ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyareti, özelde Çin-ABD-Tayvan üçgeninde ve genelde ise tüm Asya-Pasifik Bölgesi’nde ciddi bir krize yol açmıştır. Çin, söz konusu ziyaretin ardından ada genelinde askeri tatbikatlara başlamış; ancak bunun ne Tayvan ne de Batı için caydırıcı bir etkisi olmamıştır. Zira tatbikatların ardından ABD’li politikacılar adaya ziyaretlerine devam etmiştir. Buna ek olarak Batılı devletler de ABD’nin hamlelerinden ve Çin’in karşılık verememesinden cesaret alarak ada ziyaretlerine başlamıştır.
Üstelik bu ziyaretler ABD ve Batılı devletler ile Tayvan arasında hem ekonomik hem de askeri bazı anlaşmaların hayata geçmesine sebebiyet vermiştir. Örneğin 08 Eylül 2022 tarihinde Florida’nın Demokrat Senatörü Stephanie Murphy liderliğindeki ABD’li yetkililerden oluşan bir heyet, Tayvan’ı ziyaret etmiştir. Murphy, bu ziyarette ABD Kongresi’nin Tayvan’ın uluslararası kuruluşlara daha fazla katılımını savunması gerektiğini söylemiş[1] ve Amerikan heyeti, Tayvan Cumhurbaşkanı Tsai Ing-wen’le daha yakın ticari ve ekonomik ilişkiler kurma noktasında görüşme gerçekleştirmiştir.[2] Çin’in gerçekleştirdiği tatbikatlara ve yağtığı sert açıklamalara rağmen ABD ve müttefiklerinin Tayvan politikasında geri adım atmadıkları görülmüştür.
Çin’in düzenlediği tatbikatlar, uluslararası kamuoyu tarafından büyük bir işgalin provası olarak da tanımlanmıştır. Fakat burada asıl gündeme gelen soru, neden bu kadar fazla ABD’li siyasetçinin Tayvan’a ziyaret gerçekleştirdiği ve ABD ile Batı’nın niçin Tayvan Meselesi’nde geri adım atmayarak adaya olan desteklerini açık, net ve somut bir şekilde gözler önüne serdiğidir.
Bu noktada ABD’nin Tayvan üzerindeki politikasının değiştiği, “stratejik belirsizlikten”, “stratejik açıklığa” evrildiği söylenebilir. Pelosi’nin Tayvan ziyaretiyle başlayan süreçte Washington yönetiminin adaya yönelik politikasının değişmesinde, ABD-Çin rekabeti, Rusya-Ukrayna Savaşı, ABD iç siyaseti ve Çin’in tepkileri etkili olmuştur.
ABD-Çin Rekabeti
ABD, Çin’i küresel çaptaki en büyük rakibi olarak görmektedir. Bu, yalnızca ABD’nin algısı da değildir. Çin hem ekonomik gücü hem de küresel tedarik zincirlerindeki rolü sebebiyle gerek uluslararası kamuoyunun gerekse de kendi politikacılarının gözünde küresel çapta ABD’yle rekabet edebilecek ve onun gücünü dengeleyebilecek tek devlet konumundadır.
Çin, bu büyümesini ve küresel çaptaki rekabet gücünü artırabilmek amacıyla birçok bölgede varlık göstermeye, halihazırda varlık gösterdiği bölgelerde ise gücünü pekiştirmeye çalışmaktadır. Bu sebeple Pekin, Asya-Pasifik bölgesinde, özellikle de Doğu Asya bölgesinde giderek daha iddialı eylemler gerçekleştirmektedir. Çin, bu bölgedeki eylemlerini artırdıkça ABD de Çin’in tarihsel olarak problemli ilişkilere sahip olduğu ve gerektiği takdirde zorla anakaraya bağlamayı düşündüğü[3] zayıf karnı Tayvan’a askeri ve ekonomik bakımdan daha fazla destek vermeye başlamıştır.
Aynı zamanda ABD, söz konusu desteği, uluslararası kamuoyunun dikkatini çekecek şekilde yaparak ve bölgeyle ilişkilerini artırarak hem Çin’i çevrelemeye hem de Çin üzerindeki baskısını arttırmaya yönelmiştir.
Mevzubahis baskının ve çevreleme politikasının ziyaretler ve ticaret anlaşmaları dışındaki en önemli göstergesi ise 2021 yılında Çin’in Asya-Pasifik bölgesindeki büyümesine karşı koymak maksadıyla ABD önderliğinde ve Birleşik Krallık ile Avustralya’nın katılımıyla kurulan üçlü güvenlik ittifakıdır (AUKUS).
ABD’nin Çin’le uluslararası arenada rekabet edebilmek ve bölge üzerindeki varlığını güçlendirmek için gerçekleştirdiği bu eylemlere Pekin de iddialı yanıtlar vermeye çalışmaktadır. Çin’in Pelosi’nin ziyaretinin ardından adaya yakın bölgelerde askeri tatbikatlar düzenlemesi, Pekin’in ABD’ye karşı koymaya başladığını ve gerektiği takdirde mevcut rekabeti sıcak bir çatışmaya kadar yükseltebilecek kapasitede olduğunu ya da kendisini bu seviyede gördüğünü gözler önüne sermektedir.
Tatbikatların noktalanmasının ardından Çin Ordusu’nun tatbikatların gelecekte de devam edeceği açıklanmıştır.[4] Dolayısıyla Pekin’in Tayvan’a karşı giderek daha iddialı bir duruş benimsemesi, Tayvan üzerinden pek çok krizin meydana gelebileceğine işaret etmektedir.
Öte yandan her ne kadar askeri gerilim, Pelosi’nin ziyaretiyle tırmanışa geçmiş olsa da bu ziyaretten önce de Çin, örneğin 2016 yılında, Tsai Ing-wen’in Tayvan Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından ada çevresindeki askeri faaliyetlerini hızlandırmıştı.
Bahsi geçen dönemde Çin’in Tayvan’a saldırması durumunda, ABD’nin müdahalede bulunacağına dair Taipei Hükümeti’ne somut garantiler vermemesinden dolayı bir “stratejik belirsizlik” söz konusuydu. Fakat yaşanan son olaylarla birlikte Washington’un yaşadığı belirsizlik durumu “stratejik açıklığa” doğru kaymaktadır. Kısacası ABD, bölge üzerindeki politikasında stratejik belirsizliğe devam ettikçe, bu durumun Pekin’i daha da cesaretlendiğini fark etmiştir.
Stratejik Açıklık
ABD’nin stratejik belirsizlikten uzaklaştığının en belirgin kanıtlarından ilki, 2022 yılının Ağustos ayında ABD Başkanı Joe Biden’ın Çin’in Tayvan’a saldırması durumunda Washington’un doğrudan müdahalede bulunacağını ve Ukrayna Savaşı’nın ardından ABD’nin adaya askeri destek taahhüdünün çok daha güçlü olduğuna[5] yönelik söylemlerde bulunmasıdır. Biden son açıklamasında da Tayvan’a yönelik politikasının değişmediğini, bu politika doğrultusunda Washington’un Tayvan’ın statüsü sorununun barışçıl bir şekilde çözülmesini istediğini; ancak Çin’in kendi topraklarının bir parçası olarak iddia ettiği özerk adayı işgal etmeye çalışması halinde, ABD’nin Tayvan’ı savunacağını belirtmiştir.[6]
Washington yönetiminin Tayvan Meselesi’nde stratejik belirsizlikten stratejik açıklığa doğru kaydığının bir diğer kanıtı da ABD’nin Tayvan’a 1,1 milyar dolarlık silah satışını onaylamasıdır.[7] Üstelik Biden’ın ABD’nin “Tek Çin Politikası”nı tanıdığı; fakat bunun Tayvan’ın işgali veya zorla anakaraya katılabileceği anlamına gelmediği yönünde açıklamaları da vardır. ABD, “Tek Çin Politikası” çerçevesinde Pekin yönetimini Çin’in “tek” ve “yasal” hükümeti olarak tanımaktadır. Ancak bu politika, Washington’un “Çin’in Tayvan üzerindeki egemenliğini” tanıdığı anlamına gelmemektedir.
Biden tarafından Tayvan’a verilen sinyal hem ABD’nin “liberal demokrasi” anlatısının bölge üzerindeki devletlerde karşılık bulması hem de Çin üzerindeki baskının artması bakımından Beyaz Saray için oldukça önemlidir. ABD’nin Tayvan Meselesi’nde stratejik olarak yön değiştirmesinde yalnızca bölgesel gelişmeler etkili olmamıştır. Küresel çaptaki gelişmeler ve özellikle de Rusya-Ukrayna Savaşı, ABD’nin Tayvan Meselesi’nde stratejik belirsizlikten stratejik açıklık noktasına geçmesinde belirleyici rol oynamıştır.
Rusya-Ukrayna Savaşı
Rusya-Ukrayna savaşı, uluslararası kamuoyunun ve özellikle de Batı’nın gündemine Çin’in Tayvan’ı ilhakını ve ada üzerindeki güç kullanım tehdidini getirmiştir. Savaşın başlamasıyla birlikte Tayvan, alarm seviyesini arttırmıştır. Aynı zamanda Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinin Çin’e Tayvan konusunda ilham vermesinden de endişelenilmiştir.
Tüm bunlara ek olarak süreç üzerinde yaptırımların da etkisi vardır. Zira ABD ve Batı, Çin’in üzerindeki baskıyı daha da arttırmak, Pekin’i bölgede dengesiz bir aktör konumuna getirmek ve Tayvan’ın işgalini önlemek için yaptırımlar yolunu kullanmayı düşünmektedir.
Aynı zamanda Taipei Hükümeti de AB’ye ve ABD’ye Çin’e yaptırım uygulanması konusunda baskı yapmaktadır.[8] Fakat Ukrayna Savaşı başlamadan önce Rusya’ya yönelik yaptırım tehditleri, Moskova’yı Ukrayna Savaşı’nı başlatması noktasında caydırmaya yetmemiştir. Yaptırım tehditlerinin Rusya üzerinde caydırıcı bir etkisinin olmaması, burada üzerinde tartışma yaşanmasına sebebiyet veren bir husustur.
Üstelik Rusya, Batı’nın söz konusu yaptırımları Çin’e kıyasla çok daha rahat bir şekilde uygulayabileceği bir aktördür. Çünkü Batı’nın ve özellikle de ABD’nin Çin’le oldukça girift ekonomik ilişkileri bulunmaktadır. Bu sebeple de Pekin’i hedef alan yaptırımlar, Batı’yı da son derece olumsuz etkileyecektir. Hem yaptırımların Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan önce Moskova yönetimi üzerinde caydırıcı etki yaratmaması, hem de Çin yaptırımlarının Batı’yı Rusya’ya uygulanan yaptırımlara kıyasla çok daha fazla etkileyecek olması nedeniyle Washington’un çok ileri gidemeyeceği düşünülmektedir. Buna rağmen ABD’nin açıkça Çin’e yaptırım tehdidinde bulunuyor olması, stratejisinin belirsizlikten açıklığa kaydığının göstergesidir.
ABD İç Siyaseti
Bilindiği gibi ABD, ara seçimlere doğru gitmektedir. ABD’nin stratejik netliğe doğru kayan yaklaşımının nedenlerinden biri de yaklaşan ara seçimlerdir. Çünkü ABD’nin Çin’e yönelik politikası, Cumhuriyetçiler tarafından her zaman zayıf ve yumuşak olmakla eleştirilmiştir. Bu sebeple Biden, Çin’e karşı sert hamlelerde bulunarak Cumhuriyetçilerin “Çin’e karşı zayıf kalınması” şeklinde nitelendireceği bir siyaset anlayışından uzak durmaya çalışmaktadır. Yani seçimlerde oy kaybı yaşamamaya özen göstermektedir. Dolayısıyla ABD, kendi siyasi geleneklerine oldukça uygun bir şekilde hem iç hem dış politika hamlelerine meşruiyet yaratmak için halkını konsolide edebilmek adına yeni küresel düşmanını bulmuştur.
Bahse konu olan durumun ABD siyasi geleneklerine uygun olmasının sebebi, Soğuk Savaş’la başlayan tarihsel süreçte de aynı stratejinin kullanılmış olmasıdır. Soğuk Savaş boyunca ABD’nin rakibi, Sovyetler Birliği olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitiminin ardından bu anlamda bir boşluk yaşayan ABD, 11 Eylül 2001 tarihli terör saldırıları vesilesiyle yeni küresel düşmanını terörizm olarak belirlemiştir.
Tüm bunlar, ABD’nin hem topraklarından kilometrelerce uzakta gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonlara hem de iç politika aksiyonlarına meşruiyet kazandırmak ve Batılı müttefiklerini ve kendi halkını konsolide etmek için “dış tehdit algısı yaratılarak” uygulanmıştır. Çin ise 2010’lu yıllardan itibaren daha proaktif bir dış politika uygulamaktadır. Kuşkusuz bu durum, Pekin yönetimini ABD’nin yeni küresel düşmanı haline getirmiş ve Washington’un yeni bir tehdit algısı yaratmasını sağlamıştır.
ABD, tarihsel politikalarını ve stratejilerini izlemeye devam ederek kendi halkında Çin’e karşı olumsuz görüşler yaratmayı başarmıştır. Amerikan kamuoyuna göre Çin, bir tehdit ve düşmandır. Bu nedenle de Washington yönetimi tarafından Çin’e karşı hayata geçirilen sert söylemler ve eylemler, iç politikada olumlu bir karşılık bulmaktadır. ABD’nin ara seçimlere doğru yol aldığı bu süreçte, stratejisinin belirsizlikten açıklığa doğru evrilmesinde ve Çin’e karşı olan tutumun sertleşmesinde “öteki” ihtiyacının payı büyüktür.
Çin’in Tepkileri
Washington, Pekin’e karşı tutumunu sertleştirdikçe ve Tayvan üzerinden Çin’i baskılama ve çevreleme politikasını hayata geçirdikçe, Pekin’in etkili bir karşılık vermekten uzak durduğunu/veremediğini görmüştür. Çin, ABD’nin aksiyonlarına yönelik sahada etkin bir cevap verememekte, gerilen küresel ve jeopolitik rekabeti sıcak çatışma seviyesine yükseltememektedir.
Washington yönetimi ise bunu fark ettikçe eylemlerini daha da arttırmaktadır. Şüphesiz bu kadar büyük çapta bir küresel rekabet tecrübesi olmayan Çin, Soğuk Savaş gibi tarihin en büyük küresel rekabetini yaşamış ve tecrübe etmiş, üstelik bu rekabetten galibiyetle ayrılmış bir aktör olan ABD’den çekinmektedir. Washington’un politik tecrübesine sahip olmayan Pekin yönetimi, ABD’nin hamlelerine aynı sertlikte karşılık verememektedir.
Yaşanan gelişmeler ise Pekin’i her iki sonucu da kendisi açısından olumsuz olacak bir karar alması için zorlamaktadır. Eğer Çin, sıcak çatışma noktasına kadar ilerlerse; bu durum, hem Çin’i bölgedeki istikrarı ve güvenliği tehdit eden aktör konumuna getirecek hem de ABD’nin liberal demokrasi ve Çin tehdidi anlatısının/algısının bölge devletlerinde çok daha etkili bir karşılık bulmasını sağlayarak tarafsız devletlerin de Batı’ya yönelmesine sebep olacaktır. Ancak Çin etkili bir karşılık vermekten kaçınırsa da gelişmeler, Çin’i dengesiz bir aktör konumuna getirecek, kendisine duyulan güveni azaltacak ve ABD’nin Tayvan üzerinden kurduğu baskının başka perspektifler kazanarak diğer sorunlu alanlara yansımasına neden olacaktır.
ABD’nin, Çin’in kendisine etkin bir karşılık veremediğini görmesi, stratejik belirsizlik durumunu stratejik açıklık politikasıyla değiştirmesinin sebeplerindendir. ABD, Tavan üzerinden Çin’i baskılayabildiğini ve sindirebildiğini gördükçe, bu eylemlerine devam etmiş ve faaliyetlerini ve söylemlerini git gide sertleştirmiştir.
Sonuç olarak ABD’nin Tayvan politikası, Washington-Pekin hattındaki rekabetin tırmanışa geçmesi, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın küresel etkileri, ABD iç siyasetindeki gelişmeler ve Çin’in verdiği ya da vermekte zorlandığı yanıtlar sebebiyle geçtiğimiz yıllara nazaran çok daha sert bir seviyeye ulaşmıştır. Böylece ABD, stratejik belirsizlikten, stratejik açıklık denilebilecek bir politikaya geçmiştir.
[1] “Amid the Tension, Another US Congressional Delegation Visited Taiwan”, Apnews, https://apnews.com/article/taiwan-china-nancy-pelosi-tsai-ing-wen-4a5fa7c1d01b8abc3e30eca13e8ec2de, (Erişim tarihi: 09.09.2022).
[2] “Taiwan Confident It Can Sign ‘High Standard’ US Trade Deal”, Channel News Asia, https://www.channelnewsasia.com/asia/taiwan-confident-it-can-sign-high-standard-us-trade-deal-2926706,
(Erişim Tarihi: 08.09.2022).
[3] “China Says Taiwan Military Drills Are over After Pelosi Visit”, BBC, https://www.bbc.com/news/world-asia-china-62492350, (Erişim Tarihi: 12.08.2022).
[4] Aynı yer.
[5] “Biden: US Would Intervene with Militarily to Defend Taiwan”, AP News, https://apnews.com/article/russia-ukraine-biden-taiwan-china-4fb0ad0567ed5bbe46c01dd758e6c62b, (Erişim Tarihi: 12.08.2022).
[6] “Biden: Us Would Defend Taiwan Against Chinese Invasion”, Apnews, https://apnews.com/article/taiwan-biden-china-nancy-pelosi-government-and-politics-abe8b7b0c6600e5fa869effae0d76ef2, (Erişim Tarihi: 19.09.2022).
[7] “US Approves Potential 1.1bn Dollar Weapons Sale to Taiwan”, Aljazeera, https://www.aljazeera.com/news/2022/9/2/us-approves-potential-1-1bn-weapons-sale-to-taiwan-pentagon, (Erişim Tarihi: 02.09.2022).
[8] “US Considers China Sanctions to Deter Taiwan Action”, Aljazeera, https://www.aljazeera.com/news/2022/9/14/us-considers-china-sanctions-to-deter-taiwan-action, (Erişim Tarihi: 14.09.2022).