahlarının Azaltılması Anlaşması’ndan (START) çekilmese de Rusya’nın anlaşmayı askıya aldığını duyurmuştur.[3] Buna ek olarak Putin, nükleer silahlanma yarışını gözler önüne sererek güvenlik ortamındaki kırılganlığı ortaya koyan şu açıklamada bulunmuştur:[4]

“ABD’nin nükleer deneme yapmaya karar verme olasılığına karşı Rusya Savunma Bakanlığı ve Rosatom’un da Rus nükleer silahlarıyla deneme gerçekleştirmeye hazır olmaları gerekiyor. Tabii ki bu denemeyi ilk gerçekleştiren biz olmayacağız, fakat ABD nükleer deneme yaparsa, biz de yapacağız.”

Her ne kadar Putin’in açıklamaları, Rusya’nın nükleer silah kullanacağı anlamına gelmese de nükleer silahsızlanma yolunda mesafe kat edilmesini sağlayan anlaşmaların bir bir rafa kaldırılması, küresel güvenlik ortamının ciddi bir yara aldığını gözler önüne sermektedir.

Dahası Putin, “Batı’dan Ukrayna’ya ne kadar daha uzun menzilli sistemler gelirse, biz de tehdidi sınırlarımızdan o kadar uzaklaştırmak zorunda kalacağız.”[5] diyerek uzun menzilli silahlar noktasında ortaya çıkan güvenlik risklerine de dikkat çekmiştir. Bu da Ukrayna’daki savaşın aktörleri caydırıcılık noktasında Soğuk Savaş retoriklerini kullanmaya ittiğini göstermektedir. Bu yüzden de ilerleyen dönemde küresel güvenlik ortamı açısından tehdit yaratacak yeni tartışmalara ve gelişmelere tanıklık edilebilir.

Üçüncü olarak Putin, Rusya’nın Ukrayna’da kontrol altında tuttuğu ve uluslararası hukuka aykırı bir şekilde referandum düzenleyerek ilhak ettiğini açıkladığı bölgelere değinmiştir. Bu bağlamda Putin, şunları söylemiştir:[6]

“Yeni bölgelerimizin (Donetsk, Luhansk, Zaporojiya, Herson) kalkınması için programlar oluşturduk. Kırım’da yaptığımız gibi buralarda da yeni istihdam alanları yaratıp, yollar inşa edeceğiz, Azak Denizi kıyılarında yeni limanlar kuracağız.”

Putin’in bu açıklamaları, Rusya’nın Donsetsk, Luhanski Zaporijya ve Herson’u olası müzakerelerde pazarlık konusu yapmak istemediğini ortaya koymaktadır. Üstelik Ukrayna, Kırım dahil olmak üzere 2014 senesinden itibaren kaybettiği toprakları kazanma konusunda net bir iradeye sahipken; Rus lider, Kırım’ı bu yeni bölgeler için örnek göstermiştir. Bu da Rusya’nın Kırım’da statüko değişikliğine kapalı olduğu anlamını taşımaktadır. Kuşkusuz bu durum, Moskova ile Kiev’in beklentilerindeki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Bu farklılık ise savaşın uzayacağını teyit etmektedir.

Son olarak Putin, savaşın başından itibaren Kremlin’in kullandığı “Ukrayna’nın Nazisizleştirilmesi” argümanını dile getirmiştir. Çünkü Rusya, Ukrayna’da var olduğunu iddia ettiği Neo-Nazi gruplarla mücadele ettiğini öne sürmektedir. Bu nedenle de Putin, “Ukrayna’daki neo-Naziler, kendilerini kimlerin varisi olarak gördüklerini gizlemiyorlar, ekipmanlarının üstüne gamalı haçlar ve Nazi isimleri yerleştiriyorlar.” demiştir.[7] Bu sebeple de Rusya’nın neo-Nazi gruplarla mücadele söylemini kullanmaya devam edeceği öngörülebilir.

Sonuç olarak Rusya-Ukrayna Savaşı’nın birinci yılı geride kalırken; Putin, Federal Meclis’te yaptığı konuşmada savaşın Rusya ile Batı arasındaki mücadelenin ürünü olduğunu net bir şekilde vurgulamıştır. Putin’in açıklamaları nükleer silahlanma başta olmak üzere çok ciddi gelişmelerin yaşanabileceğine işaret etmesinin yanı sıra Moskova’nın Kırım dahil olmak üzere ilhak ettiği bölgelerden vazgeçmeyi kabullenmeyeceğini göstermekte ve “Ukrayna’nın Nazisilzeştirilmesi” söyleminin kullanımının süreceğini ortaya koymaktadır. Tüm bu hususlar ise savaşın daha da uzayacağına işaret etmektedir.


[1] “Federal Meclis Konuşması Yapan Putin: Yeni START’a Katılımımızı Askıya Alıyoruz”, Sputnik News, https://sputniknews.com.tr/20230221/putin-federal-meclis-konusmasini-yapiyor-1067307309.html, (Erişim Tarihi: 21.02.2023).

[2] Aynı yer.

[3] Aynı yer.

[4] Aynı yer.

[5] Aynı yer.

[6] Aynı yer.

[7] Aynı yer.

Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN, 2014 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisans derecesini, 2017 yılında Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu ‘’Uluslararası Güç İlişkileri Bağlamında İkinci Dünya Savaşı Sonrası Hegemonik Mücadelelerin İncelenmesi’’ başlıklı teziyle almıştır. Doktora derecesini ise 2021 yılında Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı‘nda hazırladığı “İmparatorluk Düşüncesinin İran Dış Politikasına Yansımaları ve Milliyetçilik” başlıklı teziyle alan Başaran’ın başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, İran araştırmaları ve Afganistan çalışmalarıdır. Başaran iyi derecede İngilizce ve temel düzeyde Farsça bilmektedir.