Tarih:

Paylaş:

Suriye’de Çözüm Arayışları ve Türkiye’nin Merkezileşen Konumu: İstanbul Zirvesi

Benzer İçerikler

Suriye’de kalıcı barışın inşasına yönelik girişimlerin yeni bir aşaması olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in 27 Ekim 2018 tarihinde İstanbul’da bir araya gelecekleri açıklanmış ve söz konusu açıklamayla birlikte İstanbul Zirvesi, uluslararası basının en önemli gündem maddelerinden biri olmuştur.

Bilindiği üzere, uzun bir süredir Suriye İç Savaşı’nın sonlandırılmasına yönelik arayışların merkezinde Astana Süreci olarak ifade edilen ve Ankara-Moskova-Tahran üçlüsünün rolünü merkezileştiren görüşmeler yer almaktadır. Bu görüşmeler, bahsi geçen aktörleri Suriye Krizi’nin garantörlerine dönüştürmüştür. Dolayısıyla Türkiye, Rusya ve İran’ın; Suriye’nin geleceğinin şekillendirilmesi konusunda birlikte hareket ettiklerini söylemek mümkündür. Nitekim tarafların Suriye’deki gelişmelere dair ortak kaygıları ve beklentileri vardır. Aktörlerin tamamının Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) bölgedeki etkinliğinden rahatsızlık duydukları ve Suriye’de yeni bir anayasanın yapılmasını istedikleri bilinmektedir. Ancak üç devletin fikirlerinin örtüştüğü konular kadar, farklılaştığı meseleler de bulunmaktadır. Bunların en önemlisi Suriye’nin geleceğinde Beşar Esad ve ekibinin yer alıp almayacağı sorusudur. Zira Ankara, bu konuda Moskova ve Tahran’la ayrışmaktadır. Türkiye’nin bölgedeki gelişmelerden temel beklentisi, Suriye’nin Esad’ın yer almadığı demokratik bir ülkeye dönüşmesidir.

Bu konudaki fikir farklılıkları, 7 Eylül 2018 tarihindeki Tahran Zirvesi’ne kadar göz ardı edilmişse de söz konusu zirvede taraflar arasındaki sorunlar gün yüzüne çıkmıştır. Bu nedenle de Tahran Zirvesi, Türkiye’nin Suriye merkezli gelişmelerde, özellikle de Esad’ın geleceğine dair beklentiler anlamında, kendisiyle aynı düşünceye sahip olan Avrupalı aktörleri sürece dahil etmesi konusundaki gerekliliği ortaya koymuştur. Bu ihtiyacın karşılanması bağlamında İstanbul Zirvesi son derece önemlidir.

Hatırlanacağı üzere Tahran Zirvesi’nde Esad rejiminin İdlib’e yapmayı planladığı operasyon gündeme gelmiş ve Erdoğan’ın sivil kayıpların önlenmesine yönelik çağrılarına, Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani aynı hassasiyetle yanıt vermemiştir. Erdoğan’ın bu zirvenin ardından Twitter üzerinden paylaştığı iletiler ise Türkiye’nin insani bir trajedinin yaşanmasına izin vermeyeceği konusundaki duruşunu sürdürdüğünü göstermiştir. Buna bağlı olarak Putin, 17 Eylül 2018 tarihinde Erdoğan’ı Soçi’de ağırlayarak Türkiye’nin taleplerini kabul etmiş ve İran’a da kabul ettirmiştir. Şüphesiz bu durum, Rusya’nın Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamadığını kanıtlamaktadır.

Bahsi geçen gelişmeler, Ankara’nın çok yönlü dış politika anlayışının bir parçası olarak ittifak ilişkisi tesis ettiği Rusya-İran ikilisini de dengelemesi gerektiğini göstermiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin Almanya ve Fransa gibi Avrupalı devletlerle yakınlaşarak yeni bir denklem oluşturmaya çalıştığı görülmektedir. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın Türkiye’ye ve Erdoğan’ın da Almanya’ya gerçekleştirdiği ziyaretleri, bu çerçeve üzerinden okumak mümkündür. Zira Türkiye’nin güç dengesi politikasında duyduğu ittifak ihtiyacı kadar, Avrupalı devletlerin de Ankara’nın Suriye’deki duruşunu destekleme ihtiyaçları söz konusudur. Çünkü İdlib’e operasyon gerçekleştirilmesi olasılığı, mülteci akınıyla karşılaşabilme riski nedeniyle Avrupa’yı tedirgin etmiştir. Bu da Avrupa’nın Türkiye’ye olan bağımlılığını gösteren önemli bir örnektir. Tüm bu gelişmeler ise Avrupa’nın Suriye’ye olan ilgisini arttırmıştır.

Ankara’nın Berlin ve Paris’le olan yakınlaşması bağlamında İstanbul Zirvesi oldukça önemlidir. Rusya’nın katılacağı bu zirveden İran’ın dışlanmış olması ise aktörlerin Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) Suriye’deki varlığından duydukları rahatsızlıkla ilişkilendirilebilir. Üstelik Suriye Krizi’nin başından beri Tahran, Esad rejiminin ayakta kalması için diretmiş ve diğer seçeneklere karşı, tartışmaya kapalı bir tutum sergilemiştir. Rusya ise İran’dan farklı olarak Esad’ın görevde kalması konusunda daha esnek bir tavır takınmıştır. Bahse konu olan süreçte Moskova’nın önceliği, ABD’nin Suriye’yi şekillendirmesinin engellenmesi olmuştur. Dolayısıyla Rusya, “Esad’sız bir Suriye” seçeneğine kapıyı kapatmış değildir. Bu nedenle de İstanbul Zirvesi, Suriye’de kalıcı barışın inşasına yönelik görüşmelerde İran’ın arka plana itilebileceğine ve Türkiye’nin süreci şekillendirmedeki konumunun merkezileşebileceğine işaret etmektedir.

Türkiye, Rusya, Fransa ve Almanya’nın bir araya gelmesinin etkileri, yalnızca bölgesel gelişmelerle de sınırlı kalmayacaktır. Çünkü bahsi geçen ülkeler, sistem içerisindeki konumlarından rahatsız olan ve çok kutuplu dünya düzenine yönelik arayışları dillendiren aktörlerdir. Örneğin ABD Başkanı Donald Trump, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) harcamaları üzerinden Berlin’i eleştirmiş ve bu da Almanya’nın sistem üzerindeki konumundan rahatsız olmasına neden olmuştur. Buna ek olarak Paris’in de Washington’un tutumundan rahatsız olduğu öne sürülebilir. Bu rahatsızlığa, Trump’ın Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ndan (KOEP) çekilerek İran’a yönelik yaptırımları yeniden yürürlüğe koyması ve Avrupalı ülkelerin de yaptırımlara katılmasını istemesi neden olmuştur. Neticede Trump’ın ülkesinin iç hukuku çerçevesinde uyguladığı yaptırımları, diğer ülkelere dayatmak istemesi tepki çekmiş ve Almanya ve Fransa’nın liderliğindeki Avrupa Birliği (AB), Avrupalı şirketlerin İran piyasasında iş yapabilmesi için Engelleme Mevzuatı’nı güncelleyerek yürürlüğe koymuştur. Dolayısıyla Berlin ve Paris’in tek kutuplu dünya düzenini; yani ABD’nin küresel liderliğini sorguladıkları ifade edilebilir. Bundan dolayı Trump’ın tutumunun çok kutupluluk arayışlarını tetiklediğini de söylemek mümkündür.

Bu sebeple İstanbul Zirvesi’nde bir araya gelecek aktörlerin çok kutuplu dünyada birer kutup olarak yer alma potansiyelini taşıyan aktörler olmaları, bahse konu olan zirveyi önemli kılmaktadır. Nitekim İstanbul Zirvesi, Suriye’nin geleceğinde Avrupalı devletlerin söz sahibi olabileceğini gösterdiği kadar, Washington’un beklentilerinin ciddiye alınmadığına da işaret etmektedir. Bundan dolayı Suriye merkezli gelişmeler üzerinden bölgesel düzeyde yeni bir denge oluşturulduğu ve bu dengenin küresel etkilerinin de olabileceği öne sürülebilir.

Sonuç olarak Türkiye, İstanbul Zirvesi’ne ev sahipliği yaparak hem Suriye’nin geleceğinde hem de çok kutuplu dünya düzeninin inşasına yönelik girişimlerde kendi konumunu merkezileştirmektedir. Ankara’nın bu duruşu, Suriye’deki İran nüfuzunun azalabileceğine işaret ettiği gibi, küresel düzeyde ABD etkinliğinin sınırlandırılmasına ilişkin önemli bir arayışı da temsil etmektedir. İfade edilen bilgiler doğrultusunda İstanbul Zirvesi’ni değerlendirmek gerekirse, zirveden çıkacak kararlardan ziyade aktörlerin bir araya gelme ve aynı fotoğraf karesine girme iradelerinin önemsenmesi gerektiği vurgulanmalıdır. Çünkü İstanbul Zirvesi bir başlangıçtır. Sürecin devamı ise aktörlerin kararlılıklarını koruyabilmeleriyle doğru orantılı olarak şekillenecektir.

Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN, 2014 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisans derecesini, 2017 yılında Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu ‘’Uluslararası Güç İlişkileri Bağlamında İkinci Dünya Savaşı Sonrası Hegemonik Mücadelelerin İncelenmesi’’ başlıklı teziyle almıştır. Doktora derecesini ise 2021 yılında Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı‘nda hazırladığı “İmparatorluk Düşüncesinin İran Dış Politikasına Yansımaları ve Milliyetçilik” başlıklı teziyle alan Başaran’ın başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, İran araştırmaları ve Afganistan çalışmalarıdır. Başaran iyi derecede İngilizce ve temel düzeyde Farsça bilmektedir.