Almanya’nın Ukrayna’ya Leopard Tankları Vermeyi Kabul Etmesi Ne Anlama Geliyor?

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın tartışmaya açtığı konulardan biri de Almanya’nın savaşa ilişkin yaklaşımıdır. Bu anlamda Berlin yönetiminin Moskova’yla olan ilişkileri nedeniyle ciddi eleştirilere maruz kaldığı ifade edilebilir. Çünkü Almanya, bilhassa Rusya’yla olan enerji bağımlılığı nedeniyle tenkit edilmektedir. Zira savaşın ortaya çıkardığı en kritik sonuç Kıta Avrupası’nın yüzleştiği enerji krizi olmuş ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri enerji tedarikçilerinin çeşitlendirilmesi noktasında tam anlamıyla aradığı neticeye ulaşamamıştır. 

Berlin yönetiminin Soğuk Savaş sonrasında Moskova’yla yakın işbirliğine yönelmesinin temel nedeni enerji olsa da Almanya’nın iki amacının daha bulunduğundan bahsedilebilir. Öncelikle Almanya, Rusya’yı Avrupa güvenlik mimarisine dahil ederek karşılıklı bağımlılık ilişkisi yaratmanın Kıta Avrupası’nın güvenliğini tehdit edecek gelişmeleri önleyeceğini düşünmüştür. Fakat Rusya-Ukrayna Savaşı, bunun böyle olmadığını net bir şekilde gözler önüne sermiştir. Dahası enerji noktasında tek taraflı bağımlılık ilişkisinin oluştuğu gün yüzüne çıkmış ve AB ülkeleri ağır bir faturayla karşı karşıya kalmıştır. 

İkinci olarak da Almanya, her ne kadar Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyesi olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) liderliğindeki Batı ittifakının bir parçası şeklinde konumlansa da tek kutuplu dünya düzeninden rahatsız olmuştur. Bu anlamda Almanya, Fransa’yla birlikte ABD-İngiltere merkezli Batı’ya alternatif haline gelmeye çalışmış ve AB’yi çok kutupluluğa evrilen dünyada bir kutup olarak konumlandırmaya yönelmiştir. Özellikle de önceki ABD Başkanı Donald Trump döneminde Washington yönetiminin NATO ülkelerinin savunma harcamalarını tartışmaya açarak Kıta Avrupası’nın korunması noktasında AB ülkelerinden yük paylaşımı talebinde bulunması, Almanya ve Fransa gibi aktörler tarafından AB Ordusu fikrinin tartışılmasını hızlandırmıştır.

Bahse konu olan durum, Berlin yönetiminin Paris’le beraber liderlik ettiği Avrupa’yı çok kutuplu dünyada bir kutup olarak konumlandırma çabasını temsil etmiştir. Çok kutupluluk talebini dile getiren aktörlerin başında ise Rusya gelmektedir. Bu da Berlin-Moskova hattında olumlu bir ilişki biçiminin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Fakat Rusya-Ukrayna Savaşı, çok kutupluluk arayışlarına da ciddi bir darbe vurmuştur.

Anlaşılacağı üzere, tüm bu nedenlerden ötürü Almanya, Rusya’yla Soğuk Savaş sonrasında olumlu münasebetler geliştirmiştir. Fakat Ukrayna’daki savaş, AB ülkelerinin geleneksel “öteki” algısını canlandırmış ve Rusya karşıtı politikalar noktasında ABD’nin liderliğini pekiştirmiştir. Nitekim Washington yönetimi, savaşı iki hedef doğrultusunda kullanmaktadır. Bunlardan ilki, genelde Avrupa ve özelde ise Almanya ile Rusya arasındaki bağımlılık ilişkisinin sonlandırılmasıdır. İkincisi ise Amerikan hegemonyasının Avrupa sac ayağının sağlama alınması; yani hegemonik liderliğin pekiştirilmesidir. Bu anlamda Moskova yönetimini hedef alan yaptırımlar oldukça mühimdir. Çünkü yaptırımlar, Batılı devletlerin birtakım çatlak seslere rağmen yekpare bir duruş ortaya koyabildiklerini göstermiştir. Dahası Batı, yaptırımların yanı sıra Ukrayna’ya yönelik insani, mali ve askeri yardımlar noktasında da ciddi bir dayanışma ortaya koymuştur.

Yaşanan gelişmeler, Rusya’nın uluslararası toplumdan izole olmasına sebebiyet verse de savaşın uzaması, zaman içerisinde Batı içerisindeki farklılıkları yeniden gündeme taşımıştır. Zira Almanya ve Fransa gibi aktörler, arabuluculuk süreçlerini destekleyerek en kısa sürede ateşkesin sağlanmasını istemektedir. Buna karşılık ABD ve İngiltere ise Ukrayna’daki savaşın uzamasından yanadır. Çünkü yıpratma savaşına dönüşen bu çatışmaların uzaması, bir yandan Kıta Avrupası’nın Rusya karşıtı duruşunu derinleştirirken; diğer taraftan da çok kutupluluk arayışını temsil eden ve bu bağlamda “büyük güç” olma iddiasıyla hareket eden Rusya’ya “orta büyüklükte bir devlet” olduğunun kabul ettirileceği bir ortamın oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Dolayısıyla tüm birliktelik duygusuna rağmen Batı içerisinde Rusya algısına ilişkin ciddi bir farklılık söz konusudur. 

Esasen bu farklılık, savaşın ardından Avrupa güvenlik mimarisinin nasıl şekilleneceği sorusuyla da yakından ilişkilidir. Anlaşılacağı gibi Berlin yönetimi, savaşın en kısa sürede sona ermesini ve Moskova’yla enerji başta olmak üzere çeşitli alanlarda işbirliği yapılmasını arzulamaktadır. Buna karşılık Washington ise savaşın uzamasını, Rusya’nın yıpranmasını, Avrupa’nın ABD’ye olan bağımlılığın artmasını ve Moskova yönetiminin savaştan sonra da Avrupa güvenlik mimarisinin dışında kalmasını hedeflemektedir. Bu farklılık, Ukrayna’ya yapılan yardımlara da yansımıştır.

ABD, Kiev yönetiminin varlığını sürdürmesi için hem kendi imkanlarını zorlamasıyla hem de uluslararası toplumu seferber etmesiyle ön plana çıkarken; Berlin, daha ziyade sembolik yardımlarda bulunmaya çalışmaktadır. Hatta hatırlanacağı üzere Almanya, savaşın başında Ukrayna’ya 5.000 miğfer göndermeyi önermiş; Ukraynalı yetkililer ise bu teklifi “şaka” olarak yorumlamış ve Berlin’e sert bir şekilde tepki göstermiştir.[1]

Her ne kadar Almanya, savaş boyunca Ukrayna’ya yardımda bulunarak Batılı aktörlerle birlikte hareket etse de askeri yardımlar noktasında Berlin, savaşın uzamasına yol açacak ve çatışmaların akıbetini değiştirecek silahlar göndermekten imtina etmiştir. Bir diğer ifadeyle Almanya, Rusya’nın tepkisini çekecek adımlar atmaktan sakınmıştır.Bu nedenle de son dönemde Ukrayna’ya yönelik askeri yardımların artmasının ardından ABD ve Polonya, Almanya’nın söz konusu ülkeye Leopard tankları göndermesi için baskı yapmıştır. Yani Almanya-Rusya ilişkileri hedef haline gelmiştir.

Mevzubahis baskının amacı, Almanya’nın Rusya’dan tamamen koparılması olarak nitelendirilebilir. Hiç şüphe yok ki; Kuzey Akım I-II Doğalgaz Boru Hatları üzerinde gerçekleşen sabotajların ardından Berlin yönetiminin Moskova’yla yeniden ilişki kurması zaten zorlaşmıştır. Leopard tankları mevzusu ise Berlin-Moskova hattındaki bağların çok daha ağır bir yara almasına sebebiyet verecektir. Nitekim Washington ve Varşova’nın amacı da bu ilişkilerin tamiri imkansız bir noktaya sürüklenmesidir. 

Berlin yönetimi, söz konusu talebe uzun süre direnmesine rağmen 24 Ocak 2023 tarihinde Ukrayna’ya Leopard tanklarını göndermeyi kabul ettiğini duyurmuştur.[2] Elbette bu durum, Almanya’nın tercih yapmak zorunda kaldığını ve seçimini ABD’yle işbirliğinden yana kullandığını göstermesi bakımından oldukça mühimdir.

Sonuç olarak Rusya-Ukrayna Savaşı, ABD’nin Avrupa üzerindeki hegemonyasını sağlamlaştırmış ve AB’nin çok kutuplu dünyada bir kutup olarak konumlanma arzusunu büyük ölçüde sınırlandırmıştır. Bu kapsamda Kıta Avrupası’nda Rusya’yla işbirliğini savunan aktörlerin başında gelen Almanya da bir yandan Kuzey Akım I-II Doğalgaz Boru Hatları üzerinde gerçekleşen patlamalar nedeniyle Rusya’yla işbirliğinin sürdürülebilir olmaktan çıkmasıyla yüzleşirken; diğer taraftan da Ukrayna’ya Leopard tanklarını göndermeyi kabul etmek suretiyle Moskova’nın tepkisini çekecek adımlar atmak zorunda kalmıştır. Kuşkusuz bu durum, ABD’nin baskısının bir neticesi olarak yorumlanabilir. Dolayısıyla süreç, ABD’nin tercih yapmaya zorladığı Almanya’dan istediği sonucu aldığını ortaya koymaktadır. 


[1] “Almanya Ukrayna’ya ‘5 Bin Miğfer Göndereceğiz’ Dedi, Kiev Belediye Başkanı ‘Şaka’ Olarak Tanımladı”, Euronews, https://tr.euronews.com/2022/01/26/almanya-ukrayna-ya-5-bin-migfer-gonderecegiz-dedi-kiev-belediye-baskan-saka-olarak-tan-mla, (Erişim Tarihi: 25.01.2023).

[2] “US and Germany Ready to Send Tanks to Ukraine-Reports”, BBC, https://www.bbc.com/news/world-europe-64391272, (Erişim Tarihi: 25.01.2023).

Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN, 2014 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisans derecesini, 2017 yılında Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu ‘’Uluslararası Güç İlişkileri Bağlamında İkinci Dünya Savaşı Sonrası Hegemonik Mücadelelerin İncelenmesi’’ başlıklı teziyle almıştır. Doktora derecesini ise 2021 yılında Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı‘nda hazırladığı “İmparatorluk Düşüncesinin İran Dış Politikasına Yansımaları ve Milliyetçilik” başlıklı teziyle alan Başaran’ın başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, İran araştırmaları ve Afganistan çalışmalarıdır. Başaran iyi derecede İngilizce ve temel düzeyde Farsça bilmektedir.

Benzer İçerikler