Tarih:

Paylaş:

Trump’ın Suudi Arabistan Ziyareti: ABD’nin Suudi Sünni Kuşak Temelli Yeni Ortadoğu Politikası

Benzer İçerikler

Trump’ın Suudi Arabistan ziyareti, ABD’nin yeni Ortadoğu politikasını Suudi Arabistan temelli yeniden inşa süreci olarak okunabilir. Aslında Trump’ın Suudi Arabistan temelli Ortadoğu turunun, yönetime geldiği Şubat ayından itibaren Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır liderlerinin Washington ziyaretleri sonucunda geliştiği söylenebilir. Bu bağlamda Trump yönetiminin Sünni ülkelerle ilişkilerini güçlendirme ve böylece Ortadoğu politikasını oluşturma turuna çıktığı söylenebilir. Trump yönetimi, İsrail’i rahatlatma ve İran’ı zayıflatma amaçlı Ortadoğu politikasını, Suudi Arabistan üzerinden Sünni blok politikası şeklinde yürürlüğe koymaktadır. Trump yönetiminin bu yeni dış politikası, Bush döneminden itibaren izlenen politikalar sonucunda İran’ın bölgede nüfuzunun artması, hatta ABD’nin bir nevi İran’ın güçlenmesine yol açan politikalarının bir restorasyonu olarak değerlendirilebilir.

Nitekim, ABD’nin Bush döneminde 2003 yılında Irak’ı işgali ve Obama döneminde 2011 yılında askerlerinin çekilmesiyle; ABD, bir nevi kendi eliyle İran’a alan açmış ve bu sayede İran, bölgesel lider konumuna yükselmiştir. İran’ın bu hızlı yükselişinin İsrail’e karşı bir tehdit oluşturması nedeniyle, Trump yönetiminin İsrail’i rahatlamak üzere İran’ı zayıflatma politikasını geliştirdiği ileri sürülebilir. Trump yönetimi, İran’ı zayıflatma politikasını müttefiki Suudi Arabistan üzerinden ve onun liderliğinde Sünni blok stratejisiyle gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Amerikan dış politikası geleneğinde Sovyetler’e ve komünizme karşı 1970’li yılların sonunda geliştirilen ve 1980’li yıllarda uygulanan Yeşil Kuşak ve çevreleme stratejisine benzer biçimde; şimdi de İran ve Şii Hilali’ne karşı Sünni kuşak/blok stratejisinin geliştirildiği öngörülmektedir.

ABD’nin Sünni kuşak/blok politikasını Suudi Arabistan üzerinden geliştirmesinin nedeni ABD-Suudi özel ilişkisi ve eski ABD-Türkiye müttefiklik ilişkisinin bitmesi olarak ortaya çıkmaktadır. Öncelikle ABD’nin Türkiye ile 1950’li yıllarda başlayan ve 2011 yılına kadar devam eden Soğuk Savaş müttefikliği, Obama yönetiminin ikinci dönemi ve esasen Trump yönetimiyle bitmiştir. Çünkü artık “Yeni Türkiye”nin liderleri ABD ile ilişkilerini tek taraflı Amerikan çıkarlarının gerçekleştirilmesine dayanan Soğuk Savaş dönemindeki müttefiklik ilişkisi temelinde yürütmemeye başlamıştır. Bunun üzerine ABD, Müslüman Ortadoğu politikasını Suudi Arabistan üzerinden inşa etmek zorunda kalmıştır. Diğer bir ifadeyle, Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin, artık Soğuk Savaş döneminde başlayan ve 1990’lı yıllarda da devam eden ABD ile müttefiklik ilişkisini tek taraflıdan karşılıklıya dönüştürmek istemesiyle Obama yönetiminin ikinci döneminden itibaren ilişkiler bozulmaya başlamıştır. Nitekim 16 Mayıs tarihindeki Trump-Erdoğan görüşmesinde Başkan Trump, Soğuk Savaş dönemindeki Türk-Amerikan müttefiklik ilişkilerine atıf yaparak o dönemlerdeki müttefik Türkiye özlemini açıkça dile getirmiştir.

Soğuk Savaş döneminden itibaren devam eden ABD-Türkiye müttefiklik ilişkileri, çoğunlukla tek taraflı Amerikan çıkarlarının Türkiye tarafından gerçekleştirilmesine dayanıyordu. Hatta Türkiye bu dönem boyunca ABD çıkarlarını kendi çıkarlarının üzerinde tutmuştu. Bu nedenle Türkiye’nin Ortadoğu’daki imajı, 1 Mart 2003 Tezkeresi’ne kadar “ABD’nin piyonu” olarak görülmüştü. Buna karşı Türkiye’nin artık ABD ile müttefiklik ilişkilerini karşılıklılık prensibine dayandırmak istemesi, hatta kendi çıkarlarını öncelemesi nedeniyle Türk-Amerikan ilişkilerinde radikal bir kırılma yaşanmış ve iki ülke arasındaki Soğuk Savaş müttefikliği artık Trump yönetimiyle nihayete ermiştir. İşte bu nedenle ABD, bu sefer Ortadoğu politikasını Türkiye yerine Suudi Arabistan üzerinden formüle etmeyi tercih etmiştir.

ABD, 1950’li yıllarda İsrail ve Suudi Arabistan ile iki özel ilişki geliştirmiştir. ABD-Suudi Arabistan arasındaki özel ilişki, ABD’nin Suudi Arabistan’a verdiği güvenlik garantörlüğü ve askeri yardım karşılığında verilen petrol sözüne dayanmaktaydı. Trump yönetiminin, Carter döneminde Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniev Brzezinski tarafından komünizme ve Sovyetlere karşı geliştirilen Yeşil Kuşak teorisine benzer şekilde, Suudi Arabistan liderliğinde İran’ın Şii Hilal’ine karşı Sünni kuşak teorisini geliştirmeye başladığı iddia edilebilir. ABD, Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez ülkeleri ile İran’ı bölgede yalnızlaştırma ve böylece zayıflatmak üzere Sünni blok politikasını geliştirmektedir.

Aynı zamanda, Trump yönetiminin ABD’nin Soğuk Savaş politikası olan çevreleme stratejisini şimdi Sünni blok ile İran’a karşı uygulamaya başladığı anlaşılmaktadır. Ancak İslam karşıtı Trump’ın Müslüman Sünni ülkelerle ilişkilerini güçlendirme politikası izlemesinin tam bir ironi teşkil ettiği de not edilmelidir. Sünni olan Türkiye’nin de bu bloğa katılmak isteyebileceği düşünülebilir. Ancak ABD’nin henüz Türkiye’nin bu bloğa katılmasını istediğine yönelik herhangi bir emare gözükmemektedir. Aslında Türkiye’nin bu bloğa girmemesinin Ortadoğu’daki manevra alanını genişletebileceği öngörülebilir. Zira Ortadoğu’da böyle bir blok oluştuğunda, yeni döneme giren Türkiye-ABD ilişkileri nedeniyle Türkiye’nin bloklar arasında gerilim ve çatışmayı yatıştırıcı ve arabulucu rolü oynama imkanının ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir.

Trump yönetiminin 7 Nisan saldırısından sonra şimdi de 18 Mayıs tarihinde Suriye’deki Şii milisleri vurması, İran odaklı Ortadoğu politikası geliştirdiğinin sahadaki ilk yansımaları olarak okunabilir. Zira 7 Nisan saldırısı, ABD dış politikası için bir kırılma noktası iken; Trump yönetiminin Ortadoğu politikası için başlangıç noktasını teşkil etmekteydi. Çünkü Obama yönetimi, Ortadoğu politikasında doğrudan müdahil olmama/arkadan yönetme ve Amerikan askerlerini sahaya direkt konuşlandırmama politikası izlerken; Trump yönetimi füze saldırısıyla, Şii misilsileri vurmasıyla ve Suriye’nin kuzeyine Amerikan askerlerini konuşlandırmasıyla Obama yönetiminin politikasından saptığını açıkça ortaya koymuştur. ABD’nin 7 Nisan füze saldırısı da en çok İran’a yönelik algılanmıştır. Şimdi ise Şii milisleri vurması, açıkça ABD’nin İran’ı hedef aldığını göstermektedir. Bu bağlamda bundan sonra ABD’nin bir yandan Suriye üzerinden İran’ı zayıflatma öte yandan Sünni blok ile İran’ı bölgede yalnızlaştırma politikası izleyeceği öngörülebilir. Böylece, ABD’nin İsrail’i rahatlamak üzere İran’ı zayıflatma ve güçsüzleştirme politikası geliştirdiği söylenebilir.

Son tahlilde ABD, yeni Ortadoğu politikasını Suudi Arabistan-İsrail-İran ekseni üzerinden geliştirmektedir. ABD’nin Suriye’de Şii milisleri vurması bakımından Trump yönetiminin bu politikasını ilk olarak Suriye’de uygulayacağı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda önümüzdeki süreçte Suriye Krizi’nin “İranlılaşacağı” ileri sürülebilir.

Doç. Dr. Muharrem EKŞİ
Doç. Dr. Muharrem EKŞİ
Doç. Dr. Muharrem Ekşi, lisans eğitimini 2001 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde tamamlamıştır. 2002 yılında yüksek lisans eğitimi için New York Üniversitesi Yakındoğu Araştırmaları Bölümü'nden kabul almıştır. 2007-2008 yılları arasında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Küresel ve Bölgesel Çalışmalar Anabilim Dalında yüksek lisans yapmıştır. Ardından 2008-2014 yılları arasında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında "Türkiye’de Kamu Diplomasisi: Ortaya Çıkışı, Kurumsal İnşa Süreci ve Uygulanışı (2002-2013)” başlıklı doktora tezini tamamlayarak Dr. unvanını almıştır. Doktora eğitimi sürecinde Global Strateji Enstitüsü, ORSAM, ASAM, SETA, TBMM gibi kurum ve kuruluşlarda dış politika uzmanı olarak çalıştıktan sonra Yunus Emre Enstitüsü’nde kültürel diplomasi uzmanı olarak da görev yapmıştır. 2011 yılında ABD’de George Washington Üniversitesi Kamu Diplomasisi ve Küresel İletişim Enstitüsünde Misafir Öğretim Üyesi olarak çalışırken aynı zamanda doktora teziyle ilgili Harvard ve New York Üniversitelerinde de araştırmalarda bulunmuştur. 2013 yılında Hindistan’da Jawaharlal Nehru Üniversitesi’nde misafir okutman olarak dersler vermiştir. 2015 yılında Kırklareli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde Dr. Öğr. Üyesi olarak göreve başlayan Ekşi, Aralık 2015 tarihinde Türkiye’de ilk Kamu Diplomasisi Uygulama ve Araştırma Merkezi’ni Kırklareli Üniversitesi’nde kurmuş ve Mart 2021 tarihine kadar merkezin müdürlüğünü yürütmüştür. Ekşi, ayrıca Türkiye’de ilk ve tek olan Kamu Diplomasisi Uzaktan Öğretim Tezsiz Yüksek Lisans programını 2021 yılında açarak Anabilim Dalı Başkanlığını yürütmektedir. 2017 yılından itibaren Uluslararası Siyaset Anabilim Dalı Başkanlığı ve 2019 yılından itibaren de Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanlığı görevini yürütmektedir. 2018 yılında Doçent unvanını alan Ekşi, 05 Ocak 2021 tarihinden itibaren Rektör Danışmanlığı, 11 Şubat 2021 tarihinden itibaren Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevlerini yürütmektedir. 2014 yılında Kamu Diplomasisi ve AK Parti Dönemi Türk Dış Politikası ve 2016 yılında "The Rise and Fall of Soft Power in Turkish Foreign Policy" başlıklı kitapları yayınlanan Ekşi’nin uluslararası, ulusal dergilerde çok sayıda makalesi, çeşitli uluslararası ve ulusal kitap bölüm yazarlığı, kitap editörlüğü, ulusal ve uluslararası dergilerde yayın kurulu üyeliği bulunmaktadır. Ekşi, 2020 yılında ikinci baskı yapan "Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar" başlıklı ders kitabının ve 2021 yılında yayımlanan "Amaç-Araç Sorunsalı: Türkiye’nin Küresel Aktör Olma İddiası" başlıklı eserin editörlüğünü yapmıştır. Son olarak Şubat 2023 yılında diplomasi ders kitabı niteliğinde “Klasik Diplomasiden Kamu Diplomasisine Yeni Yöntem ve Araçlar” başlıklı kitabını Nobel Akademik Yayıncılık'tan yayımlamıştır. Ayrıca 2018 yılından itibaren uluslararası hakemli dergi olan Kırklareli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi'nin baş editörlüğünü yürütmektedir. Ekşi’nin çalışma alanları; kamu diplomasisi, yumuşak güç, Türk Dış Politikası, Türkiye’nin Orta Doğu politikası ve Türk-Amerikan ilişkileridir.