Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) uluslararası ilişkilerde tek hegemon güç olması, Atlantik merkezli bir düzenin ortaya çıkmasına yol açmıştır. İdeolojik, askeri, teknolojik, kültürel ve ekonomik alanda Asya’ya üstünlük kuran ABD, söz konusu üstünlüğünü kullanarak dünyanın çeşitli bölgelerine gerek müttefikleriyle gerekse de tek başına müdahalede bulunmuş ve hegemonyasını devam ettirecek kaynakları kontrol etme politikası izlemiştir.
Mevzubahis politikaları 2000’li yılların başına kadar sürdüren Washington, yeni güçlerin ortaya çıkması hasebiyle birtakım zorluklar yaşamıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kısmen zayıflayan Rusya, daha sonra Vladimir Putin önderliğinde enerji kaynaklarının yönetimini esas alan bir politika benimseyerek yeniden güçlenmiş, Asya’nın doğusunda bulunan Çin ise çift haneli ekonomik büyüme rakamlarıyla ve buna bağlı olarak elde ettiği diplomatik ve askeri güçle, küresel sistemi dönüştürme ve sinosentrik bir düzen kurma kabiliyetine erişmiştir.
ABD açısından revizyonist ülkelerin tekrardan yükselmesi, yeni politika tartışmalarını beraberinde getirmiştir. Bu süreçte Washington’un Ortadoğu’daki Irak müdahalesi ve Asya’nın merkezinde bulunan Afganistan harekâtı, ülke kamuoyunda çeşitli eleştirilere maruz kalmış ve iktidar olan yönetimlerin gündemini meşgul eden konuların başında gelmiştir. Bu sebeple Barak Obama, Donald Trump ve Joe Biden yönetimleri, çeşitli tarihlerde iki ülkeden de çekilme niyetlerini beyan etmişlerdir.[1]
Şüphesiz ABD Başkanlarının belirli aralıklarla yaptığı açıklamaların farklı iç ve dış sebepleri vardır. Lakin özü itibarıyla ABD’nin Asya’nın merkezinden askeri birliklerini çekmesi, daha büyük bir jeopolitik oyuna işaret etmektedir. Askerî açıdan kara savaşlarının coğrafi, demografik ve lojistik zorluğu, ABD’nin hem uluslararası imajına zarar vermekte hem de büyük bir maliyet yaratmaktadır. Nitekim Stratfor Kurucusu George Friedman’ın 2011 yılında yayınladığı “Asya’da Kara Savaşına Asla Kalkışmayın”[2] başlıklı yazısı da bu soruna işaret etmektedir. Friedman, ABD’nin kara kuvvetlerine bağımlı savaşlarda, yıkıcı etkiler doğuramamasını, Washington yönetiminin uluslararası gücünün en zayıf halkası şeklinde nitelendirmiştir.
Bu tespitten yola çıkarak, ABD’nin kara birliklerini Asya’dan çekmesinin kendi menfaatine olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim Obama’nın 5 Ocak 2012 tarihinde yaptığı “Ulusa Sesleniş”[3] konuşmasında ABD’nin Asya-Pasifik bölgesindeki varlığının güçlendirilmesi ve kaynaklarının bölgeye yönlendirilmesine ilişkin planla başlayan süreç, günümüzde de artarak devam etmektedir. Yeni askeri angajmanlara ve konuşlandırmalara neden olacak bu değişikliklerle birlikte ABD’nin kendisini süper güç yapan ve en güçlü olduğu askeri alan olan denizlere döneceği tespiti, bu analizin temel argümanını oluşturmaktadır. Şüphesiz bu argümanı destekleyen unsurların başında ABD Donanması’nın rakipsiz gücü gelmektedir.
Günümüzde dünyadaki denizlerin tamamında aynı anda savaş gemisi filosu yüzdürme imkânına sahip tek ülke olarak ABD, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana mevzubahis üstünlüğünü sürdürmektedir. Kara savaşlarının kazananını belirleyen belirsiz unsurların aksine (insan kahramanlığı, coğrafyanın genişliği, yerel halkın doğal asker olması v.b.) deniz savaşlarının sonucu; teknolojik üstünlük, tonaj kapasitesi, lojistik avantaj, savaş tecrübesi, deniz kültürü, komuta senkronizasyonu ve personel eğitimi gibi etmenler doğrultusunda belirlenmektedir. Hem deniz gücünün babası olarak bilinen Alfred Thayer Mahan’ın fikirleriyle şekillenen donanma stratejisi hem de deniz gücünün ölçümünde kullanılan tonaj kapasitesi bakımından ABD, denizlerde rakipsiz görünmektedir. Bu kabiliyetinin en önemli unsuru ise uçak gemileridir. 2020 yılına ait verilere göre, ABD’nin 11 savaş gemisi vardır. Bu rakam ise diğer ülkelerin toplam savaş gemilerinden daha fazladır.[4]
Washington’un denizlere döneceği tezinin bir diğer argümanı, büyük güç rekabetinin ağırlığının karadan denizlere kaymasıdır. Bu anlamda ön plana çıkan bölge ise Hint-Pasifik’tir. Bölge, dünya nüfusunun %65’ini ve Gayrısafi Yurtiçi Hasılası’nın (GSYH) %63’ünü oluşturmaktadır. Üstelik dünya deniz ticaretinin %50’sinden fazlası da bu bölgede gerçekleşmektedir.[5]
Anlaşılacağı üzere, bölgesel ve küresel aktörlerin Hint-Pasifik coğrafyasına yönelik ilgisi, her geçen gün daha da arttırmaktadır. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Foreign Policy’de yazdığı “America’s Pacific Century”[6] isimli makalesinden itibaren bölge, sistematik bir şekilde “güvenlikleştirilmektedir”. 2017 yılında Vietnam’da yapılan Asya-Pasifik Ekonomi Zirvesi’nde Trump tarafından açıklanan “Özgür ve Açık Hint Pasifik Stratejisi”[7] de ABD’nin bölgeye bakışını belirten önemli bir dönüm noktası olmuştur. 2019 senesinin Haziran ayında ise ABD Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Amerika’nın Hint-Pasifik politikalarını açıklayan “Hint-Pasifik Strateji Belgesi”[8] isimli ilk resmi rapor ve yine aynı yıl içinde Dışişleri Bakanlığı tarafından açıklanan “Özgür ve Açık Hint-Pasifik”[9] başlıklı rapor, bahse konu olan stratejinin resmi düzeyde temellendirilmesini sağlamıştır.
ABD’nin böylesi bir stratejiyi benimsemesindeki ana amaç, Çin’in bu bölgeden geçen enerji ve ticaret trafiğini kontrol altına alarak Pekin’i “çevreleme” stratejisini, bölge ülkeleriyle birlikte uygulamaktır.
Bir diğer argüman da son yıllarda ABD’nin dahil olduğu çok uluslu birliklerin, deniz temelli şekillenmesidir. Bu anlamda öne çıkan en önemli birlik QUAD ve yakın zamanda başlayan AUKUS sürecidir. QUAD, bölgenin en güçlü ülkelerini kapsayan (Hindistan-Japonya-Avustralya-ABD) kapsamlı bir diplomatik ve güvenlik oluşumuyken; AUKUS; Anglosakson ağırlıklı bir savunma yapılanmasındır. Washington yönetimi, QUAD vesilesiyle bölgenin ruhunu kapsayacak adımlar atmaya çalışırken; AUKUS’la da geleneksel müttefikleriyle birlikte hareket ettiğini göstermektedir. Bununla birlikte her iki yapının da müşterek hedefi, küresel sistemde daha fazla hak talep eden ve son kertede kendi düzenini kurmaya çalışan Çin’i dizginlemektir.
Günümüzde küresel güç olmanın unsurları yapısal bir değişim içindedir. Genel olarak dünyadaki güç dengesini salt askeri ve ekonomik kapasiteye dayandıran yaklaşım, giderek değişmekte ve yerini; tedarik zinciri güvenliği, teknolojik üstünlük, kuantum mekaniği, otonom sistemler, yumuşak güç, füzyon enerjisi ve hipersonik sistemlere bırakmaktadır. Bu alanlarda hakimiyet kurmak isteyen ülkeler, ticari ve nüfus hareketliliğinin merkezi olan Hint-Pasifik bağlantısını kontrol etmeye çalışmaktadır. Bu hedef doğrultusunda ilerleyen ABD, en son açıkladığı “Küresel Konuşlanma İncelemesi”[10] raporunda, Hint-Pasifik bölgesindeki askeri varlığının arttıracağını ve Pasifik’teki bazı adalara kalıcı kuvvet konuşlandıracağını belirterek denizlere döndüğünün mesajını vermiştir.
Bu noktada unutulmaması gereken iki husus vardır. Birincisi, Pasifik Okyanusu’nun öneminin giderek artması neticesinde Atlantik ve Pasifik’in ortasında konumlanan ABD’nin stratejik konumunun ve donanmasının giderek güçleneceğidir. İkincisi ise ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkmasını sağlayan ve küresel sistemin başat aktörü konumuna ulaşmasına vesile olan unsurun kara gücü değil; deniz ve hava gücü olduğudur. Bu sebeple ABD’nin geleceğe dönük stratejilerinde, kara hakimiyeti yerine; deniz hakimiyeti teorilerinin ön plana çıkacağı ifade edilebilir.
[1] “The U.S. War in Afghanistan”, Council on Foreign Relations, https://www.cfr.org/timeline/us-war-afghanistan, (Erişim Tarihi: 11.01.2022); Deb Riechmann, “Trump Reaffirms Plan to Withdraw All US Troops From Iraq”, AP News, https://apnews.com/article/virus-outbreak-middle-east-politics-35581f7ecfed0bbea789ee47e1658929, (Erişim Tarihi: 11.01.2022); “Barack Obama Announces Total Withdrawal of US Troops From Iraq”, The Guardian, https://www.theguardian.com/world/2011/oct/21/obama-us-troops-withdrawal-iraq, (Erişim Tarihi: 11.01.2022); “US Combat Forces to Leave Iraq by End of Year, Biden Says”, Aljazera, https://www.aljazeera.com/news/2021/7/26/biden-kadhimi-seal-agreement-to-end-us-combat-mission-in-iraq, (Erişim Tarihi: 11.01.2022).
[2] George Friedman, “Never Fight a Land War in Asia”, Real Clear World, https://www.realclearworld.com/articles/2011/03/01/never_fight_a_land_war_in_asia_99418.html, (Erişim Tarihi: 11.01.2022).
[3] “President Obama Outlines a New Global Military Strategy”, White House, https://obamawhitehouse.archives.gov/blog/2012/01/05/president-obama-outlines-new-global-military-strategy, (Erişim Tarihi: 11.01.2022).
[4] “How is China Modernizing Its Navy?”, China Power Project, https://chinapower.csis.org/china-naval-modernization/, (Erişim Tarihi: 11.06.2021).
[5] Soumya Bhowmick, “The Indo-Pacific Economics: Inextricable Chinese Linkages and Indian Challenges”, Observer Research Foundation, https://www.orfonline.org/expert-speak/the-indo-pacific-economics-inextricable-chinese-linkages-and-indian-challenges/, (Erişim Tarihi: 11.06.2021).
[6] Hillary Clinton, “America’s Pacific Century”, Foreign Policy, https://foreignpolicy.com/2011/10/11/americas-pacific-century/, (Erişim Tarihi: 11.06.2021).
[7] Donald Trump, “Remarks by President Trump at APEC CEO Summit”, US Embassy and Consulate in Vietnam, https://vn.usembassy.gov/20171110-remarks-president-trump-apec-ceo-summit/, (Erişim Tarihi: 11.06.2021).
[8] “Indo-Pacific Strategy Report: Preparedness, Partnerships, and Promoting a Networked Region”, The Deparment of Defence, 2019.
[9] “A Free and Open Indo-Pacific: Advancing a Shared Vision”, U.S. Department of State, 2019.
[10] “Biden Approves Global Posture Review Recommendations”, The Department of Defense, https://www.defense.gov/News/News-Stories/Article/Article/2856053/biden-approves-global-posture-review-recommendations/, (Erişim Tarihi: 11.06.2021).