Siz buna arzu ederseniz daha kısa ve net olarak “Türk Jeopolitiğinin Yükselişi” adını da verebilirsiniz. Zira Ortadoğu ağırlıklı olarak kendisini gösteren “İslam Jeopolitiği”nin dönüşü son dönemde Kafkasya-Orta Asya ekseninde de belirgin bir hal almaya başlamış durumda. Dolayısıyla, “Türk-İslam Jeopolitiği”nin yeniden gündeme geldiği ve şartların yükselişi kaçınılmaz kıldığı önemli bir süreçten geçiyoruz.
11 Eylül sonrası yaşanan ve Arap Baharı ile hız kazanan; “Yükselen Doğu” ile “Çöküşteki Batı” arasında “Afganistan-Irak/Suriye-Kırım Üçgeni”nde yaşanan yoğun güç mücadelesinin istikrarsızlaştırıcı rolünün bu uyanışta önemli bir yere sahip olduğunu da hemen belirtmemiz gerekiyor. Nitekim “Büyük Oyun”un hesaplaşma sahasına ve her türlü “kirli oyun ve oyuncağın” denendiği büyük bir laboratuvara dönüştürülen coğrafyada yaşananlar bölgeyi yeni bir arayışa itmiş görünüyor.
Gelişmeler, coğrafyayı kaçınılmaz bir şekilde tarihsel kodlarına dönüşe zorlarken, diğer taraftan şu hususu da itiraf etmek gerekiyor: Türk-İslam coğrafyası bunları yaşamamış olsaydı, muhtemelen “gaflet uykusu” halen devam ediyor olacaktı. Dolayısıyla “Büyük Oyun”un en önemli-hesap edilmemiş sonuçlarından birinin “uyandırıcı rolü” olduğunu söyleyebiliriz; her ne kadar maliyetleri bizler açısından ağır olsa da…
Bu açıdan Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkesine yönelik ziyareti kapsamında zikrettiği şu ifade oldukça önemli: “Burası Büyük Türk milletlerinin vatanı. Artık birleşmemiz lazım.” Bu ifade, tam manasıyla “Türk-İslam Dünyası”nın geleceği ve “Büyük Oyun” açısından bir kırılma noktasıdır.
Dolayısıyla söz konusu çıkış, tarihsel hafızanın bir kez daha devreye girdiğini göstermesi ve SSCB sonrası coğrafyada başlangıçta gündeme getirilen, sonrasında rafa kaldırılan çözüm yollarından biri olarak; “birlik düşüncesinin inşası” açısından da kayda değerdir. Özbekistan’ın Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’ne (Türk Keneşi/Türk Konseyi) katılma kararı, bu açıdan önemli bir gelişmedir.
Orta Asya’da “Kuşak-Yol İttifakı”…
Kuşkusuz, bu noktaya kolay gelinmedi. Coğrafyanın yaşadığı bir takım kötü tecrübeler ve acılar kadar, geleceğe yönelik derin endişe ve korkuları içeren öngörüler de burada önemli bir yere sahip. Bunların başında da “ABD-Rusya-Çin” üçlüsü arasındaki rekabet ve önümüzdeki süreçte daha da artması beklenen güç mücadelesi geliyor. Bu üç güce karşı etkin bir denge politikası izlenebilmesi için ise bölge devletlerinin öncelikle kendi içlerinde bir birliğe gitmesi gerekiyor.
Daha somut bir ifadeyle, bölgenin Rusya ve Çin’in tekelinde görülen Şanghay İşbirliği Örgütü ve Avrasya Ekonomik Birliği girişimlerine karşı dengeleyici bir adım atması, yeni bir politika geliştirmesi kaçınılmaz. Yoksa coğrafya hassas dengelerin bozulmaya başlandığı bir ortamda tekrardan 19. yüzyılın akıbetiyle yüzleşebilir.
Bu süreçte en belirleyici husus ise bölgenin kendisine yönelik tehditleri birlikte bertaraf edebilme kapasitesi olacaktır. Aksi takdirde, söz konusu tehditler üzerinden vekâleten savaşın yeni adresi olabilir. Bu da Orta Asya’nın yeni bir Ortadoğu olması ile eşdeğerdir.
Bölgeyi Afganistan-Pakistan üzerinden DEAŞ/IŞİD’le birlikte hedef alan yeni tehdit dalgasının “Kuşak-Yol Projesi” ile eş zamanlı bir seyir izlemesi elbette dikkat çekicidir. (Arzu edenler “IŞİD’in Horasan Projesi ve Özbekistan İslami Hareketi”,“Özbekistan Niçin Hedef?”, “Ankara-Taşkent Hattında Türkistanlı Cihatçılar” başlıklı yazılarıma bakabilirler.) Bu noktada, Orta Asya devletlerinin kendi aralarında bir güvenlik yapılanmasına gitmesi kaçınılmazdır. Bu yapılanma, “Kuşak-Yol Projesi/İpekyolu”nun geleceği ve bölgedeki diğer güçlerin güvenliği-istikrarı açısından da büyük bir ehemmiyet arz etmektedir.
“Buhari-Maturidi-Yesevi Ruhu”na Dönüş…
Son yıllarda Özbekistan-Türkmenistan sınırında faaliyetlerini arttıran DEAŞ, bölge açısından ciddi bir tehdit unsurudur. SSCB sonrası Vahabi-Selefi yapılanmanın ayyuka çıktığı bir dönemde bununla rekabet/mücadele içerisinde olan ve bu yapıyı gerekçe göstererek varlığını genişletme-derinleştirme eğiliminde bulunan Şia boyutunu da göz ardı etmemek gerekiyor.
Orta Asya’nın kalpgâhı olarak ön plana çıkan Özbekistan’ın sahip olduğu potansiyeller bu açıdan da önemli. Nitekim Buhara, Semerkant, Hiva ve Tirmiz; sadece bu ülke açısından değil, Türk-İslam dünyası açısından da önemli birer dini merkezdir. Bu noktada “Buhari-Maturidi-Yesevi Ruhu”nun yeniden inşası ile eşdeğer olan İmam El Buhari Enstitüsü’nün açılacak olması, bu iki tehdide karşı önemli bir cevap niteliğindedir.
Özbekistan’ın yakın çevresinde komşularıyla başlattığı yeni diplomasi süreci bu açıdan da mühimdir. Özbekistan, etnik-sınır sorunlarına karşılıklı mutabakat çerçevesinde çözümler geliştirirken; iktisadi-ticari-kültürel ve dini bazda etkileşimi de arttırmaktadır. Cumhurbaşkanı Mirziyoyev’in bölgede olası bir iç savaşı sıfırlama ve radikalizme karşı işbirliği noktasında diğer Orta Asyalı liderlerle başlattığı işbirliği süreci bu açıdan önemlidir.
“Ütopya”ya Son Vermenin Yolu…
Diğer Orta Asya devletleri açısından olduğu kadar, Taşkent açısından da bölgenin güvenliği ve istikrarı öncelikli olup, bu doğrultuda tedbirler almaktadır. Bölgede önemli bir askeri güce sahip olan Özbekistan bu tedbirleri Türkiye ile daha da güçlendirmek istemektedir. Kuşkusuz, Türkiye’nin sahip olduğu terörle mücadeledeki deneyim, başarılar ve geliştirdiği yeni silah sistemleri burada önemli bir yere sahiptir.
Bu kapsamda Ankara-Taşkent hattında iki önemli sacayağı olarak; “güvenlik” ve “ekonomi” üzerine inşa edilmeye çalışılan yeni bir siyasetten bahsedilebilir. (Bu konuda daha detaylı bilgiler için bu köşede yayımlanan şu analizlerime bakılabilir: “Türkiye’nin Doğuya Doğru Politikasında Avrasya Jeopolitiği ve Özbekistan”, “Türkiye’nin Çift Kanat Politikasında Özbekistan”, “Türkiye-Özbekistan İlişkilerinde Stratejik Ortaklık Dönemi”.)
Evet, “Osmanlı-Selçuklu-Emir Timur-Altınorda” coğrafyasında yaşanan güç mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan tehdit-riskler ile birlikte yeni fırsatlar, kaçınılmaz olarak Türk Dünyasını kendi içinde bir entegrasyon sürecine itmektedir. Bu süreç, “Türk-İslam Jeopolitiği”nin yeniden doğuşu, tüm dünyada barış-istikrarın tesisi ve güç boşluğunun giderilmesi açısından da elzemdir. Zira Türk Dünyası bir kez daha tarihi misyonunu oynamak zorundadır. Aksi takdirde İslam Dünyasında birlik, bir “ütopya” olmaya devam edecektir.
Tam da bu noktada rahmetli Turgut Özal’ın iki hedefinin eş zamanlı olarak hayata geçirilmeye başlanması sanırım sizlerin de dikkatinden kaçmamıştır. Hatırlatmak gerekirse; hayatta tesadüflere yer yoktur, elbette uluslararası ilişkilerde de…