Tarih:

Paylaş:

Afrika Birliği’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden Çekilme Kararı

Benzer İçerikler

Afrika Birliği’nin, 22-31 Ocak 2017 tarihleri arasında Etiyopya’da gerçekleştirilen 28. zirvesinin kapanış toplantısında bağlayıcı olmayan bir metne imza atarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden (UCM) toplu hâlde çekilme kararı alması, Mahkeme’nin niteliği ve rolü ile ilgili tartışmaları yeniden gündeme getirmiştir. UCM’den çekilme konusu daha önce de, 2016 yılının Ekim ayında Burundi, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Gambiya’nın çekilme kararı aldıklarını ilan etmeleri ile gündeme gelmişse de; toplu hâlde çekilme kararının alınması, Mahkeme üyelerinin üçte birinden fazlasını Afrika devletlerinin oluşturduğu düşünüldüğünde, uluslararası hukuk açısından kritik sonuçlar doğurabilme riski taşıdığı için endişeyle karşılanmıştır.

UCM; 15 Haziran-17 Temmuz 1998 tarihleri arasında Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde Roma’da gerçekleştirilen toplantıların sonucunda imzalanan Roma Statüsü ile soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarını araştırmak ve yargılamak üzere kurulmuş ve 60. ülkenin onayını takiben 2002 yılının Temmuz ayında faaliyete geçmiştir. Mahkeme’nin 124 üyesinin 34’ü Afrika devletleri iken; bugüne kadar incelediği on büyük davanın dokuzunun öznesini de Afrikalılar oluşturmuştur. Bu durum, birçok kez çok yavaş ve çok pahalı olmakla eleştirilen Mahkeme’nin ayrıca ırkçı olmakla da eleştirilmesine yol açmıştır. Özellikle Afrikalı bazı liderler, UCM’nin Batı dünyasının çıkarlarına hizmet ettiğini ve yalnızca Afrika’daki davaları cezalandıran neokolonyal bir araç olduğunu düşünmekte; Afrika Birliği de, dünyanın diğer bölgelerinde de savaş suçları işlenmesine ve insan haklarının ihlal edilmesine rağmen yalnızca Afrikalıların yargılanmasını eleştirerek Mahkeme’nin ayrımcı olduğundan şikâyet etmektedir. Bu şikâyetler, özellikle ABD, Rusya ve Çin gibi büyük ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) veto yetkisine sahip devletlerin yargılanmadığı iddiası etrafında yoğunlaşmaktadır. Bu durum istatistiksel olarak doğru olsa da, söz konusu devletlerin UCM’ye üye olmamaları, bunları ilgilendiren davaların Mahkeme’nin önüne getirilmesini engellemektedir.

Bir davanın UCM’nin önüne getirilmesi üç farklı şekilde gerçekleşebilmektedir. Bunlardan ilki,  bir taraf devlet ya da BMGK’nın bir uluslararası suçun yargılanmasını UCM’den istemesidir. Nitekim Mahkeme’nin günümüze kadar incelemiş olduğu on büyük davanın beşi[1], durumdan etkilenen Afrika devletlerinin hükümetlerince, ikisi ise BMGK tarafından mahkemenin önüne getirilmiştir.[2] İkinci olarak UCM başsavcısı bağımsız bir soruşturma başlatabilir. Başsavcının şimdiye kadar kendi inisiyatifiyle incelemeye aldığı üç davadan, Kenya ve Fildişi Sahili’ndeki gelişmeleri inceleyen ikisi Afrika’yı ilgilendirmektedir. Üçüncü olarak Mahkeme, Batılı devletleri özne haline getirebilecek Filistin, Irak ve Ukrayna gibi bölgeleri incelemektedir. Ayrıca başsavcı üye devletlerin topraklarında ya da onların yurttaşlarınca başka bölgelerde gerçekleştirilen suçlar söz konusu olduğunda, BMGK’nın rızası olmaksızın da soruşturma başlatabilir. Dolayısıyla Mahkeme, bu 124 ülkeden ve AB’nin tüm üyelerinden sorumludur. Yine taraf olmayan devletlerin yurttaşları, üye devletlerden birinin topraklarında, Mahkeme’nin yargılaması kapsamına giren suçları işlediği takdirde, vatandaşlığına bakılmaksızın UCM tarafından yargılanabilir.

Bununla birlikte UCM, ancak fiilin gerçekleştirildiği ya da fiilden zarar gören devlet yargılamayı gerçekleştirmeye gönüllü değilse ya da bunu yapacak imkânlara sahip değilse yargılama yapabilir. Bu açıdan devletlerin ulusal süreçlerini tamamlayıcı bir rol oynamaktadır. Siyasi açıdan istikrarlı ve işleyen bir hukuk sistemine sahip olan ülkeler; savaş, soykırım ya da insanlığa karşı işlenen suçları kendileri yargılayabilirler. Ayrıca Mahkeme yalnızca Roma Statüsü’nün uygulamaya konulduğu 1 Temmuz 2002 tarihinden sonra işlenmiş suçları yargılayabilir.

UCM ilk hükmünü, 2012 yılının Mart ayında, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde milis kuvvetleri lideri olan ve ülkenin karşı karşıya bulunduğu iç çatışmalarda çocukların kullanılmasını da içeren savaş suçlarından yargılanan Thomas Lubanga konusunda vermiş; Lubanga 14 yıl hapse mahkûm edilmiştir. UCM’nin hakkında yakalama kararı çıkartmış olduğu bir diğer isim, Uganda’nın kuzeyinde, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin doğu bölgelerinde ve Güney Sudan’da faaliyet gösteren “Tanrı’nın Direniş Ordusu” örgütünün lideri Joseph Kony’dir. Hakkında yakalama kararı bulunan kişiler listesinin ilk sırasında yer alan Kony, yaklaşık otuz bin çocuğun kaçırılmasını da içeren insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarından yargılanmaktadır. Kony’nin dışında örgütün üst düzey komutanları hakkında da yakalama kararı çıkartılmış ve bunlardan ikisi Mahkeme tarafından yargılanmıştır.

Mahkeme’nin yargılamaları konusunda tepki uyandıran ise, örgüt liderlerinin yanı sıra devlet başkanı düzeyindeki isimleri de yargılaması olmuştur. Bu isimlerden ilki Fildişi Sahili’nin eski Devlet Başkanı olan ve cinayet, tecavüz ve diğer cinsel şiddet suçları, işkence ve diğer insanlık dışı faaliyetlerden dolayı 2011 yılında yargılanan Laurent Gbagbo olmuştur. Bir diğer örneği, 2011 yılında Kenya Devlet Başkanı Uhuru Kenyatta’nın, 2007-2008 yılları arasında yaşanan ve yaklaşık 1200 kişinin ölümüyle sonuçlanan, seçim sonrası etnik çatışmalarda insanlığa karşı suç işlemekten dolayı yargılanması oluşturmuştur. Bu dava 2014 yılının Aralık ayında düşmüştür. UCM, ayrıca Sudan Devlet Başkanı Ömer El-Beşir hakkında da Darfur’da soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçu işlediği iddialarıyla yakalama kararı çıkartmıştır.

UCM’nin hâlihazırda görev yapmakta olan devlet başkanlarının yakalanmasına yönelik girişimlerinin rejim değişikliği ile sonuçlanacağı ve Kenya’da olduğu gibi yurttaşların egemen seçim haklarını ihlal edeceği endişesi doğurduğu Afrika devletleri, bu kararlara özellikle tepki göstermişler ve bunlara uymak konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. 2015 yılının Haziran ayında Güney Afrika’daki Afrika Birliği zirvesine katılan Ömer El-Beşir’in tutuklanıp tutuklanmayacağı konusunda ülkenin mahkemeleri arasında anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Bir Güney Afrika Mahkemesi, UCM’ye sevk edilmesini talep ettiği Beşir’in, bu karar aşamasında ülkeden ayrılmasına izin verilmemesine hükmetmişse de, Jacob Zuma yönetimi liderin ülkeden ayrılmasına izin vermiş ve gelen eleştiriler üzerine UCM’den ayrılma tehdidinde bulunmuştur. Mevcut iç hukuktan dolayı yönetici liderlerin yargı bağışıklığına sahip olduğunu savunan Zuma yönetimi, rejim değişikliğine yol açacak yakalama kararlarını uygulamak istemediğini duyurmuş ve daha sonra ise ülkenin UCM’den çekildiğini açıklamıştır. Afrika kıtasında insan haklarının savunuculuğunu üstlenen Güney Afrika’nın çekilme kararı, dünya genelinde şaşkınlığa yol açmıştır.

Mahkeme’nin bu kararları, bazı Afrika devletleri tarafından kasıtlı alınmış kararlar olarak görülmüştür. Afrikalı liderler, sıklıkla özgür iradeleri ile katıldıkları Mahkeme’nin soruşturmalarının hedefi haline geldiklerini ve büyük devletleri yargılamayan Mahkeme’nin çifte standart uyguladığını ifade etmişlerdir. Örneğin, Gambiya’nın eski devlet başkanı Yahya Jammeh, birçok kez Afrika Birliği’ni Avrupa kıyılarına erişmeye çalışan binlerce Afrikalı göçmenin ölümünden sorumlu olmakla suçlayarak UCM karşısına çıkartmak istemiş, ayrıca Britanya’nın eski başbakanı Tony Blair’i Irak savaşındaki rolünden ötürü sorumluluk üstlenmeye çağırmıştır.

Mahkeme ise; ayrımcılık uygulandığı iddialarını reddederken, incelediği davaların işlenen suçlardan etkilenen üye ülkelerce mahkeme önüne getirildiğini ve ABD, Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan, İran, Irak, Suudi Arabistan, Suriye ve İsrail gibi ülkelerin UCM’ye üye olmamalarından dolayı yargılanamadıklarını, bu nedenle Afrikalılara odaklanılmış gibi bir görüntünün ortaya çıktığını savunmuştur. Ayrıca, kendisinin tamamlayıcı rolüne vurgu yaparak, üye devletlerin sanıkları kendileri yargılamak istedikleri ve bunu yapabilecek koşullara sahip oldukları takdirde yargılamaları yapabileceklerini belirtmiştir. Diğer yandan, Avrupa basınında Afrika devletlerinin Mahkeme’den çekilme kararlarının arkasında bireysel hesapların yer aldığı düşüncesi ağır basmaktadır. Güney Afrika Devlet Başkanı Zuma’nın, hakkındaki yolsuzluk iddialarından dolayı; Burundi Devlet Başkanı Nkurunziza’nın ülkesindeki siyasî şiddetin, sivil halka yönelik katliamların ve insan hakları ihlallerinin araştırılması kararından dolayı; Kenyatta’nın ise hakkındaki suçlamalardan kaçınmak için üyelikten ayrılmak istedikleri görüşü yaygın olarak kabul görmektedir. Ayrıca Gambiya ve Burundi gibi ülkelerdeki muhalif kişiler ya da kuruluşlar açısından, davalarının ciddiye alındığı ve sonuçlarının görüldüğü tek merciinin UCM olduğu savunulmaktadır.

Afrika Birliği’nin, “Afrika’ya yönelik tacizin sona ermesi” mesajını vermek için aldığını ifade ettiği UCM’den çekilme kararı, uluslararası hukukun uygulanmasını engellemeye değil; kıta ülkelerinin seslerini daha çok duyurmaya yönelik bir adım olarak algılanmalıdır. Kararın alınmasında, BMGK’nın ve UCM’nin reformdan geçirilmesi gibi kıta ülkelerinin uluslararası platformlarda daha fazla söz sahibi olmalarını kapsayan taleplerin uzun süredir gündeme getirilmelerine rağmen herhangi bir olumlu sonuca ulaşılamamış olması etkili olmuştur. Başlangıçta üyelikten çekilme kararının bireysel olarak mı, yoksa toplu olarak mı alınması gerektiği konusunda bir anlaşmazlık yaşanmış ve Senegal, Nijerya ve Kongo Cumhuriyeti gibi bazı ülkeler mahkemeden ayrılma taraftarı olmadıklarını dile getirmişlerse de, birlik halinde hareket etmenin daha fazla ses getireceği düşünülmüştür. Nitekim, diğer üye devletlerce Afrika devletlerinin UCM’den çekilmesinin büyük bir eksikliğe yol açacağı kabul edilmiş ve talep edilen reformların gerçekleştirilip gerçekleştirilmeyeceği henüz bilinmese de, Afrika ülkelerine Mahkeme’nin reforme edilmesi konusunda baskıya devam etme çağrısında bulunan bu karar dikkat çekmeyi başarmıştır. Kıta ülkelerinin ortak çıkarları için dayanışma halinde hareket etmelerinin önemli bir örneğini oluşturan bu adımın, ilerleyen dönemlerde de kıtayı ilgilendiren diğer hayatî süreçlerde benzer bir işbirliğinin sürdürülebileceğinin göstergesi olması mümkündür.


[1] Mali, Uganda, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, ikisi Orta Afrika Cumhuriyeti

[2] Libya ve Sudan

Menekşe SÖZBİLİR
Menekşe SÖZBİLİR
2012 yılında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans derecesini 2015 yılında Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bölümü’nde “Stratejik Kaynakların Afrika’daki Ayrılıkçı Hareketlere Etkisi: Sudan Örneği” başlıklı teziyle aldı. Halen Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Türk Tarih Kurumu “Doğu Afrika” bursiyeri olarak doktora öğrenimine devam etmektedir. Aynı zamanda Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi adına Milli Eğitim Bakanlığı’nın Afrika Çalışmaları bursiyeri olarak Fransa’da öğrenim görmektedir. Başlıca çalışma alanları Sahraaltı Afrika, Doğu Afrika siyaseti, kaynak çatışmaları, ayrılıkçı hareketler ve iç savaşlardır.