Almanya’nın “Ukrayna Açmazı” ve ABD’yle Gerilen İlişkiler

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Almanya’nın Ukrayna’ya “Leopard 2” tanklarını göndermesi için tek şartı vardır. O da Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) de aynı şekilde kendi tanklarını göndermeyi kabul etmesidir. Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, Ukrayna’ya daha fazla silah desteğinde bulunma kararının müttefik devletler arasında işbirliği içerisinde alınmasını gerektiğini savunmaktadır. Aynı görüşte olan Almanya Savunma Bakanı Christine Lambrecht, üzerindeki baskılar nedeniyle istifa etmek zorunda kalmıştır. Onun yerine gelen Boris Pistorius’un Scholz’un çizgisinden ayrılmayacağı tahmin edilmektedir.

Scholz Hükümeti, Ukrayna’yı “gerekli görüldüğü müddetçe” destekleyeceğini belirtmektedir. Zira Berlin, savaşın başından beri Ukrayna’ya asker teçhizat sağlamakta isteksiz davranmaktadır. Schozl’un koalisyon ortakları ise zaman kaybetmeden Ukrayna’ya ‘Leopard 2’ tipi Alman tanklarının gönderilmesini istemekte ve bu konuda Pistorius ve Scholz’e baskı yapmaktadırlar. Scholz ve onun gibi düşünen Sosyal Demokrat Parti üyeleri, Almanya’nın elinde yeterince “Leopard 2” tankının bulunmadığını ve stoklarını bu savaş için harcayarak ulusal güvenliğini riske atmayacaklarını belirtmektedir.

ABD, özellikle de Donald Trump döneminde Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) daha fazla destek vermesi karşılığında Avrupalı üyelerin savunma harcamalarını bütçelerinin en az %2 seviyesine getirmelerini istemişti. Yani ABD, Avrupa’yı korumanın maliyetini yalnızca kendisinin üstlenemeyeceğini ve Avrupa’nın da kendi savunmasını güçlendirmesinin şart olduğunu söylemişti. Hatta bu süreçte Washington yönetimi, Almanya’daki askerlerinin sayısını azaltmaya başlamıştı. 2022 yılının Şubat ayında Ukrayna’da savaşın patlak vermesiyle birlikte Almanya’daki Amerikan askerilerinin sayısı yeniden arttırılmıştır.

Ukrayna’daki savaş, Almanya’nın askerî açıdan ABD’ye olan ihtiyacını artırmıştır. Fakat bir noktadan sonra Berlin, Ukrayna’da bir açmazın içerisine düştüğünü fark etmiş ve zaten isteksizce gerçekleştirdiği Kiev’e olan silah desteğini azaltmaya başlamıştır. Bu yönüyle Almanya, Batı’nın Rusya’ya karşı oluşturduğu bu savaş koalisyonundan ayrışmaya başlamıştır. Hatırlatmak gerekirse Scholz, 2022 yılının Aralık ayında Foreign Affairs dergisine yazdığı bir makalede, dünyanın Soğuk Savaş tarzı “bloklara” bölünmekten kaçınması gerektiğini söylemiştir.[1]

ABD’nin Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Almanya’ya yaptığı baskıların benzeri, Pasifik ve Çin politikalarında da görülmektedir. Nitekim Scholz Hükümeti, Ukrayna’daki savaşın bitmesini istediği kadar Tayvan’da yeni bir krizin patlak vermesinden de endişe duymaktadır. Örneğin Scholz, 2022 senesinin Kasım ayında Pekin’e yaptığı ziyaret esnasında bloklaşma tehlikesinden bahsetmiş ve çok kutupluluğa olan desteğini yinelemişti. Böylece Berlin, açık bir şekilde Washington’un Pasifik’teki “kutuplaştırıcı” politikalarının peşine takılmayacağını mesajını vermişti.

ABD’nin NATO üzerinden Rusya ve Çin’le hesaplaşmaya girdiğini ve bunun Rusya-Ukrayna Savaşı’yla birlikte bir tırmanma yarışına dönüştüğünü gören Almanya, içerisine sürüklendiği girdaptan çıkmaya çalışmaktadır. Ukrayna ve Çin gibi meseleler nedeniyle Almanya-ABD ilişkilerine soğuk bir atmosfer hakimdir.

Ukrayna’ya askeri yardımların geleceğini masaya yatırmak üzere Alman ve ABD’li yetkililer arasında yapılan görüşmeler hız kazanmıştır. Bu bağlamda Başbakan Scholz, ABD Başkanı Joe Biden’la telefon görüşmesi gerçekleştirmiş ve taraflar, Ukrayna’ya yapılacak desteğin yakından koordine edilmesi konusunda mutabık kalmıştır. Ukrayna’ya tank desteği vermenin karşılığında Almanya’nın ABD’ye bazı şartlar koşması, aslında önemli bir çıkış ve meydan okuma sayılabilir. Zira Berlin, artık Washington’un her istediğini yapmak zorunda olmadığını, kendisinden savaşması istendiğinde savaşmayacağını ve böyle bir talebin dünyayı kutuplaştıracağını ilan etmektedir. Berlin’in asıl endişesi, Ukrayna’ya sağlanan silahlar nedeniyle NATO müttefiklerinin Rusya’yla doğrudan çatışmaya girmesi ve tüm Avrupa’nın savaşın içine çekilmesidir. Çünkü NATO, eğer Rusya’yla bir savaşa sürüklenirse, bundan en büyük zararı ABD değil; Kıta Avrupası ve özellikle de Almanya görecektir. Bu yüzden de Almanya ve ABD, Avrupa’nın güvenliğini konusunda bir pazarlık içerisindedir. Fakat Washington’un Berlin’e karşı kullanabileceği elinde birçok mesele vardır.

ABD, bu üstünlüğünü Pasifik siyasetinde güçlü bir şekilde hissettirmektedir. Örneğin Almanya’nın Asya-Pasifik’e olan artan ilgisi, Washington için mühim bir avantajdır. ABD’nin desteği olmadan Almanya, bölgede etkinlik kurmakta zorlanacaktır. Daha da önemlisi Washington yönetimi, bu üstünlüğü Berlin’in aleyhine kullanabilir ve Tayvan’da çıkarabileceği bir krizle Almanya ekonomisine bir darbe daha vurabilir.

Nitekim Scholz’un Pekin ziyareti, ABD’den büyük tepki çekmiştir. Bu gelişmeden sonra Almanya’nın ABD’ye ihanet ettiği ve Amerikan çıkarlarına zarar verdiği iddia edilmiştir. Örneğin Amerikalı Gazeteci ve Dış Politika Uzmanı Tom Rogan, “Pekin’de Vals yapan Alman Olaf Scholz, ABD’yi aptal yerine koyuyor” başlıklı bir analiz yazmıştır.[2] Söz konusu analizde Rogan, Almanya’nın Amerika’nın (NATO) koruması altında özgürce hareket edemeyeceğini ve Washington’un Berlin’in “bu ihanetini” görmezden gelmemesi gerektiğini belirtmiştir. Hatta Rogan, Berlin’e ders vermek için Amerikan askerlerinin Almanya’dan Polonya’ya veya Baltık ülkelerine taşınması önerisinde bulunmuştur.

Gerçekten de ABD’nin elindeki enstrümanlar, sadece Pasifik’le sınırlı değildir. Washington, Avrupa’nın güvenliğine verdiği bu desteği, elinde bir maşa olarak kullanmaktadır. Daha açık bir ifadeyle ABD, Almanya’yı Ukrayna’da istediklerini yapmaması halinde, Avrupa’nın güvenliğine verdiği desteği geri çekmekle tehdit etmektedir. Daha büyük tehdit ise Pasifik’te Tayvan Krizi’nin patlak vermesidir. Çünkü Almanya, Çin ekonomisiyle derinden entegre olmuştur. Ayrıca Tayvan, büyük Alman teknoloji şirketlerinin ihtiyaç duyduğu kritik çip üretiminde dünyanın ilk sırasındadır. Aynı zamanda bu bağımlılıklar, Berlin’in Washington karşısındaki zafiyetini oluşturmaktadır. Bu yüzden de Scholz yönetimi, Ukrayna’daki savaşta kendisinden istenilenleri yapmak durumundadır.

Sonuç olarak ABD, dünyadaki krizleri kendi kontrolü altında tutarak bunları müttefik devletler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmaya çalışmaktadır. Ukrayna ve Tayvan, söz konusu meselelerin başında gelmektedir. Her iki sorun da Almanya’nın “zayıf karnını” oluşturmaktadır. Çünkü Berlin, uzun yıllar boyunca ekonomi ve enerji gibi kalemlerde Moskova ve Pekin’le ciddi ortaklıklar geliştirmiş ve bu ülkelerle karşılıklı bağımlılık ilişkisi içerisine girmiştir. Almanya’nın bu zincirlerden kurtulması kısa vadede mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle de Almanya’nın bir süreliğine daha ABD’nin peşinden gitmek zorunda kalacağı öne sürülebilir. 


[1] “Germany’s Scholz Says World Must Avoid Dividing into Cold War-Style ‘Blocs’”, Arabiya, https://english.alarabiya.net/News/world/2022/12/05/Germany-s-Scholz-says-world-must-avoid-dividing-into-Cold-War-style-blocs-, (Erişim Tarihi: 19.01.2023).

[2] “Waltzing in Beijing, Germany’s Olaf Scholz Plays US For a Fool”, MSN, https://www.msn.com/en-us/news/world/waltzing-in-beijing-germany-s-olaf-scholz-plays-us-for-a-fool/ar-AA13JEcp?li=BBnbcA1, (Erişim Tarihi: 19.01.2023).

Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk Tamer, 2014 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 2016 yılında “1990 Sonrası İran’ın Irak Politikası” başlıklı teziyle master eğitimini tamamlayan Tamer, 2017 yılında ANKASAM’da Araştırma Asistanı olarak göreve başlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Uzmanlık alanları İran, Mezhepler, Tasavvuf, Mehdilik, Kimlik Siyaseti ve Asya-Pasifik olan ve iyi derecede İngilizce bilen Tamer, Gazi Üniversitesindeki doktora eğitimini “Sosyal İnşacılık Teorisi ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı Çerçevesinde İran İslam Cumhuriyeti’nde Kimlik İnşası Süreci ve Mehdilik” adlı tez çalışmasıyla 2022 yılında tamamlamıştır. Şu anda ise ANKASAM’da Asya-Pasifik Uzmanı olarak görev almaktadır.

Benzer İçerikler