Hiç kimse çarpıtmaya kalkmasın. Mayıs 2013 sonrası Washington’da gerçekleşen zirve; Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği noktasında beklentilerini “farklı tonlarda” ve netlikte ortaya koyan iki tarafın “işbirliğine devam” görüntüsü altında gergin bir “bekle-gör” dönemine girdiklerini göstermektedir. Bundan ötürü, ortada yeni bir başlangıç yoktur. Yeni bir başlangıç için şartların/beklentilerin karşılıklı olarak ortaya konulduğu bir kontrollü kriz süreci söz konusudur.
Tarafların birbirini “şu an için” kaybetme riskini göze alamamış olmaları, elbette burada önemli bir yere sahiptir. Özellikle de ABD açısından böylesi bir olasılığın ne tür yüksek/ağır maliyetlere yol açacağı gayet iyi bilinmektedir. ABD’de, Türkiye noktasında yaşanan fikri derin ayrılığının temelinde de bu yatmaktadır. Türkiye’nin dış politikasına 27 Haziran sonrası bir kez daha oturttuğu dengeye dayalı çok yönlü/boyutlu siyaseti de başka türlü izah edemeyiz.
Diğer taraftan, Türkiye yakın çevresi ağırlıklı sorunlar kapsamındaki “nokta” tutumunu devam ettirse de, daha geniş anlamdaki ikili ilişkilerlerle ilgili somut bir kararın/sonucun ortaya çıkmaması, böyle bir değerlendirmeyi kaçınılmaz kılmaktadır. Tarafların mevcut krizi sınırlı tutma arzusu ve diğer ilişkiler/işbirliklerinden ayırma gayretleri bunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Peki, böylesi bir “profesyonel ilişki tarzı” Türk-Amerikan ilişkilerinde yürür mü? Elbette hayır. Çünkü Türkiye ABD kadar bir manevra kabiliyetine sahip değil. Bundan ötürü, bu süreçte ikili ilişkileri ipotek altına alan sorunların önünün alınamaması durumunda daha büyük hasarların devam etmesi ve hatta bir yıkım kaçınılmaz olacağa benzemektedir.
Dolayısıyla, iki ülke arasındaki krizde üzerinde mutabakata varılan husus; mevcut şartlar altında şu an için ne sorunlara ne de ikili ilişkilere bir “nokta”nın konulmadığı bir araf dönemi olarak nitelendirilebilir. “Üç nokta” olarak da nitelendirebileceğimiz bu husus, aslında yukarıda izah etmeye çalıştığım gerekçeden dolayı adı konulmamış bir de facto sona, “noktasız nokta” durumuna işaret etmektedir.
BOP ve Misak-ı Milli Çatışmaya Devam Ediyor!
Görüşmede her iki taraf da kendi gelecekleri açısından bir beka mevzuu olarak gördükleri projelerini uygulama (BOP ve Misak-ı Milli) ve önündeki engelleri bertaraf etme noktasındaki kararlılıklarını bizzat yüzlerine karşı deklare etmişlerdir. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Trump’a karşı kullandığı şu sözler oldukça önemlidir:
“DEAŞ başta olmak üzere bölgemizdeki tüm terör örgütlerine karşı müşterek bir dayanışma ortaya koymamız büyük önem ifade etmektedir. Ortak geleceğimizi tehdit eden terör örgütlerine karşı ayrım yapmadan mücadele etmekte kararlıyız. Bölgemizin geleceğinde terör örgütlerine yer yoktur. Özellikle YPG/PYD terör örgütünün hangi ülke tarafından olursa olsun muhatap olarak alınması bu konuda küresel düzeyde varılan mutabakata kesinlikle uygun değildir. Aynı şekilde terör örgütlerinin faaliyetlerini bahane ederek bölgenin inanç ve etnik yapısını değiştirmek isteyenlere de izin vermemeliyiz. Suriye, Irak, Yemen ve Libya’daki kaosu fırsata çevirmek isteyenler eninde sonunda kaybedeceklerdir.”
Burada verilen mesaj aslında çok nettir! Buna göre Türkiye şu mesajı muhataplarına vermiştir: 1) ABD’nin müttefiki terör örgütüdür; 2) ABD Türkiye’ye karşı terör örgütleriyle birlikte hareket etmektedir; 3) Türkiye teröristlerle ve arkasındaki güçlerle savaşacaktır; 4) Türkiye, Misak-ı Milli’yi bir beka meselesi olarak görmektedir ve bundan dolayı BOP’a ve onun araçlarına müsaade etmeyecektir; 5) ABD kaybedecektir.
Aslında Türk tarafı bu mesajı uzunca bir süredir vermektedir. Türkiye, Mayıs 2003’teki tutumunu bir üst aşamaya taşımıştır. Mayıs 2003’te ABD taleplerini reddeden Türk tarafı, bu sefer kendi taleplerini net bir şekilde ortaya koymuş ve ABD’yi üstü örtülü bir şekilde kendi çıkarlarını ve bekasını tehdit eden bir hasım güç olarak ilan etmiştir.
Dolayısıyla, 1 Mart Tezkere krizini sona erdiren ve Türk-Amerikan ilişkilerinde “Model Ortaklık”ın önünü açan ikinci bir Kasım 2007’nin gerçekleşmesinin mümkün olmayacağı net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bunun bir diğer anlamı ise, Türk-Amerikan ilişkilerinin asla eskisi gibi olmayacağıdır. ABD tarzı, tek taraflı stratejik ve model ortaklıklar dönemi sona ermiştir. Bunu artık özellikle içimizdeki bazı kesimlerin görmesi ve anlaması beklenmektedir.
ABD’nin Aklı Soğuk Savaş Türkiye’sinde
ABD halen nostalji takılıyor. Bu kapsamda Başkan Trump’ın yaptığı konuşmada kullandığı şu ifadeleri bir de burada tekrar etmekte fayda var: “Türkiye ve Amerikan halkları onlarca yıldır dost ve müttefiklerdir. Türkiye, komünizm ile savaşta Sovyetler Birliği’nin gelişmesine karşı önemli bir ülkeydi. Sovyetler Birliği’ne karşı efsanevi bir varlık gösterdiler. Türk askerleri Kore Savaşı’nda Amerikan askerlerinin yanında omuz omuza ve cesaretle savaştılar ve yaptıklarını asla unutmayacağız. Kore’deki cesaretleri bizim askerlerimizin hala unutmadığı şeylerdendir.”
Nostalji gibi duran bu ifadeler, aslında ABD’nin kafasındaki Türkiye’yi resmediyor. Bu mesajların öz Türkçesine baktığımızda ABD’nin istediği Türkiye şu şekilde karşımıza çıkmaktadır:
1) Washington, Soğuk Savaş dönemindeki gibi bir Türk-Amerikan ilişkisi, stratejik ortaklık istemektedir (daha doğrusu hayal etmektedir).
2) ABD, Türkiye’yi kendi pis savaşlarında kullanmak istemektedir (Kore Savaşı’na vurgu buna işaret etmektedir).
3) ABD günümüzün Sovyetleri olan Rusya Federasyonu’na karşı bir kez daha Türkiye’yi yanına almak ve onu “ileri karakol” yapmak istemektedir.
Evet, yukarıda da görüldüğü üzere ABD dediğim dedik, öttürdüğüm düdük modunda bildik yüzsüzlüğünü devam ettirmektedir. Fakat ABD’nin unuttuğu ya da görmezden geldiği bir şey var: Karşılarında eski Türkiye yok.
ABD Yeni bir Operasyon Yapabilir!
Türkiye ve ABD mevcut şartlar altında farklı müttefiklik/ittifak ilişkilerini bundan sonraki süreçte daha da hızlandıracakları bir döneme girmişlerdir. Bu sürecin ucu fazlasıyla açıktır. Şu an için dolaylı bir şekilde seyreden güç mücadelesi yerini doğrudan bir çatışmaya hatta savaşa bırakma potansiyelini içinde barındırmaktadır. Çünkü mevzu bekadır!
Dolayısıyla, Türkiye’nin söylem bazındaki kararlılığını eylem bazında destekleyici operasyonlar ile devam ettirmesi gerekmektedir. Karaçok ve Sincar’ı bir adım öteye taşıyan daha ses getirici operasyonlar kaçınılmaz bir hal almıştır.
Diğer taraftan, Türkiye’nin tuttuğu notları Washington’da çok net bir şekilde ABD’nin önüne sunması ve gereğini yapmaktan çekinmeyeceğini deklare etmesi, ABD’nin pek de alışık olmadığı ve muhtemelen kendi çaplarında not ettikleri bir durum olmuştur. Bunun beraberinde ne tür sonuçlara yol açacağı ise üç aşağı beş yukarı bellidir. Yeni Türkiye’nin buna göre hazırlıklı olmasında fayda mülahaza edilmektedir