Gerçekten çok ilginç gelişmeler yaşanıyor; özellikle de Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ve onun başkanı Mesut Barzani açısından. Çıtayı fazlasıyla yüksek tuttuğu bir anda aniden yalnızlaşan bir Barzani görüntüsü söz konusu. Oysa Barzani bu yola çıktığında hem Kuzey Irak içerisindeki Kürt grupların büyük bir çoğunluğu hem de uluslararası destek bağlamında kendisine yeşil ışık yakan, gaz veren ABD gibi emperyal bazı güçler söz konusu idi. Ama şimdi bunlar birer birer onu terk ediyor.
Ve Barzani şu an vaat ettiklerinin, buna bağlı olarak aniden yükselttiği meydan okumaların hedefi konumunda. Sandığı ortaya koysa ve ondan istediği sonucu elde etse bile bunu hayata geçirebilmesi neredeyse imkânsız. En azından bunun için çok büyük bir bedel ödemesi gerekiyor.
Bedelin adı da elbette “savaş”. Ve bu savaşın sadece Irak içerisinde bir takım milis güçler ya da Merkezi Yönetim (Bağdat) ile sınırlı kalmayacağı da açık. Şu ana kadar ortaya konulan açık tepkiler, krizin seyrine, özellikle de Barzani’nin atacağı birtakım adımlara bağlı olarak bu savaşa Türkiye ve İran’ın da dahil olacağı yönünde…
Belki de Barzani ve bu oyunu kurgulayanlar bunu istiyor olabilir. Ama bu oyunun/savaşın kazananın Barzani ve peşindekiler olmayacağı açık; hatta bölgedeki bazı devletlerin de. Dolayısıyla Barzani gereksiz/yersiz ve zamansız bir risk üstlenmiş durumda.
Bu noktada şimdiye kadarki kazanımlarını büyük ölçüde kaybetme durumuyla/riskiyle karşı karşıya bulanan bir Barzani söz konusu. Başta Bağdat olmak üzere, bölgesel-küresel güçler Kuzey’deki yönetimin varlığının devam edebilmesi için Barzani’nin siyaseten kellesini isteyebilirler.
Bir diğer ifadeyle Barzani sadece liderliğe değil, siyasete de veda edebilir. Zira şu ana kadar ortaya çıkan tablo, Barzani gibi siyaseten bir tilkinin de oyuna getirilmiş olduğunu gösteriyor. Bu da düne kadar Barzani’yi hedef alan güçlerin ekmeğine yağ sürmekle eşdeğer; özellikle de Türkiye boyutuyla…
Kirli Tezgâh: Türk-Kürt Savaşı…
Çünkü, şu ana kadarki tüm gelişmeler, Kuzey Irak’taki 25 Eylül ve Kuzey Suriye’deki 28 Eylül referandumları üzerinden Türkiye’nin bölgedeki en önemli gönüldaşlarından olan Irak ve Suriye Kürtlüğü ile çatıştırılmasını hedef alıyor. Hedef, Türk-Kürt kardeşliği. Zira, bazı bölgesel-emperyal güçler, Türklere ve Kürtlere rağmen Yeni Ortadoğu’yu inşa edemeyeceklerini biliyorlar.
Türkler ve Kürtler arasında her ne kadar PKK, PYD/YPG/SDG ve son dakikada ortaya çıkan Barzani faktörü ile birlikte bir takım husumet-nefret tohumları ekilmeye çalışılsa da bunun genel anlamda bir karşılık bulmadığının onlar da farkında.
Bugüne kadar Türk-Kürt savaşı hedefleyenler, tam tersi bir süreç ile karşı karşıyalar. Ve aslına bakılırsa 2007 sonrası Barzani’nin Türkiye ile ilişkileri ve bu bağlamda Ankara-Erbil hattında yaşananlar ve 2013 Nevruz’undaki mektupta verilen mesaj-yapılan çağrılar bu tespiti fazlasıyla haklı kılmaktaydı. Zaten ne olduysa, o mektup sonrası olmaya başladı ve bu kapsamda Ankara-Erbil hattı hedef haline dönüştürüldü.
Bölge Kürtlüğü Barzani-Talabani’den Müteşekkil Değil!
Malum, bu krize kadar Türkiye ile oldukça güçlü ilişkilere sahip bir Barzani söz konusu idi ve bu durum birçok çevreyi rahatsız ediyordu. Anlaşıldığı kadarıyla Barzani büyük bir oyuna geldi ya da getirildi. Barzani’yi erken bir doğuma teşvik edenler onu yüzüstü bırakmış durumda. (Bu hususu bir sonraki yazımda ele almaya çalışacağım.)
Dolayısıyla Barzani şekil şartları/görüntü itibarıyla kendisine güven duyulmayan bir aktör konumunda. Bu noktada, içeride ve dışarıda desteğini büyük ölçüde kaybetmesi beklenen Barzani ile Türkiye’nin mevcut ilişkilerini devam ettirilebilmesi pek mümkün görünmüyor. Zira Türkiye’nin bu sorunu/yükü taşıması o kadar da kolay olmayacaktır.
Bundan ötürü, 25 Eylül krizinin sonunda (eğer yumuşak bir şekilde atlatılabilirse) Türkiye’nin Kuzey Irak/Erbil ile ilişkilerini yeniden formüle etmesi, şekillendirmesi gerekebilir. Buna yönelik şimdiden tedbir almasında, hazırlıklı olunmasında fayda var. Bu tedbir, siyaseten Kuzey Suriye’yi de içermek zorunda…
Türkiye Bölge Kürtlüğüne Sahip Çıkmak Zorunda!
Burada bir diğer önemli nokta ise, Türkiye’nin bu krizi harita bağlamında bir fırsata çevirmek isteyenlere yönelik şimdiden kırmızı çizgisini çekmesi gerektiği hususudur. Kriz gerekçe gösterilerek bölgede bu sefer mezhepsel temelli çok daha farklı bir takım demografik düzenlemelere gidilebilir. Bu olasılık da göz ardı edilmemeli.
Eminim Ankara bunun da farkındadır. Dolayısıyla Türkiye; bölgede başta Türkmenler, Kürtler ve Araplara yönelik olmak üzere herhangi bir yeni katliama müsaade etmeyeceğini de açıklamalıdır. Bölgede Barzani’nin hatalarının bedelini tüm Kürtler ödemek zorunda değildir. Ankara, bu ihtimale karşı gerekirse bölgeye insani bağlamda bir askeri müdahalede bulunmaktan çekinmeyeceğini de şimdiden deklare etmelidir. Çünkü oradaki insanlar sonuçta gönül coğrafyamızın ayrılmaz bir parçasıdır.
63 Kürt Aşiret Reisi Yeniden Mektup Yazabilir!
Gönül coğrafyamız ile birlikteliğimizin hiçbir zaman için kopmayacağı Musul’un elimizden çıktığı 1926 tarihli Ankara Antlaşması’na kadar uzanmaktadır. Bu noktada Lozan sonrası Milletler Cemiyeti (Cemiyet-Akvam) uzmanlarınca hazırlanan raporlar ve orada gündeme getirilen tekliflerin bir kez daha hatırlanmasında, gündeme taşınmasında fayda var.
Dolayısıyla bu kritik süreçte tarihsel hafıza ve deneyimlerimize başvurmakta fayda var. O zaman bölgede güçlü bir alt yapımız ve meşruiyet zeminine sahip olduğumuz görülecektir. Bununla ilgili olarak sadece iki temel hususu hatırlatacağım: Birincisi, 31 Ağustos 1922 tarihinde bölgedeki Türkmen ve Kürt aşiretlerin İngiliz Kraliyet Kuvvetlerine karşı kazandığı “Derbent Zaferi”; ikincisi ise, 2007’de Kuzey Irak’taki 63 Kürt aşiret reisinin Türkiye ile birleşme yönünde yazdığı mektup.
Bu mektupta da yazıldığı üzere, bölge sadece Barzani-Talabani aşiretlerinden sahip değil ve Osmanlı’nın emanetine sahip çıkan Şeyh Mahmut Berzenci’nin torunları dün olduğu gibi bugün de Türkiye ile birlikte. Batılı emperyalist güçleri ve bölgedeki bazı devletleri rahatsız eden de bu husus. Barzani oyuna getirilmek suretiyle ya da Barzani üzerinden bu gönül bağına neşter atılmak isteniliyor. Bu yüzden elma ile armudu karıştırmamakta, “Derbent Ruhu”nu korumakta fayda var; aksi takdirde emperyalizmin oyununa bir kez daha gelmiş oluruz.