ABD-Çin Rekabetinin Oyun Sahası: Tayvan

Son günlerde Çin’in Asya-Pasifik bölgesindeki faaliyetleri sebebiyle Tayvan merkezli bir gerilimin yaşandığı görülmektedir. Bölgedeki ihtilafın taraflarından biri ise Amerika Birleşik Devletleri’dir (ABD). Çin’in Tayvan’ı kendi topraklarının bir parçası olarak görmesi, ABD ile Çin arasındaki tansiyonun artmasına sebep olmaktadır. Tayvan’a yönelik amaçlarına ulaşmak için askeri kapasitesini sürekli arttıran Pekin’e karşı Washington, Tayvan’a her türlü desteği vermektedir.

Bu kapsamda Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), Tayvan üzerinden devam eden ABD-Çin gerginliğinin olası yansımalarını değerlendirmek üzere alanının önde gelen uzman ve akademisyenlerinden alınan görüşleri dikkatlerinize sunmaktadır.

Dr. Öğr. Üyesi Emre OZAN (ANKASAM Türk Dış Politikası Danışmanı)

İlk olarak ABD’nin Asya politikalarına değinen Dr. Öğr. Üyesi Emre Ozan, “ABD, Eski Başkan Barack Obama döneminden beri dış politikada önceliği Asya’ya yöneltmiştir. Çin’in yükselişini dengeleme çabası bu yönelimin en önemli nedenidir. Bununla birlikte Pekin yönetimi de yakın dönemde daha iddialı bir dış politika uygulamaya başlamıştır. Dolayısıyla ABD-Çin rekabeti, uluslararası sistemde büyük güçler arası mücadelenin ve güçler dengesinin önem kazandığı bir süreç yaratmıştır.” diye konuştu.

ABD’nin Çin’in yükselişini önleyemese de onu dengelemeye ve tehlikeli bir düşmana dönüşmesini engellemeye çalıştığını ifade eden Ozan, “Çin ise ABD’nin küresel liderlik ve askeri üstünlük iddiasına dayalı söylemini bir tehdit olarak görmektedir. İki büyük güç arasındaki rekabetin sıcak bir çatışmaya dönüşme olasılığı çok düşüktür. Fakat uluslararası sistemin ‘Yeni Soğuk Savaş’a’ doğru evrildiğini görmekteyiz. Bu noktada diğer uluslararası aktörlerin pozisyonları da önem kazanmaktadır. ABD, Avrupalı müttefiklerini mevzubahis rekabette yanında görmek istemektedir. Avrupa ise Çin’i başlı başına bir tehdit olarak değerlendirmemektedir. Avrupa, Kuşak-Yol Projesi kapsamında Çin’le işbirliğinin sunduğu fırsatların farkındadır.” yorumunu yaptı.

Jeopolitik üstünlük mücadelesinde denklemi etkileyen bir diğer aktörün de Rusya olduğunu vurgulayan Ozan, “Moskova’nın Pekin’le çok yakın ilişkileri vardır. Fakat söz konusu ilişkiler tamamen sorunsuz değildir. Rusya, tarihsel olarak kendisini Batı Dünyası’nın dışında kalan bir aktör olarak kabul etmemektedir. Yani Moskova, uluslararası sistemde ABD karşıtı kampın liderliğini üstlenmeye dünden razı bir devlet değildir. Eğer Batı ile Rusya arasında her iki tarafın da kabul edeceği bir statüko yaratılabilirse, Rusya da ABD-Çin rekabetinde bir taraf olmak yerine dengeleyici bir aktöre dönüşebilir. Görüldüğü üzere ABD-Çin rekabeti, uluslararası sistemde yeni bloklaşmalar yaratma potansiyeline sahiptir. Lakin bu konuda öne sürülen argümanlar henüz spekülasyondan öteye geçmemektedir. Belirsizlikler devam etmektedir. Tayvan Meselesi ise ABD-Çin rekabetinin en önemli boyutlarındandır. ABD’nin Tayvan’la olan yakın ilişkileri ve Güney Çin Denizi’ndeki askeri etkinliği Çin’i rahatsız etmektedir. Kısa vadede bir çatışma olasılığı görünmese de ilişkiler gerildikçe, bölgedeki askeri gerginliğin tırmanması muhtemeldir.” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.

Doç. Dr. Fahri ERENEL (Emekli Tuğgeneral)

Çin’in “tek ülke iki sistem” görüşüyle tansiyonu yükselttiğini ifade eden Emekli Tuğgeneral Fahri Erenel, “Eyaleti olarak gördüğü Tayvan üzerindeki emellerinden vazgeçmeyen Çin, Tayvan konusunu kendi iç meselesi olarak değerlendirmektedir. Çin’in baskıları nedeniyle dünya üzerinde 15 civarındaki ülkenin tanıdığı Tayvan’da son seçimleri %57 oy oranıyla Çin karşıtı parti kazanmıştır. Çin ise ‘Dünyada bir tane Çin vardır ve Tayvan da o Çin’in parçasıdır, Çin’in iç meselesidir.’ açıklamasıyla seçim sonuçlarını tanımadığını ve bu sonucun karanlık güçlerin işi olduğunu açıklamıştır.” yorumunda bulundu.

Erenel, “ABD’nin Tayvan’la ilişkilerinde uyguladığı kısıtlamaları 2020 yılı sonlarında kaldırmış olması, Çin-ABD ilişkilerinde yeni bir gerilime yol açmıştır. ABD’nin Pasifik bölgesinde birçok ülkeyle güvenlik anlaşmaları mevcuttur. ABD, söz konusu anlaşmalarla Çin’in Pasifik’e erişimini engellemeye çalışmakta ve bu suretle bahse konu ülkenin kalkınmasını yavaşlatmaya çalışmaktadır. Buna karşılık Pekin, anlaşmazlıkların bulunduğu adalar çevresinde askeri tatbikatlar gerçekleştirmekte, yapay adalar oluşturmakta ve adalar üzerine silah sistemleri yerleştirmektedir. Nitekim Tayvan’ın tamamen Çin’in kontrolüne girmesi, ABD’nin Çin’i çevreleme stratejisinde önemli bir zaaf yaratacaktır.” yorumunu yaptı.

Erenel sözlerine, “Ayrıca Çin’in Tayvan üzerinde kurduğu ekonomik hâkimiyetin, bir süre sonra her alanda tam bağımlılığı ve birleşmeyi getirebileceği endişesi, ABD’yi kaygılandırmaktadır. Mevzubahis birleşmenin gerçekleşmesi halinde, Çin’in Pasifik’e doğrudan çıkışı mümkün olabilecek ve bu da güç dengelerinde değişim yaşanmasını beraberinde getirecektir.” şeklinde devam etti.

ABD’nin yeni oluşturduğu “Hint-Pasifik İnisiyatifi’nde” Tayvan’ın önemli bir konuma sahip oluğunu vurgulayan Erenel, “ABD, Tayvan’ı başta askeri güç olmak üzere her açıdan güçlü tutmaya çalışmaktadır. Tayvan, Çin için bir kırmızı çizgidir. Bu çizgide asla bir sapmaya meydan vermeyecektir. Bu konuda ABD’nin tutumuna bağlı olarak savaşı dahi göze alabilecektir. Yani Pekin, arka bahçesinde yer alan Tayvan’ın bir ABD uydusu olmasına göz yummayacaktır. Zira Çin’in Tayvan konusunda geri adım atması, Sincan Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan) ve Tibet gibi diğer bölgelerde karşılaştığı sorunları da derinleştirebilir.” açıklamasında bulundu.

Son olarak Erenel, “Çin’in son günlerde Tayvan üzerinde artan hava ihlalleri, yaptığı tatbikatlar ve söz konusu tatbikatlarda savaş uçaklarının ABD uçak gemisini simülasyon hedefi olarak kullanması, Pekin’in kararlılığının işaretleri olarak görülmelidir. Resmî adı Çin Cumhuriyeti olan Tayvan ise Çin’e karşı son derece savunmasız durumdadır. Çin, Tayvan’ı askeri kapasitesiyle hâkimiyeti altına alma ihtimalini elinde tutmaya devam etmekte ve kapasitesini sürekli arttırmaktadır. Bu durumun gerginliği tırmandırmaya devam edeceği; ancak kapsamlı bir çatışmaya bu aşamada dönüşmeyeceği ifade edilebilir.” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.

Dr. Öğr. Üyesi Cemre PEKCAN (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi-Uluslararası İlişkiler)

Konuya dair yaptığı değerlendirmede Dr. Öğr. Üyesi Cemre Pekcan, “Çin rüyası, bir nevi Çin’in utanç yüzyılı öncesine; yani bölgede hegemon olduğu dönemlere dönme amacı olarak nitelendirilmektedir. Çin’in söz konusu amacına ulaşması yolunda Tayvan çok önemli bir yerdedir. Bu anlamda Pekin’in Tayvan’la birleşmesi, mevzubahis amacın gerçekleşmesi için zorunluluk olarak algılanmaktadır. Ancak Pekin, uluslararası arenanın yükselen gücü konumundadır. Bu yüzden de mevcut durumda ekonomik gelişimine odaklanmıştır. Zira Tayvan’a yapılacak herhangi bir müdahale, Çin’e ekonomik açıdan zarar verecektir.” dedi.

Tayvan üzerinden yaşanacak olası çatışmaların şiddetine vurgu yapan Pekcan, “ABD’nin Tayvan’a müdahalesi büyük çapta bir savaşa sebep olabileceği için Washington da Pekin de yakın dönemde böylesi bir çatışmayı göze alamayacaktır. Çin’in Tayvan merkezli attığı adımlar, Tayvan’a verdiği gözdağını artırarak ABD’nin tepkisinin ölçülmesi şeklinde yorumlanabilir.” diye konuştu.

Umut ARIK (Emekli Büyükelçi)

Çin’in önümüzdeki 20-25 yıl içerisinde gerek askeri gerekse de teknolojik açıdan ABD’yi geride bırakacağını söyleyen Emekli Büyükelçi Umut Arık, “Önümüzdeki süreçte Çin-Tayvan ilişkilerinden ziyade ABD-Çin ilişkileri üzerinde durmak gerekmektedir. ABD’nin Çin’e karşı Tayvan’ı desteklemesi de iki ülkenin uluslararası düzeyde daha üstün bir konuma geçmek için hamle yapmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Tayvan-Çin ilişkileri, ABD-Çin ilişkilerinin belki de %1’i kadar önemlidir.” ifadelerini kullandı.

Tayvan’ı Asya-Pasifik’teki güç mücadelesi üzerinden yorumlayan Arık, “ABD, Asya-Pasifik denkleminde giderek güç kaybetmektedir. Ayrıca Washington’un Atlantik denkleminde de aynı durumda olduğu söylenebilir. Dolayısıyla durum, ABD için endişe vericidir. Halihazırda Tayvan, ABD’den çeşitli adımlar atmasını beklemektedir. Ancak Washington’un güncel durum itibarıyla Tayvan’a yardım etmesi mümkün değildir.” dedi.

Son olarak Arık, “ABD’nin uluslararası arenada ciddi düzeyde gerilemesi söz konusudur. Tayvan da bu gerilemeyi tersine çevirmek için kullanılan araçlardandır. Fakat herhangi bir başarı sağlanmayacaktır. ABD’nin sadece Tayvan konusunda değil; birçok meselede başarısız olduğu görülmektedir. Yani Washington’un dış ilişkiler konusunda bir çöküş içerisinde olduğuna şahit olmaktayız. ABD açısından Tayvan, Asya-Pasifik’te kullanabileceği son kozlardan biridir. ‘Ben de varım!’ demek için fırsattır. Lakin bunun neticeye ulaşacak bir yaklaşım olacağını söylemek son derece zordur.” değerlendirmesinde bulundu.

Mehmet Emre ÖZTÜRK (Gazeteci)

Tayvan Boğazı’nda yaşanan gerilimlerin uluslararası gelişmelerden etkilendiğini belirten Gazeteci Mehmet Emre Öztürk, “Bu yüzden sorun incelenirken sadece Çin ile Tayvan arasındaki bir mesele olarak değil; uluslararası perspektifle ele alınması gereken bir konu olarak düşünülmelidir. Çin’in yükselişiyle uluslararası toplumda endişeli bir süreç oluşmuştur. Bu süreçte yükselen Çin’i kontrol altında tutmak isteyen ABD, çeşitli stratejilerle Tayvan üzerinden gerilim yaratabilecek girişimlerde bulunmaya devam etmektedir. Ancak son zamanlarda Doğu Çin Denizi’nde gerçekleştirdiği hava sahası ihlalleri ve seyrüsefer serbestliği adı altında Güney Çin Denizi’nde yarattığı gerilimler, Çin’in bölgede askeri varlığını artırmasına yol açmıştır.” ifadelerini kullandı.

Öztürk, “Öte yandan Tayvan’daki Demokratik İlerleme Partisi’nin (DDP) 1992 Konsensüsü’nü kabul etmeyerek ABD öncülüğünde ayrılıkçı bir tutum sergilemesi, Çin’in daha sert bir tavır takınmasını tetiklemiştir. Çin, kırmızı çizgisi olan ‘Tek Çin’ ilkesinden vazgeçmeyeceğini ve taviz vermeyeceğini defalarca deklare etmiştir. 1971 yılının Ekim ayında düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK) 26. Oturumu’nun 2758 sayılı kararına göre, ‘Tek Çin’ ilkesine üye devletlerin uyması gerekmektedir. Kısacası Çin, ‘Tek Çin’ ilkesi olarak adlandırılan politikayla toprak bütünlüğünü uluslararası normlar çerçevesinde sağlamaya çalışmaktadır” yorumunu yaptı.

Öztürk sözlerine, “Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyi’nin 2019 yılında yayımladığı Güvenlik Konulu Beyaz Kitap, Pekin’in asla ilk saldıran taraf olmayacağını ve bölgede artan ABD askeri varlığına karşı önlemler alacağını beyan etmiştir. Son zamanlarda Çin’in ABD uçaklarının hava ihlallerine karşı Tayvan hava savunma sahasında hareketlilik göstermesi, Tayvan yönetimi tarafından dikkatlice okunması gereken bir konudur. Olası bir çatışmada Tsai Ing-wen yönetiminin kaybedeceği öngörülebilir. Buna rağmen Tayvan’ın tutumu, ABD’nin bölgesel çıkarları için uygun bir zemin teşkil etmektedir.” şeklinde devam etti.

ABD diplomasisinin uluslararası ilişkilerde ideolojiye büyük önem verdiğini hatırlatan Öztürk, “İdeoloji, Washington’un Pekin’e karşı olan stratejisini hala derinden şekillendirmektedir. ABD’nin diplomatik anlamda Çin’e bakış açısı göz önünde bulundurulursa, bölgede Tayvan üzerinden çatışma riskinin ABD’nin bölge politikalarına bağlı olarak yükseldiği söylenebilir. BM tarafından saldırganlık, ‘bir devletin başka bir devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı silahlı kuvvet kullanması’ şeklinde tanımlanmaktadır. ABD’nin bugün yükselen Çin’e karşı Tayvan’a silah satmayı sürdürmesi, Guam’da balistik füzeler bulundurması ve QUAD çatısı altında ‘Asya NATO’su’ arayışlarına girmesi, Pekin yönetimini sınırlandırma çabalarının yansımasıdır. Buna karşılık Çin de toprak bütünlüğü için güç kullanmayacağı taahhüdünde bulunmuyor. Hatta bazı önlemler alma hakkını saklı tutarak ne kadar ileri gidebileceğinin de sinyallerini veriyor.” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.

Özge ELETEK
Özge ELETEK
Özge Eletek 1999 yılında İzmir’de doğdu. İlk ve orta öğretim hayatını İzmir’de tamamlayan Eletek, 2021 yılında Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Çeşitli düşünce kuruluşlarında birçok konferans ve seminere katılan Eletek, Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’ndeki stajını sürdürmektedir. Halihazırda Dokuz Eylül Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini sürdürmektedir.