Tarih:

Paylaş:

Türkiye’nin Dış Politikasında Yaşanan Dönüşüm

Benzer İçerikler

Türkiye açısından 2016 yılına yönelik bir durum değerlendirmesi yapıldığında büyük kırılmaların ve meydan okumaların yaşandığı bir dönemle karşılaşılmaktadır. Bölge ülkeleri ile olduğu kadar uluslararası güçlerle de ciddi gerilimlerin yaşandığı bu dönemi; özellikle iç politik, bölgesel ve küresel düzlemler olmak üzere üç ana başlık altında toplamak mümkündür. Buna göre, iç politik düzlem açısından başta FETÖ’nün 15 Temmuz başarısız darbe girişimi olmak üzere, PKK ve DAEŞ terör örgütlerinin artan oranda eş zamanlı sürdürdükleri terör faaliyetleri, ülkeyi iç savaş zeminine oturtmaya yönelik girişimlerdir. Diğer taraftan demokratik açılımlar aracılığıyla HDP ile yürütülen çözüm sürecinin başarısızlıkla sonuçlanması, yeni bir toplum tasarımının henüz mümkün olamayacağının tezahürü olması bakımından önemlidir. Bölgesel düzlemde ise özellikle Arap Baharı sonrası yaşanan gelişmeler bölgede yalnızca siyasal ve sistemik bir dönüşümün yaşandığının habercisi olmakla kalmamış, yeni ittifak arayışlarını da beraberinde getirmiştir. Burada Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı güvenlik odaklı risklerin Türkiye’yi savunmacı, dengeleyici ve statüko yanlısı politikalardan uzaklaştırarak askeri güç odaklı mücadeleci bir politikaya doğru ittiği bir gerçektir. Küresel düzlem açısından bakıldığında ise küreselleşme olgusuyla birlikte ekonomi ve güvenlik temelinde Türkiye’nin geçirdiği yeni dönüşümler söz konusudur. Bağımlılık ilişkilerinin oldukça kaygan bir zeminde olduğu bu dönemde, Türkiye’nin güvenliği ön plana çıkartarak milli siyasete dayanan bir tutum sergilediği ve salt Batı merkezli olmayan, Batı’nın uluslararası sistemde kurduğu hiyerarşiyi eleştiren bir tavır takındığı görülmektedir. Bu durumun yaşanmasında kuşkusuz 15 Temmuz başarısız darbe girişimi neticesinde Türkiye’nin karşılaştığı zorluklara karşı Batılı ülkelerin kayıtsız kalmasının payı büyüktür. Bahsedilen bu genel çerçeve itibarıyla 2016 yılı, Türkiye’nin hem iç hem de dış odaklarca ciddi tehditlere ve terör saldırılarına maruz kaldığı bir dönem olarak tarihe geçmiştir.

Bu dönemde Türkiye’nin dış politikasına yönelik ilk değişim sinyalini Başbakan Binali Yıldırım’ın Meclis grup toplantısında sarf etmiş olduğu “Dostlarımızın sayısını olabildiğince çoğaltacağız, düşmanlarımızı azaltacağız.” ifadesinde görmek mümkündür. Bu yönüyle bir döneme hâkim olan “ilke ve kurallar bütünü” anlayışının yerini Türkiye’nin kapasitesiyle uyumlu daha uzlaşmacı söylemlere bırakma ihtimali yüksektir. Nitekim Rusya ve İsrail ile ekonomik-diplomatik ilişkilerde yaşanan kısmi iyileşme bu çerçevede değerlendirilebilir. Diğer taraftan Arap Baharı sonrası Ortadoğu’da yaşanan krizlerin artması ve bu durumun Türkiye’nin dış politika anlayışına yansıması da dikkate değer bir başka örnektir. İlk etapta Türk karar alıcılarının benimsediği vizyon, bölgesel çapta Türkiye’nin oyun kurucu olduğu yeni bir bölgesel ve demokratik düzenin hüküm sürmesi şeklindeydi. Ne var ki Suriye’de vuku bulan ayaklanmaların kapsamlı bir iç savaşa sürüklenmesi, Mısır’da yaşanan darbe, DAEŞ’in yükselişi nedeniyle uluslararası toplumun yeni ortaya çıkan demokratik geçişleri desteklemek yerine bölgedeki güvenliğe öncelik vermesi ve DAEŞ’in hem Suriye hem de Irak’ta Kürt hareketlerine neden olması Türkiye’nin dış politika davranışlarını değiştirmede etkili olan unsurlardır. Bu açıdan bölgesel jeopolitik gelişmelerin Ankara’nın iç siyasi kaygıları ve güvenlik zorluklarıyla birleştiği bir gerçektir.

Yaşanan dış politika değişikliğinde ve kriz süreçlerinin etkisiz kılınmasında hiç şüphesiz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çizmiş olduğu güçlü siyasal liderlik portresinin etkisi büyüktür. Bu çerçeveden bakıldığında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Sorunların kapımızı çalmasını beklemeyeceğiz.” ifadesinde özetlenen yeni güvenlik doktrini, hem iç hem de dış güvenlik politikalarında bütüncül bir yaklaşımın benimsendiğine dikkat çekmektedir. Burada bütüncül bir yaklaşımın altının çizilmesindeki neden, dış ortam kaynaklı tehdit unsurlarından ve bu unsurların iç ortama yansımasından ileri gelmektedir. Yeni güvenlik doktrinin inşasında en önemli etken, Türkiye’nin bir beka sorunuyla karşı karşıya kalmasıdır. Bu noktada terörle mücadele ile sınır-ötesi operasyonlara ilişkin yaşanan revizyon beka sorununun ön plana çıkmasından kaynaklanmaktadır.

Önümüzdeki dönemlerde Türk karar alıcılarının mevcut kriz durumlarına olan yaklaşımlarının güvenlik odaklı seyredeceği çok açıktır.  Bu bağlamda Türk dış politikasının yumuşak güç söylemleri yerini daha çok sert güç unsurlarının etkin bir biçimde kullanımına bırakmıştır. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Gerekirse kendi göbeğimizi keseriz.” yaklaşımından da anlaşıldığı üzere salt müttefik ilişkilerine dayalı bir tutum takınılmayacağı, dolayısıyla bölgesel krizlerle bağlantılı güvenlik kaygılarını yönetme önceliğine sahip temkinli ve pragmatik politikaların sürdürüleceği iddia edilebilir. Denge siyasetinin merkeze alındığı mevcut Türk dış politikanda küresel ve bölgesel aktörler arasında yeni ittifak arayışları söz konusudur. Bu bağlamda Türkiye’nin gerçekleştirdiği ve Suriye ile olan sınırını terör örgütlerinden temizlemeyi amaçlayan Fırat Kalkanı Operasyonu, Rusya ile varılan mutabakatın bir yansımasıdır. Burada Türk karar alıcılarının amacı denge siyaseti yürütmek olurken bu durum, Batı ülkeleri ile ilişkileri yok sayıp, yeni bir ittifak sisteminin parçası olmak anlamına da gelmemektedir.

Türkiye’nin bir diğer önemli önceliği ise savunma ve ekonomi alanlarıyla ilgilidir. Bu noktada milli bir politika söylemi geliştiren Türk karar alıcılar dış etkilere bağımlılığı mümkün olduğunca azaltmayı hedeflemekte ve böylece yerli siyaset anlayışı öncelik kazanmaktadır. Sonuç olarak Türkiye iç ve dış politikadaki dönüşümün tüm hızıyla sürdüğü bir dönemden geçmektedir. Ulusal güvenlik çıkarlarını ön planda tutan Türkiye’nin toplumsal mutabakat zeminini sağlaması iç politik yansımalar bakımından önemlidir. Bu açıdan kriz ortamının yoğun bir biçimde hissedildiği bu dönemde Türk karar alıcılarının öncelikli hedefi her türlü terör tehdidinin bertaraf edilmesi olmalıdır. Dolayısıyla atılacak adımlar temkinli, riskten kaçınan bir nitelik taşımalı ve pragmatik bir bakış açısı şeklinde seyir etmelidir.

Doç. Dr. Fatma Anıl ÖZTOP
Doç. Dr. Fatma Anıl ÖZTOP
Doç. Dr. Fatma Anıl Öztop Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Doktorasını “Karar Birimlerinin Dış Politika Yapım Sürecinin İşleyişine Etkileri: Türk Dış Politikası Örneği” adlı çalışmasıyla Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan, yüksek lisans derecesini Türkiye Cumhuriyeti Tarihi üzerine “Türk-İngiliz İlişkileri (1939-1945)” isimli çalışmasıyla Fırat Üniversitesi’nden, lisans eğitimini ise uluslararası ilişkiler üzerine Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden almıştır. Çalışmalarını terörizm, devlet-içi çatışmalar ve dış politika üzerine yoğunlaştıran Dr. Öztop’un Terrorism and Political Violence, Middle Eastern Studies gibi çeşitli dergilerde yayınlanmış makaleleri, kitap bölümleri ve “Terörizm ve Kadın: Fail mi Kurban mı? (2022)”, “Türk Dış Politikası Yapım Sürecinde Karar Birimlerinin Etkileri (2016)” ve “Dış Politika Analizi Üzerine Okumalar (E. Efegil ve R. Kalaycı ile birlikte, 2020)” adlı kitapları mevcuttur. 2011 yılında Fırat Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Uzman olarak göreve başlayan Öztop, bu görevini 2016 yılına kadar sürdürmüştür. 2016 yılından itibaren Kocaeli Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya devam eden Dr. Öztop, evli ve iki çocuk annesidir.