Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, Latin Amerika’daki üç ülkeye (Arjantin, Ekvador ve El Salvador) Karayip’teki askeri konuşlanmaya katılma çağrısı yapmıştır.[i] Bu çağrının, görünürde askeri değil, esasen siyasi bir mesaj niteliği taşıdığı ifade edilmektedir. Vaşington yönetiminin Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro üzerindeki baskıyı artırma çabalarının yeniden hız kazandığını ve bu sürece bölgesel bir meşruiyet zemini kazandırmak istediğini göstermektedir. ABD’nin bu tür taleplerinin genellikle “bölgesel dayanışma” görüntüsü oluşturmak amacıyla yapıldığı, fiili bir savaş hazırlığı anlamına gelmediği değerlendirilmektedir.
Trump’ın talebinin temelinde, Latin Amerika’da “ABD’ye yakın” bir blok oluşturma hedefi yatmaktadır. Bu strateji, hem Çin ve Rusya gibi dış aktörlerin bölgedeki etkisini sınırlandırmak, hem de Maduro yönetimini yalnızlaştırmak için kurgulanmıştır. Ancak bu kez askeri müdahaleden ziyade “siyasi gösteri” ve psikolojik baskı unsuru öne çıkmıştır. ABD yönetimi, Venezuela açıklarında bulunan deniz kuvvetlerinin varlığını genişleterek Maduro rejimine karşı görünür bir caydırıcılık oluşturmak istemektedir. Bu, klasik anlamda bir savaş hazırlığı değil, daha çok diplomatik bir güç gösterisi olarak değerlendirilmiştir. Vaşington için önemli olan, Latin Amerika’dan birkaç ülkenin sembolik de olsa bu planı desteklemesidir; çünkü bu durumda hareket, uluslararası kamuoyuna tek taraflı değil, çok taraflı bir girişim gibi sunulabilecektir.
Arjantin açısından durum özellikle karmaşık bir hâl almıştır. Ülkenin ekonomik krizi, savunma bütçesini ciddi biçimde sınırlandırmıştır. Buenos Aires yönetimi, kendi donanmasının böyle bir konuşlanmaya fiilen katılacak kapasitede olmadığını açıkça belirtmiştir.[ii] Askerî kaynaklar, olası katılımın 1991 Körfez Savaşı’ndaki rol gibi sembolik düzeyde olabileceğini, yani “sembolik katılım” denilen bir destek biçimiyle sınırlı kalacağını ifade etmiştir. Dahası, Arjantin Anayasası gereği, böyle bir dış askeri göreve katılım için parlamentonun onayı gerekmektedir. Javier Milei hükümeti, Trump’la ideolojik olarak yakın görünse de meclisteki dengeler bu tür bir kararın kolay geçmeyeceğini göstermiştir. Ayrıca Milei’nin ABD yanlısı söylemine rağmen ülke içindeki milliyetçi ve sol muhalefet, Venezuela’ya karşı askeri adımı “yabancı çıkarların hizmeti” olarak değerlendirmiştir.
Ekvador’un pozisyonu daha temkinli bir seyir izlemiştir. Ülke, son yıllarda artan uyuşturucu şiddeti ve güvenlik krizleriyle uğraşmaktadır. Bu yüzden iç istikrarını sağlamakta zorlanmıştır. Bu koşullar altında Karayip’teki bir askeri misyonda yer almak hem mali hem de siyasi açıdan riskli olmuştur. Ancak ABD’yle yakın ilişkilerini korumak isteyen Kito yönetimi, istihbarat paylaşımı veya lojistik destek gibi askeri olmayan katkılarla sembolik bir destek vermeyi uygun görmüştür. Bu, Ekvador’un hem Vaşington’la bağlarını güçlendirmesine hem de doğrudan çatışma riskinden kaçınmasına imkân sağlamıştır. Ayrıca Ekvador, Amerikan yardımlarına bağımlı bir güvenlik yapısına sahip olduğu için bu tür bir talebi tamamen reddetmek de diplomatik açıdan zorlayıcı olmuştur.
Üç ülke arasında ABD politikalarına en açık destek verebilecek ülke El Salvador olmuştur. Başkan Nayib Bukele, Trump döneminden bu yana Vaşington’la uyumlu, hatta Trump’ın siyasi gündeminin Latin Amerika’daki yansıması olarak görülen bir çizgi izlemiştir. Bukele’nin güvenlik politikaları, özellikle organize suçla mücadelede “demir yumruk” stratejisi, Trump’ın göçmen karşıtı ve otoriter eğilimli söylemleriyle paralellik taşımıştır. 2025 yılında ABD tarafından El Salvador’a gönderilen 250 Venezuelalı göçmenin CECOT hapishanesine kapatılması, iki ülke arasındaki bu yakın koordinasyonun açık göstergesi olmuştur. Bu bağlamda Bukele’nin Venezuela karşıtı sembolik bir misyonda yer alması hem Trump’la siyasi yakınlığını sürdürmek hem de ABD’den yeni güvenlik fonları almak açısından pragmatik bir tercih olmuştur.
Bu gelişme, Venezuela açısından açık bir kuşatma sinyali anlamına gelmiştir. Maduro yönetimi, uzun süredir ABD’nin askeri tehditlerini “emperyalist müdahale” söylemiyle iç kamuoyunu konsolide etmek için kullanmıştır. Böyle bir durum, Latin Amerika’da yeni diplomatik çatışmalara kapı aralamıştır. Özellikle Kolombiya’nın Maduro’ya karşı sert tutumuna karşın Gustavo Petro’nun “Cartel de los Soles diye bir şey yok” açıklaması, bölgedeki liderlerin bu tür girişimlere karşı ne kadar farklı pozisyonlar aldığını göstermiştir.[iii] Venezuela’nın müttefikleri olan Rusya, Çin ve İran da bu gelişmeyi yakından izlemiş ve muhtemelen Karakas’a savunma desteğini artırmıştır.
Bu askeri konuşlanma planı, uluslararası hukuk açısından da ciddi tartışmalara yol açmıştır. Birleşmiş Milletler (BM) veya Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) tarafından onaylanmamış bir deniz operasyonu, egemenliğe müdahale olarak değerlendirilmiştir. ABD’nin 1980’lerden bu yana Latin Amerika’daki müdahaleleri, genellikle “demokrasi ve insan hakları” gerekçesiyle meşrulaştırılmış olsa da bu tür girişimler uzun vadede ters etki yaratmış, bölge halklarında anti-Amerikan duyguları güçlendirmiştir. Bu nedenle Arjantin gibi anayasal demokratik sistemlerde, böylesi bir adım hem iç hukukta hem de kamuoyunda sert tartışmalara neden olmuştur. Ayrıca BM Şartı’nın 2. maddesi, bir ülkenin başka bir ülkenin iç işlerine müdahalesini açıkça yasakladığı için bu tür bir konuşlanma uluslararası hukukla uyumsuz bir adım olarak değerlendirilmiştir.
Trump’ın bu talebi, Latin Amerika’da yeni bir jeopolitik bloklaşma yaratma potansiyeline sahip olmuştur. ABD’ye yakın sağcı hükümetler (Milei, Bukele, Noboa) ile daha bağımsız çizgideki sol eğilimli yönetimler (Petro, Lula, Boric) arasındaki fark giderek derinleşmiştir. Bu, Soğuk Savaş dönemini andıran bir ideolojik bölünmenin yeniden canlanmasına yol açmıştır. Arjantin ve Ekvador’un ABD safında görünmesi, Brezilya ve Meksika gibi ülkeleri Maduro’ya karşı “dengeleyici” pozisyon almaya itmiştir. Böylece bölge, yeni bir kutuplaşma dönemine girmiştir. Ayrıca Vaşington’un bu tür baskıcı diplomasi yöntemleri, Çin’in Latin Amerika’daki yumuşak gücünü artırma fırsatı da yaratmıştır. Çünkü Pekin, müdahalesiz işbirliği vurgusuyla bölge ülkeleri için alternatif bir ortak sunmuştur.
Sonuç olarak Trump’ın Arjantin, Ekvador ve El Salvador’a yönelik bu daveti, askeri gerçeklikten ziyade siyasi mesajiçeren bir hamle olmuştur. Arjantin’in ekonomik kısıtları, Ekvador’un iç güvenlik sorunları ve El Salvador’un Trump’a yakınlığı, her ülkenin farklı gerekçelerle bu planı farklı düzeylerde değerlendirmiş olduğunu göstermektedir. Ancak ortak payda, bu girişimin Latin Amerika’da ABD etkisini yeniden tesis etmeye yönelik bir gövde gösterisi olduğudur. Vaşington, bölgesel meşruiyet algısı oluşturmak isterken, bu hamle uzun vadede bölge ülkeleri arasında güven bunalımı ve yeni kutuplaşmalar doğurmuştur.
Son tahlilde bu girişim, Venezuela Krizi’ni çözmekten çok Latin Amerika’daki jeopolitik fay hatlarını derinleştirmişbir sembolik güç gösterisi olarak tarihe geçme potansiyeli taşımıştır.
[i] Ferrer, Elias. “Trump Asked Argentina, Ecuador, and El Salvador to Join Military Deployment Against Venezuela, According to La Política Online”, Guacamaya VE, guacamayave.com/en/trump-asked-argentina-ecuador-and-el-salvador-to-join-military-deployment-against-venezuela-according-to-la-politica-online/, (Erişim Tarihi: 12.10.2025).
[ii] Aynı yer.
[iii] Aynı yer.
