Tarih:

Paylaş:

Türkiye-Rusya Merkezli Bir “Avrasya Ekseni” Mümkün mü?

Benzer İçerikler

Ankara-Moskova hattındaki diplomasi trafiği gerçekten de bazılarını “kıskandıracak” türden. Üstüne bir de İstanbul’da “balık”, açıkçası “o birilerini” iyice çatlatabilir. “O birileri” ile kimin ya da kimlerin kastedildiği fazlasıyla açık: 24 Kasım 2015 tarihinde Türkiye-Rusya ilişkilerini tarihe gömmeye çalışan o güçten bahsediliyor. İsterseniz siz buna NATO deyin, isterseniz ABD. Sonuçta aynı kapıya çıkıyor…

Burada “İstanbul mesajı” hiç kuşkusuz birçok açıdan sembolik olarak önemli. Tarihsel hafızayı bir kez daha harekete geçiriyor. Özellikle de Osmanlı ve Çarlık Rusya’sı arasındaki işbirliği arayışları bağlamında. O tarihlerde “İstanbul-Moskova eksen inşası” arayışları Batı’nın, Batılı başkentlerin en büyük kâbusu idi. Bugün ise Ankara-Moskova…

O yüzden Moskova’dan yapılan “İstanbul Daveti”nin jeopolitik yankıları çok daha büyük olacaktır. Çünkü bu arayış yeni değil, akamete uğratılmış bir sürecin devamı niteliğinde. Bu açıdan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin’in S-400’lerin 2019’da teslim edileceğinin açıklanmasından sonra sarf ettiği, “Türkiye ile ilişkilerimiz hem derinleşiyor hem de yeni içeriklerle zenginleşiyor. İşbirliğimiz bölgesel ve ekonomik konularda artıyor” ifadeleri böylesi bir kararlılığa işaret ediyor.

Yani taraflar yeni bir “Hünkâr İskelesi süreci”nde görünüyor (16 Kasım 2001 tarihli Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı anlaşmasını bir kenara koyar isek). Gerçi Türkiye-Rusya arasındaki işbirliğinin temelleri anlamına gelen ve 1833 yılında imzalanan Hünkâr İskelesi Antlaşması’nın maliyeti özellikle bizler açısından çok ağır olmuştu. Zira İstanbul-Moskova arasında giderilemeyen “güven sorunu”nun yol açtığı boşluğu İngiltere 1838’de Balta Limanı Antlaşması ile doldurmuş ve bugünkü “Türk-Batı Sorunu” ya da daha hafif ifadeyle “çelişkisi”nin önünü açmıştı.

Türkiye ve Rusya bir kez daha Ortadoğu üzerinden kendilerini tehdit eden bölge dışı bir aktöre karşı işbirliği içinde. Tehdidin görünürdeki coğrafyası şu an için her ne kadar Ortadoğu ise de kaynağı aynı: ABD/Batı. Bu tehdidin önümüzdeki süreçte İran üzerinden (ya da İran gerekçesiyle) hızlı bir şekilde Orta Asya-Güney Asya hattına doğru bir seyir izleyeceği neredeyse netleşmiş vaziyette. Dolayısıyla süreç bir kez daha Anadolu coğrafyasını ön plana çıkartmış durumda.

Ankara-Moskova Hattında Cevap Bekleyen Kritik Sorular-Sorunlar!

Bu da Türkiye-Rusya merkezli bir Avrasya ekseninin inşasını kaçınılmaz kılıyor. Fakat bunun hangi temellere dayanacağı, nasıl bir seyir izleyeceği şu an için belli değil. Zira karşımızda daha çok ortak tehdit algılarına ve karşılarındaki “hasmın” kullandığı yöntem-araçlara yönelik bir “iyi niyet deklarasyonu” söz konusu.

Bir de iki ülke arasındaki süreci sabote etmeye yönelik olası krizleri, kriz alanlarını bertaraf etmeye yönelik bir arayış söz konusu; aynen son günlerde kendisini gösteren yoğun diplomasinin konusunu teşkil eden İdlib mevzuunda olduğu gibi. Bu mevzuuyla ilgili tespitlerimi daha öncesinde “Türk-Rus İlişkilerinde Olası Kriz Noktaları” başlıklı analizimde ele almış ve iki ülke arasındaki test alanlarını aşağıdaki şekilde maddeler halinde sıralamıştım:

“Yeni Suriye” sürecinde nüfuz alanlarının tespiti;

Suriye merkezli olmak üzere Rusya’nın bölge Kürtlüğü üzerindeki nüfuz arayışları ve bunun Kuzey Suriye üzerinden Türkiye’nin güvenliğini, çıkarlarını tehdit edebilecek olası bir takım “arzu edilmeyen” sonuçları;

Rusya’nın tekrar Suriye’de Esad-İran ikilisinden yana bir tavır alma durumu;

İran krizi ve Türkiye’nin burada izleyeceği politika.

Yukarıdaki maddelere ek olarak ayrıca şu tespiti de yapmıştım: “Rus niyetlerinin çuvala sığmadığı ve bu bağlamda pragmatik anlayışını bir kez daha zirve yaptıran husus, düne kadar Suriye noktasında tam bir işbirliği halinde devam eden Rusya’nın işi son dönemde yokuşa sürmesinde de görülüyor. Özellikle İdlib merkezli yaşanan gelişmeler, önümüzdeki süreçte Türk-Rus ilişkilerinde ciddi bir sınavın yaşanacağına işaret ediyor.”

Ve geldiğimiz noktada karşımıza çıkan tablo şu: Türkiye ve Rusya, ABD talepleri karşısında nasıl bir tepki verecekleri kadar, mevcut işbirliğini nasıl koruyacakları ve bunu bir ileri aşamaya nasıl taşıyacakları noktasında da bir takım “güncel endişelere” ve fazlasıyla dikkat etmeleri gereken “hassas mevzulara” sahipler. Bu mevzular konjonktürel olduğu kadar, yapısal bir boyuta da sahipler.

Özellikle “ortak tarihsel coğrafya” ve “miras” anlayışları burada taraflar açısından yapısal boyutu bir adım daha ön plana çıkartıyor. Bu da Ankara-Moskova arasındaki ilişkilerde “temkinlilik duvarı” ile eşdeğer. Taraflar bu duvarı aşamadığı sürece de bir adım öte gidilebilmesi mümkün değil.

Rusya İkinci Bir Halep Sınavı ile Karşı Karşıya!

Hiç kuşkusuz burada diğer aktörlerin Türkiye-Rusya üzerindeki göz ardı edilemez etkileri oldukça önemli bir yere sahip. Dolayısıyla halen üçüncü aktörlerin örtülü ipoteği altında olan bir gelecek arayışı söz konusu. Durum böyle olunca ilişkiler “belirsizlik çukurunda” debelenip duruyor.

Bu çukurun şimdiki adresi ise İdlib. Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı SergeyLavrov, İdlib meselesinin İran, Türkiye ve Rusya liderlerinin Astana sürecinin üçüncü sacayağını oluşturan “Tahran Zirvesi”nin eksen konusunu oluşturacağını ifade ederken, Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da adeta, “İdlib çatışmasızlık alanının korunması insani açıdan, terörle mücadele açısından önemlidir” deme mecburiyeti hissediyor.

Aslında her iki aktör açısından bu endişenin kaynağını İran oluşturuyor gibi. İran’ın ortaya koyduğu “çekince”, aynı zamanda Avrasya eksen arayışlarını da sabote ediyor gibi görünüyor. Dolayısıyla Tahran’da İran’ın Astana sürecini “İdlibçukuru”na gömmemesi oldukça önemli.

Petro’nun Vasiyeti Tahran Zirvesinde Ne Kadar Etkili Olacak?

Elbette Rusya’nın Tahran Zirvesi’nde takınacağı tutum Avrasya eksen inşasının geleceği açısından da oldukça belirleyici olacak. Çünkü yukarıda da değinildiği üzere, tarihsel kuşkular ve hafıza halen devrede. En azından şu iki sorunun cevabı merak ediliyor: “Türk-Rus ilişkilerinde Büyük Petro’nun vasiyeti nerede?” Ve “Tahran zirvesinde bu vasiyetin İran ile ilgili kısımları ne kadar belirleyici olacak?”

Zira şu ana kadar ki gelişmeler Moskova’nın Türkiye’yi Avrasya ekseninin bir ortağı olarak değil, daha ziyade bir parçası olarak görme eğiliminde olduğuna işaret ediyor. Rusya, Türkiye-Batı arasındaki krizin derinleşmesine katkıda bulunmak suretiyle Türkiye’yi tek taraflı olarak yanına çekmenin hesaplarını yaparken; aynı zamanda son dakikaya kadar Ankara’yı Batı’nın kendisine yönelik mevcut-olası operasyonlarının engellenmesi noktasında bir “veto merkezi” olarak görme eğiliminde.

Bu da bize şunu gösteriyor: ABD’nin Türkiye üzerindeki baskılarını en temelde İran, daha geniş anlamda Astana süreci ve “Avrasya ekseni” olarak okuyan Rusya, Türkiye ile bir “set inşası” arayışı içinde. Buna Amerikalılar Soğuk Savaş döneminde “ileri karakol” diyorlardı. Ha “ABD/NATO’nun doğu kanadı” ha “Rusya/Avrasya Bloğu’nun güney kanadı”…

O yüzden süreçte denge faktörüne, tarihsel hafızaya ve rasyonaliteye fazlasıyla dikkat!

Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROLhttps://www.ankasam.org/author/mse/?lang=en
1969 Dörtyol-Hatay doğumlu olan Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 1993 yılında mezun oldu. BÜ’de 1995 yılında Yüksek Lisans çalışmasını tamamlayan Erol, aynı yıl BÜ’de doktora programına kabul edildi. Ankara Üniversitesi’nde doktorasını 2005’de tamamlayan Erol, 2009 yılında “Uluslararası İlişkiler” alanında doçent ve 2014 yılında da Profesörlük unvanlarını aldı. 2000-2006 tarihleri arasında Avrasya Stratejik Araştırmaları Merkezi (ASAM)’nde görev yapan Erol, 2009 yılında Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün (SDE) Kurucu Başkanlığı ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM)’nin de kurucu başkanı olan Prof. Erol, Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi (YTSAM) Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Başkanlığını da yürütmektedir. Prof. Erol, Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (GAZİSAM) Müdürlüğü görevinde de bulunmuştur. 2007 yılında Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı “Türk Dünyası Hizmet Ödülü”nü alan Prof. Erol, akademik anlamdaki çalışmaları ve medyadaki faaliyetlerinden dolayı çok sayıda ödüle layık görülmüştür. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: 2013 yılında Çağdaş Demokratlar Birliği Derneği tarafından “Yılın Yazılı Medya Ödülü”, 2015 yılında “APM 10. Yıl Hizmet Ödülü”, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “2015 Yılın Basın-Fikir Ödülü”, Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri “2016 Gönül Elçileri Medya Onur Ödülü”, Yörük Türkmen Federasyonları tarafından verilen “2016 Türkiye Onur Ödülü”. Prof. Erol’un 15 kitap çalışması bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının isimleri şu şekildedir: “Hayalden Gerçeğe Türk Birleşik Devletleri”, “Türkiye-AB İlişkileri: Dış Politika ve İç Yapı Sorunsalları”, “Avrasya’da Yeni Büyük Oyun”, “Türk Dış Politikasında Strateji Arayışları”, “Türk Dış Politikasında Güvenlik Arayışları”, “Türkiye Cumhuriyeti-Rusya Federasyonu İlişkileri”, “Sıcak Barışın Soğuk Örgütü Yeni NATO”, “Dış Politika Analizinde Teorik Yaklaşımlar: Türk Dış Politikası Örneği”, “Krizler ve Kriz Yönetimi: Aktörler ve Örnek Olaylar”, “Kazakistan” ve “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”. 2002’den bu yana TRT Türkiye’nin sesi ve TRT Radyo 1 (Ankara Radyosu) “Avrasya Gündemi”, “Stratejik Bakış”, “Küresel Bakış”, “Analiz”, “Dosya”, “Haber Masası”, “Gündemin Öteki Yüzü” gibi radyo programlarını gerçekleştirmiş olan Prof. Erol, TRT INT televizyonunda 2004-2007 yılları arasında Arayış, 2007-2010 yılları arasında Kanal A televizyonunda “Sınır Ötesi” ve 2020-2021’de de BBN TÜRK televizyonunda “Dış Politika Gündemi” programlarını yaptı. 2012-2018 yılları arasında Millî Gazete’de “Arayış” adlı köşesinde dış politika yazıları yayımlanan Prof. Erol’un ulusal-uluslararası medyada çok sayıda televizyon, radyo, gazete, haber siteleri ve dergide uzmanlığı dahilinde görüşlerine de başvurulmaktadır. 2006-2018 yılları arasında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde ve Ankara Üniversitesi Latin Amerika Araştırmaları Merkezi’nde (LAMER) de dersler veren Prof. Erol, 2018’den bu yana Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak akademik kariyerini devam ettirmektedir. Çok sayıda dergi ve gazetede yazıları-değerlendirmeleri yayımlanan; Avrasya Dosyası, Stratejik Analiz, Stratejik Düşünce, Gazi Bölgesel Çalışmalar, The Journal of SSPS, Karadeniz Araştırmaları, gibi akademik dergilerde editörlük faaliyetlerinde bulunan Prof. Erol, Bölgesel Araştırmalar, Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları, Gazi Akademik Bakış, Ege Üniversitesi Türk Dünyası İncelemeleri, Demokrasi Platformu dergilerinin editörlüklerini hali hazırda yürütmektedir. 2016’dan bu yana Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Kurucu Başkanı olarak çalışmalarını devam ettiren Prof. Erol, evli ve üç çocuk babasıdır.