24 Haziran Sonrası Nasıl Bir Türk Dış Politikası?

Paylaş

Aslında bu sual 24 Haziran öncesi de soruluyordu. Dolayısıyla cevabı uzunca süredir aranılan bir soru bu. Zira “Batı’dan bir adım uzaklaşma, Doğu’ya iki adım yakınlaşma” olarak da nitelendirilebilecek dış politikada dengeyi sağlama süreci kafa karışıklıklarını daha da derinleştiren çok farklı değerlendirme ve adlandırmalara maruz kalmış durumda.

Daha anlaşılır bir ifadeyle, Ankara’nın dış politikasına “ayar-denge getirme” olarak başlattığı, buna karşılık başta ABD olmak üzere Batılı müttefiklerinin “eksen kayması” ya da “kulüp değiştirme” olarak nitelendirdiği; “Yükselen Doğu”nun, özellikle de Rusya’nın Batı ile tarihi rövanşı olarak gördüğü “dengeye dayalı çok boyutlu dış politikası”nın yönü, mahiyeti güç merkezlerinin başkentlerinde büyük bir soru işareti olarak durmaya devam ediyor.

Dolayısıyla ortada şimdilik Türkiye’ye yönelik iki cephe söz konusu: “Öfke-tepki-tehdit” ve “sempati-beklenti-vaatler”.

27 Haziran 2016 Türkiye-Rusya arasında başlatılan “ normalleşme süreci” ile “nükleer reaktörler”, “S-400” gibi araçlarla pekiştirilmeye çalışılan stratejik ortaklığın yeniden ve daha etkin bir şekilde tesisi gayretleri ile 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimi ve sonrasında yaşanan ABD-NATO ikilisi ağırlıklı Batı’nın tepkisel yaklaşımları bu iki cephenin söz konusu ruh hallerini çok net bir şekilde resmediyor.

Her iki cephenin hedefi ise hiç kuşkusuz “küresel efendilik”. Birisi bunu “tek kutuplu” bir dünya anlayışı çerçevesinde yapmak isterken; diğeri, önce “çok kutupluluk” akabinde ise “tek kutupluluk” stratejisi çerçevesinde aşamalı olarak gerçekleştirmek istiyor.

Ve Türkiye burada sahip olduğu jeopolitik-stratejik önem dolayısıyla yeni uluslararası sistemin belirlenmesinde, adının konulmasında kilit bir yere sahip. Türkiye’yi kazanan, bu mücadeleyi de kazanacak. Fakat bu cephe açısından ortada küçük bir sorun var: Türkiye halen tercihini yapmış değil.

Dış Politika Anlayışında Yolun Sonu mu?

Yukarıda zikredilen iki cephenin farklı ruh halleri-yaklaşımları çerçevesinde Türkiye’ye yönelik izledikleri politikanın temelinde de işte bu husus yatıyor. 24 Haziran sonrası bu beklentilerini daha da yoğunlaştıracakları bir baskı süreci kaçınılmaz görülüyor. Zira her iki cephe, bu oyunu daha fazla devam ettiremeyeceklerini değerlendiriyor. Bundan ötürü de Ankara’nın bir an önce karar vermesini istiyorlar.

Peki, iddia edildiği gibi Türkiye açısından izlediği “aktif tarafsızlık” temeline oturtulmuş “denge” politikasında yolun sonuna gelindi mi?

Elbette hayır! Mevcut şartlar Ankara’nın halen böyle bir politika yürütmesine imkân sağlıyor. Uluslararası sistemdeki belirsizlik ve her geçen gün derinleşen güç mücadelesi, Türkiye’ye tarihi bir fırsat-manevra alanı tanıyor. Dolayısıyla Türkiye bunu son noktaya ve dakikaya kadar değerlendirmek zorunda!

Daha da ötesi Türkiye bunu farklı aktör ve araçlar ile çeşitlendirebilir. Bunun için Türkiye’nin yakın çevresini güvenli hale getirmesi ve caydırıcı bir güç haline gelmesi kaçınılmaz. Uzaktaki yakın çevresine yönelik operasyonel gücünü daha etkin bir şekilde kullanması ve bu bağlamda mevcut-olası işbirliklerini güvenlik eksenli geliştirmesi şart. Türkiye’nin terörle mücadele deneyimi, geliştirdiği yöntem, araç ve gereçler burada oldukça önemli bir yere sahip.

Retorikten Eyleme…

Yapılan da zaten bu. Zira Türkiye sadece yumuşak güç unsurları ile bölgesel-küresel güç mücadelesinde yer alamayacağını görmüş durumda. Daha da ötesi “stratejik derinlik” olarak adlandırılan hedef coğrafya noktasında yeni bir tanıma ve yaklaşıma muhtaç olduğunu da biliyor. Bu bağlamda retorikten daha öte somut adımlar kaçınılmaz. 24 Haziran sonrası Türkiye bunu yapacağının işaretlerini yukarıda da ifade edildiği üzere 2016 Ağustosundan bu yana somut bir şekilde hem sahada hem de diplomasi masasında veriyor.

Dolayısıyla 24 Haziran sonrası yeni bir dış politika söz konusu değil. Mevcut dış politikanın yeni araçlarla ve operasyon alanlarıyla kararlı bir şekilde devam ettirilmesi söz konusu. Çünkü Ankara, 1947 ya da 1952 sonrası dış politikasında oluşan, tek taraflılık anlayışı üzerine inşa edilen dış politikasına son vermede kararlı. Daha da ötesi, Türkiye çok kutuplu dünya hedefi çerçevesinde öncelikle Türk-İslam dünyasını ve akabinde mazlumları, insanlığı temsil eden bir kutup olmak zorunda!

Bir diğer ifadeyle Türkiye, “Yükselen Doğu” – “Çöküşteki Batı” sürecinde niçin bu iki gücün rekabet/çatışma alanı olarak gördüğü Osmanlı sonrası coğrafyadaki güç boşluğunu doldurmasın? Türkiye; Doğu ve Batı arasında, dengesizliğin dengeleyici adresi, bir üçüncü güç merkezi olarak niçin ben de varım demesin?

Bu arada şu hususun da altını önemle çizmekte fayda var: Türkiye’nin bu pragmatik politikasından da kimse rahatsızlık duymasın, endişeye kapılmasın. Zira süreç dış politika anlayışının ruhuna-doğasına fazlasıyla uygun. Oyunu kuralına göre oynamanız gerekiyor. Unutmayalım, tarihin çöplüğü, aykırı hareket eden birçok imparatorluk ve devlete ev sahipliği yapan değişmeyen adres.

Peki, Türkiye bu hedefine nasıl ulaşabilir? Buna uygun nasıl bir yol haritası izlenebilir? Bunun cevabı da bir sonraki yazımda…

Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
1969 Dörtyol-Hatay doğumlu olan Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 1993 yılında mezun oldu. BÜ’de 1995 yılında Yüksek Lisans çalışmasını tamamlayan Erol, aynı yıl BÜ’de doktora programına kabul edildi. Ankara Üniversitesi’nde doktorasını 2005’de tamamlayan Erol, 2009 yılında “Uluslararası İlişkiler” alanında doçent ve 2014 yılında da Profesörlük unvanlarını aldı. 2000-2006 tarihleri arasında Avrasya Stratejik Araştırmaları Merkezi (ASAM)’nde görev yapan Erol, ASAM’ın Genel Koordinatörlük görevini de bir dönemliğine yürütmüştür. 2009 yılında Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün (SDE) Kurucu Başkanlığı ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM)’nin de kurucu başkanı olan Prof. Erol, Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi (YTSAM) Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Başkanlığını da yürütmektedir. Prof. Erol, Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (GAZİSAM) Müdürlüğü görevinde de bulunmuştur. 2007 yılında Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı (TÜRKSAV) “Türk Dünyası Hizmet Ödülü”nü alan Prof. Erol, akademik anlamdaki çalışmaları ve medyadaki faaliyetlerinden dolayı çok sayıda ödüle layık görülmüştür. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: 2013 yılında Çağdaş Demokratlar Birliği Derneği tarafından “Yılın Yazılı Medya Ödülü”, 2015 yılında “APM 10. Yıl Hizmet Ödülü”, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) tarafından “2015 Yılın Basın-Fikir Ödülü”, Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri “2016 Gönül Elçileri Medya Onur Ödülü”, Yörük Türkmen Federasyonları tarafından verilen “2016 Türkiye Onur Ödülü”. Prof. Erol’un 15 kitap çalışması bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının isimleri şu şekildedir: “Hayalden Gerçeğe Türk Birleşik Devletleri”, “Türkiye-AB İlişkileri: Dış Politika ve İç Yapı Sorunsalları”, “Avrasya’da Yeni Büyük Oyun”, “Türk Dış Politikasında Strateji Arayışları”, “Türk Dış Politikasında Güvenlik Arayışları”, “Türkiye Cumhuriyeti-Rusya Federasyonu İlişkileri”, “Sıcak Barışın Soğuk Örgütü Yeni NATO”, “Dış Politika Analizinde Teorik Yaklaşımlar: Türk Dış Politikası Örneği”, “Krizler ve Kriz Yönetimi: Aktörler ve Örnek Olaylar”, “Kazakistan” ve “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”. 2002’den bu yana TRT Türkiye’nin sesi ve TRT Radyo 1 (Ankara Radyosu) “Avrasya Gündemi”, “Stratejik Bakış”, “Küresel Bakış”, “Analiz”, “Dosya”, “Haber Masası”, “Gündemin Öteki Yüzü” gibi radyo programlarını gerçekleştirmiş olan Prof. Erol, TRT INT televizyonunda 2004-2007 yılları arasında “Arayış”, 2007-2010 yılları arasında Kanal A televizyonunda “Sınır Ötesi” ve 2020-2021’de de BBN TÜRK televizyonunda “Dış Politika Gündemi” programlarını yapmıştır. 2012-2018 yılları arasında Millî Gazete’de “Arayış” adlı köşesinde dış politika yazıları yayımlanan Prof. Erol’un ulusal-uluslararası medyada çok sayıda televizyon, radyo, gazete, haber siteleri ve dergide uzmanlığı dahilinde görüşlerine de başvurulmaktadır. 2006-2018 yılları arasında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde ve Ankara Üniversitesi Latin Amerika Araştırmaları Merkezi’nde (LAMER) de dersler veren Prof. Erol, 2018’den bu yana Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak akademik kariyerini devam ettirmektedir. Prof. Erol, 2006 yılından itibaren Ufuk Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde de dersler vermiştir. Prof. Erol’un başlıca ilgi ve uzmanlık alanları ve bu kapsamda lisans, master ve doktora seviyesinde verdiği derslerin başlıcaları şu şekilde sıralanabilir: “Jeopolitik”, “Güvenlik”, “İstihbarat”, “Kriz Yönetimi”, “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”, “Türk Dış Politikası”, “Rus Dış Politikası”, “ABD Dış Politikası”, “Orta Asya ve Güney Asya”. Çok sayıda dergi ve gazetede yazıları-değerlendirmeleri yayımlanan Prof. Erol’un; “Avrasya Dosyası”, “Stratejik Analiz”, “Stratejik Düşünce”, “Gazi Bölgesel Çalışmalar”, “The Journal of SSPS”, “Karadeniz Araştırmaları gibi” akademik dergilerde editörlük faaliyetlerinde bulunan Prof. Erol, “Bölgesel Araştırmalar”, “Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları”, “Gazi Akademik Bakış”, “Ege Üniversitesi Türk Dünyası İncelemeleri”, “Ankara Uluslararası Sosyal Bilimler”, “Demokrasi Platformu” dergilerinin editörlüklerini hali hazırda yürütmekte, editör kurullarında yer almaktadır. 2016’dan bu yana Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Kurucu Başkanı olarak çalışmalarını devam ettiren Prof. Erol, evli ve üç çocuk babasıdır.

Benzer İçerikler