Tarih:

Paylaş:

Türk-Alman İşbirliği Doğu Akdeniz ve Avrupa Birliği’ndeki Dengeleri Değiştirebilir mi?

Benzer İçerikler

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra dünyanın tek süper gücü konumuna gelen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Sovyetler Birliği’nin eski nüfuz bölgelerine Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) aracılığıyla nüfuz etmek istemiştir. Avrupa Birliği (AB) ise Balkan ve Baltık ülkelerinin bir kısmını ya Birliğe almış ya da almak için müzakerelere başlamıştır. Her ne kadar Soğuk Savaş döneminde Sovyet tehdidine karşı ABD ve AB birlikte hareket etmişse de ABD önderliğindeki Batı Bloku’nu tam anlamıyla içlerine sindiremeyen Avrupalı devletler olmuştur. Fransa ve Almanya, ABD liderliğine İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra mecbur kalsalar da son yıllarda değişen siyasi konjonktürün de etkisiyle muhalif seslerini daha da belirginleştirmişlerdir.

Türkiye ise yine Soğuk Savaş döneminde uygulanan ve Sovyetler Birliği’ni çevrelemeyi hedefleyen stratejide ileri karakol ülkesi şeklinde değerlendirilmiştir. Günümüzde de Türkiye, NATO’nun askeri kanadının en güçlü ikinci ordusuna sahiptir. Ancak 1952 senesinden bu yana NATO’da bulunmasına rağmen Türkiye’nin Batı İttifakı’ndaki konumu, başta ABD olmak üzere Fransa, Avusturya ve Yunanistan gibi ülkelerin sürekli olumsuz söylem ve tutumlarının hedefinde olmuştur.

Stratejik müttefik konumunda olan Türkiye ile ABD; Suriye, Irak, Doğu Akdeniz ve Ege’de; kısacası Türkiye’nin müdahil olduğu hemen her alanda karşı karşıya gelmektedir. Washington yönetiminin Suriye’nin kuzeyinde Kürt terör örgütlerine verdiği açık destek, Doğu Akdeniz’de de Türkiye karşıtlığıyla devam etmektedir. Nitekim 2020 yılının Eylül ayında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), İtalya, İsrail, Mısır, Ürdün ve Yunanistan’ın katılımlarıyla Doğu Akdeniz Gaz Forumu resmen kurulmuş ve ABD de Yunanistan’ın davetiyle Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na “Daimi Gözlemci” sıfatıyla katılmayı kabul etmiştir. Yunanistan Çevre ve Enerji Bakanı Kostis Hatzidakis’in 2021 yılının Ocak ayında yaptığı açıklamayla da ABD’nin Türkiye karşıtı bu cepheye katılımı resmileşmiştir.

Akdeniz’de kıyısı olmayan Ürdün ve ABD, çeşitli sıfatlarla Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na kabul edilse de bölgede en uzun sahillere sahip ülke konumunda olan Türkiye yok sayılmakta ve Ankara’nın çıkarları göz ardı edilmektedir. Zaten mevzubahis ittifakta yer alan ülkelere bakıldığında, İtalya dışındaki tüm aktörlerin Türkiye aleyhtarlığı noktasında buluştukları görülmektedir.

ABD’nin Suriye ve Doğu Akdeniz başta olmak üzere çeşitli konularda Türkiye’yle karşı karşıya gelmesi, aslında Barack Obama döneminde başlamıştır. Bu dönemde Suriye’nin kuzeyinde terör örgütü PKK’nın siyasal ve silahlı uzantısı olan YPG-PYD terör unsurlarına açık destek verilmiştir. Söz konusu destek, Donald Trump döneminde de artarak devam etmiştir. Eldeki bilgilerden hareketle, ABD’nin terör örgütlerine verilen destek üzerinden şekillenen bu politikasının Joe Biden döneminde de sürdürüleceği öngörülebilir. Bu kapsamda Ankara’nın S-400 Hava Savunma Sistemleri satın almasını bahane eden Washington yönetimi, Türkiye’nin denizlerde uluslararası hukuktan kaynaklanan en doğal haklarına da saygı göstermemektedir. Bir başka deyişle Washington, Doğu Akdeniz ve Ege’de Atina’nın yanında konumlanmaktadır. Yunanistan’ın olduğu her alanda haliyle GKRY de vardır. Bu sebeple GKRY de kendisine söz konusu ittifakta yer bulmuştur.

Doğu Akdeniz’de ciddiye alınması gereken bir diğer unsur ise İsrail’in tutum ve davranışlarıdır. Özellikle Mavi Marmara Saldırısı, on yıllardır Filistin halkına uygulanan baskı, Kudüs’ün Trump döneminde İsrail’in başkenti olarak tanınması ve ABD Büyükelçiliği’nin başkent Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması gibi gelişmeler, bölgede Türkiye-ABD ve Türkiye-İsrail ilişkilerini gerginleştirmiştir. PKK’lı terörist unsurlara gönderilen ağır silahların yanı sıra sansasyonel terör olaylarını yapacak eğitimleri de yine ABD ve İsrail gizli servis elemanları vermektedir. Özellikle de son zamanlarda Washington ve Tel-Aviv’in YPG-PYD terör örgütüne verdiği destek, resmi ağızlardan da ifade edilmektedir.

Tüm bunlara rağmen İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz, yaptığı bir açıklamada Türkiye’nin Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na katılmak istemesi halinde bundan memnuniyet duyacağını söylemiştir.[1] Steinitz’in bahse konu olan sözleri, Doğu Akdeniz’deki gergin havayı biraz yumuşatmaya yardımcı olsa da reel-politik bağlamında geçerliliğinin önünde üç büyük engel vardır. Bunlardan ilki, Yunanistan’ın son zamanlarda uluslararası ilişkiler literatüründe dilimize de giren “maksimalist” istekleridir. İkincisi ise Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nda bulunan ve Türkiye’nin tanımadığı GKRY’dir. Son olarak da KKTC’nin hak ve hukukunun göz ardı edilmek istenmesinden bahsetmek gerekmektedir.

Üstelik Ankara-Washington hattındaki sorunlar, sadece Suriye ve Doğu Akdeniz bağlamıyla da sınırlı değildir. Ege Denizi ve Batı Trakya nedeniyle de çeşitli gerginlikler yaşanmaktadır. Zira ABD Ordusu’nun Türkiye sınırına çok yakın bir mesafedeki Dedeağaç’ta ağır taarruz silahları ve birlikleriyle yığınak yapması dikkatlerden kaçmamaktadır. Dahası ABD’nin Yunanistan’la birlikte Türkiye’ye gözdağı verircesine hava, deniz ve karada ortak askeri tatbikatlar düzenlemesi de müttefiklik ruhuna zarar veren bir diğer meseledir.

Başta Yunanistan olmak üzere birtakım ülkelerin Türkiye’yi bölgede yalnızlığa ve müttefiksizliğe itme çabası içinde olduğu ortadadır. Elbette Ankara da bu durumun farkındadır. Bu yüzden de Türkiye, sahip olduğu milli imkân ve kabiliyetlerle gerek Avrupa’daki gerekse de Asya’daki aktörlerle tesis edeceği ilişkileri kullanarak Doğu Akdeniz’deki dengeleri kendi lehine çevirebilecek hamleler yapacaktır. Ankara, bu konuda yeterli güç ve imkâna sahiptir. Çünkü Türkiye, derin tarihi ve diplomasi kültürü olan büyük bir devlettir.

AB içinde onlarca ülke yer almasına rağmen özellikle de Brexit nedeniyle ortaya çıkan jeopolitik boşluğu Almanya ve Fransa doldurmak istemektedir. Fransa’nın son yılarda İslamofobi başta olmak üzere Türkiye karşıtı bir çizgide konumlandığı aşikardır. Bu yüzden de Ankara ve Paris, her geçen gün birbirinden uzaklaşmaktadır. Fakat Türkiye ile Almanya arasındaki münasebetlerde durum aynı değildir.

Türkiye’nin çeşitli konularda Almanya’yla anlaşmazlıkları bulunsa da Berlin’in enerji, güvenlik, mülteci ve iş gücü bakımından Ankara’yla ortak hareket etme ihtiyacı vardır. Bir diğer ifadeyle, iki ülkenin çıkar ve menfaatleri örtüşmektedir. Her şeyden önce Almanya, güçlü bir sanayi ve ekonomiye sahip olmasına rağmen petrol ve doğalgaz anlamında dışa bağımlı bir ülkedir. Bu açığının çoğunu da Rusya’dan temin etmektedir. 1960’lı yıllardan beri Türk işçi göçü ve gücüyle ortaya çıkan Türk azınlığı ise İkinci Dünya Savaşı’nda felaketi yaşayan Almanya’ya can suyu olmuştur. Nitekim günümüzde 5. Türk nesli Alman orta sınıfının bir parçasıdır. İkili ilişkileri etkileyen bir diğer husus ise Akdeniz üzerinden Avrupa’ya kaçak bir şekilde geçmeye çalışan ve sayıları milyonları bulan sığınmacıların durumudur. Bilindiği gibi Türkiye, bütün baskı, zorluk ve tehditleri göze alarak milyonlarca insana kucak açmıştır. Son olarak vurgulanması gereken bir başka konu da Fransa ile Almanya’nın tarihten gelen büyük rekabetidir. Mevzubahis mücadele, günümüzde AB liderliği noktasında devam etmektedir.

Bütün bu bileşenler bir araya geldiğinde, Türkiye’nin Avrupa’da Almanya’yla kuracağı akılcı ilişkiler hem Almanya hem de Türkiye için faydalı olacaktır. ABD ve bazı AB ülkelerinin Rusya konusuna soğuk bakması da başka bir birleştirici etken olabilir. Zira Türk-Alman işbirliğine, Moskova da sıcak bakacaktır. Çünkü Rusya’nın Türkiye vesilesiyle AB’nin lokomotifi konumunda olan Almanya’yla yakınlaşması, üç aktörün de çıkarınadır. Böylesi bir süreç, Türkiye açısından Doğu Akdeniz ve Ege’de Türk-Yunan dengesini Yunanistan lehine değiştirmek isteyen ABD yönetimine verilen ciddi bir yanıt olacaktır. Ayrıca Karadeniz’in huzuru ve barışı için de bu ittifak çok önemlidir. Çünkü ABD, Bulgaristan ve Romanya üzerinden de Rusya’yı ve aslında biraz da Türkiye’yi dengelemek ve hatta engellemek istemektedir. Dolayısıyla Ankara ve Moskova’nın Batılı aktörlerle tesis edeceği yakın ilişkiler, yeni bir güç dengesinin önünü açabilir. Nitekim Doğu Akdeniz ve Avrupa genelinde olası bir Türk-Alman yakınlaşması, zincirleme reaksiyon göstererek karşı ittifakta bulunan ülkelerin bile aklını çelebilir. Böylesi bir yakınlaşma ise Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki menfaatlerinin savunulmasını da kolaylaşacaktır.


[1] “İsrail Enerji Bakanı Steinitz: Türkiye Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na katılmak isterse memnuniyet duyarım”, Anadolu Ajansı, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israil-enerji-bakani-steinitz-turkiye-dogu-akdeniz-gaz-forumuna-katilmak-isterse-memnuniyet-duyarim/2120380, (Erişim Tarihi: 02.03.2021).

Doç. Dr. Ergenekon SAVRUN
Doç. Dr. Ergenekon SAVRUN
Ergenekon SAVRUN: Ufuk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi ile Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde Doç. Dr. Öğr. Üyesidir. Ayrıca (Fransa) Bordo-Lyon, İspanya Cordoba, Portekiz Lizbon ve (İngiltere) Canterbury’de misafir Prof. olarak Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi alanlarında dersler vermiştir. Çalışma alanları ise Tarih, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkilerdir. Lisans ve Yüksek Lisans eğitimini (KKTC) Girne Amerikan Üniversitesi İngilizce Halkla İlişkiler ve İngilizce Uluslararası İlişkiler bölümlerinde tamamlamıştır. Doktorasını ise Tarih üzerine İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinde tamamlamıştır. Ergenekon SAVRUN’un 3 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapların adları ise: Türkiye ve İngiltere’nin Karşılaştırmalı Kıbrıs Politikaları, Ön Asya’nın Anahtarı Kıbrıs, Türk Siyasi Tarihinde Önemli Dönüm Noktaları. Ayrıca13 kitap bölümü, 30’dan fazla makale ve birçok uluslararası ve yerel konferans ve seminerler vermiştir.