Türkiye-AB: Bu Cenazeyi Gömme Vakti Geldi Hatta Geçti Bile…

Paylaş

Türkiye-Almanya arasındaki kriz, Türkiye-Avrupa Birliği (AB) krizine dönüşmüş durumda. Her ne kadar dananın kuyruğu Ekim ayındaki AB Zirvesi’nde büyük ölçüde kopacak gibi göründe de sonuç itibarıyla bu duygusal kopuş süreci beraberinde kurumsal bir kopuşa ya da “yeni bir kurumsal yapılanmaya” yol açacağa benziyor.

Krizdeki söylem bazındaki pervasızlık bile bunun en önemli göstergesi. Alman Şansölye Merkel’in kendi içinde çelişkilerle ve Türkiye nefretiyle yüklü tavrı bu süreci daha da hızlandırmaya yemin etmiş bir kişilik profili ortaya koyuyor. Merkel’in en başından itibaren Türkiye’nin üyeliğine karşıydım ifadesi de aslında son 12-13 yılda AB’nin bize sadece Lafontenden Masallar okuduğunu gösteriyor. AB’nin motor gücü olan ülke.

Açıkçası Türkiye-AB süreci hiç bu kadar seviyesiz bir noktaya gelmemişti. Bu da bize tarafların karşılıklı olarak “boşanma” sürecine geldiğini gösteriyor. Gerçi boşanma nikahlı taraflar arasında olur. Dolayısıyla bu “nikahsız bir boşanma” olacak ya da moda tabirle “seviyeli ilişki” de yolları ayırma…

Zaten bu ilişki en başından beri sakattı. Aynen deveye sorulan boynun neden eğri sorusunda olduğu gibi. Nasıl mı? Çok uzağa gitmeden ve detaya girmeden hemen söyleyelim: Bir kere sürecin adı yanlıştı. Ne demek “tam üyelik”? Üyeliğin yarımı, çeyreği mi olur; vardı da biz mi bilmiyorduk? Peki, “ucu açık süreç” için ne demeli? (Bu ifade bile, aslında başlatılan sürecin nasıl sonuçlanacağı hakkında fazlasıyla bir fikir veriyordu).

Daha da önemlisi Haçlı Yuvarlak Masası’nda Hilalin ne işi vardı ve “Haçlı Ruhu” buna ne kadar tahammül edebilirdi?

Avrupa Değil, “Genişletilmiş Almanya Birliği”…

Diğer taraftan burada sorulması ve gözden kaçırılmaması gereken birkaç husus var. Özellikle de Türkiye’nin üyelik sürecinin Almanya’nın iç siyasetinin bir parçası haline dönüştürülmesi ve çirkinleştirilmesi üzerinde fazlasıyla durulmalı.

Açıkça ifade edelim: Bir entegrasyon süreci, bir birliğin stratejisinin parçası değil de, o birlik içerisindeki bir ülkenin seçim stratejisinin argümanı ve parçası haline dönüş(türül)müş ise, o zaman iş bitmiş demektir ve bu cenazeyi gömmek gerekir.

Ve anlaşıldığı kadarıyla Almanya “küçük olsun, benim olsun” ruh hali içerisinde kendi sınırlarını, nüfuz alanlarını yeniden inşa etmekle meşgul ve Türkiye üzerinden bunu hızlı bir şekilde gerçekleştirmek istiyor. Merkel’in Türkiye politikasında AB ülkelerinin birlikte hareket etmeleri gerektiğini söylemesi ve Avusturya’nın buna anında verdiği destek bu tespitimizi fazlasıyla haklı kılıyor.

Şimdi tam da bu noktada sormak lazım: Bu üyeliğe Berlin mi karar veriyor yoksa Brüksel mi?

Bu soru da sorulmak zorunda. Ama bu suali AB içerisinde soracak bir siyasi irade göremiyorum. Bir tane vardı, oda pılısını pırtısını toplamakla meşgul. Evet, İngiltere’den bahsediyorum. AB sürecinin aslında “Alman İmparatorluğu” hedefinin bir parçası olduğunu anlayan İngiltere, şimdilerde tekrardan “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk” günlerine dönüş arayışında…

Türkiye Almanya’ya Kartlarını Açmalı…

Türkiye AB’ye daha doğrusu Almanya’ya karşı tavrını çok net bir şekilde göstermeli. Bu tavır söylem bazında kalmamalı. Türkiye, kırk yılda bir eline geçen bu tarihi fırsatı kullanmalı ve Almanya/AB karşısındaki kararlılığını şu adımlarla ortaya koymalı:

İslam Dünyası ve Türk Dünyası Bakanlıklarını kuracağını Ekim ayındaki AB Zirvesi öncesi açıklamalı.

AB Zirvesi’nde Türkiye ile müzakereleri durdurma kararı alındığı anda ise AB Bakanlığını lağvetmeli.

AB üyelik sürecinden çekildiğini ilan etmeli.

D-8 başta olmak üzere, bölgesel projelerini hayata geçirmeli.

Ankara bu adımları attığında bakalım AB, daha doğrusu Almanya ne yapacak? Söyleyeyim. Eğer Almanya Türkiye’yi kaybederse:

“Doğu’ya Doğru” politikasındaki ikinci sacayak darbe alacak, daha da ötesi bu sacayak bir hasma dönüşecektir.

“Batı’ya Doğru” politikasında da ciddi kırılmaların, bölünmelerin önü açılacaktır.

Başta Almanya olmak üzere, Avrupa’nın doğusunda ciddi bir stratejik boşluk, onlar açısından bir “kara delik” oluşacaktır.

Batı’nın kendi içerisinde bir taraftan Türkiye’yi kaybetme noktasında bir hesaplaşma süreci yaşanırken; diğer taraftan da Türkiye’yi kazanma noktasında yeni bir rekabet dönemi başlayacaktır.

Gerçekten Bir Ayrılma olabilir mi?

AB’den “evet” ama Batı bloğundan “hayır”. Daha yerinde bir tabirle, bu olasılık AB için çok daha yüksek iken, Batı anlamında o kadar kolay bir “evet” görünmüyor; özellikle de Türkiye’nin sahip olduğu jeopolitik-stratejik önem boyutuyla. Zira, tam bağımsız, milli ve güçlü bir Türkiye, Türk-İslam jeopolitiğinin dönüşü ile eşdeğer olacaktır.

Ayrıca, Batı demek sadece AB ya da Almanya demek değil; buna ABD ile İngiltere’yi de ilave etmek gerekiyor. İngiltere-ABD ilişkilerindeki “süreklilik-tamamlayıcılık” ilişkisindeki ortak paydalardan bir tanesi de Türkiye’nin “Batı Kulübü içerisinde” her ne pahasına olursa olsun tutulmasıdır. ABD-İngiltere ikilisi şu üç hususta artık net bir karara-tutuma sahiptir:

AB, eski AB değildir. Bu köşede de defalarca altını çizdiğimiz üzere, AB raf ömrünü doldurmuş bir Soğuk Savaş artığı örgüttür. ABD açısından son kullanım tarihi geçmiştir. Mevcut haliyle ABD’nin işine çok yaramamaktadır. ABD’nin “Yeni Dünya-Yeni Batı-Yeni Avrupa” kurgusuna bırakın uygun düşmeyi, katkı sağlamayı, bir sorun olarak kabul edilmektedir. Almanya, AB’yi sulandırmıştır.

Türkiye’yi Batı Kulübü içerisinde AB üyeliği vaatleriyle/havucuyla daha fazla tutabilmek artık mümkün değildir. AB antipatisi Batı karşıtlığını daha da arttırmaktadır.

Türkiyesiz bir Batı, kaybetmeye mahkumdur.

Dolayısıyla Türkiye istese de mevcut şartlar altında Batı’dan ayrılma o kadar kolay olacağa benzememektedir. Zira, Türkiye’nin kılcal damarlarına kadar girilmiştir ve temizlenme süreci halen devam etmektedir. Aynı şekilde Almanya da Türkiye’yi istese de Batı’nın dışına itemez. Böylesi bir karar, tahmin edilenin ötesinde bir maliyeti göze almakla eşdeğerdir. Batı da Türkiye de bunun farkındadır; elbette Almanya da…

Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
1969 Dörtyol-Hatay doğumlu olan Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 1993 yılında mezun oldu. BÜ’de 1995 yılında Yüksek Lisans çalışmasını tamamlayan Erol, aynı yıl BÜ’de doktora programına kabul edildi. Ankara Üniversitesi’nde doktorasını 2005’de tamamlayan Erol, 2009 yılında “Uluslararası İlişkiler” alanında doçent ve 2014 yılında da Profesörlük unvanlarını aldı. 2000-2006 tarihleri arasında Avrasya Stratejik Araştırmaları Merkezi (ASAM)’nde görev yapan Erol, ASAM’ın Genel Koordinatörlük görevini de bir dönemliğine yürütmüştür. 2009 yılında Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün (SDE) Kurucu Başkanlığı ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM)’nin de kurucu başkanı olan Prof. Erol, Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi (YTSAM) Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Başkanlığını da yürütmektedir. Prof. Erol, Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (GAZİSAM) Müdürlüğü görevinde de bulunmuştur. 2007 yılında Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı (TÜRKSAV) “Türk Dünyası Hizmet Ödülü”nü alan Prof. Erol, akademik anlamdaki çalışmaları ve medyadaki faaliyetlerinden dolayı çok sayıda ödüle layık görülmüştür. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: 2013 yılında Çağdaş Demokratlar Birliği Derneği tarafından “Yılın Yazılı Medya Ödülü”, 2015 yılında “APM 10. Yıl Hizmet Ödülü”, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) tarafından “2015 Yılın Basın-Fikir Ödülü”, Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri “2016 Gönül Elçileri Medya Onur Ödülü”, Yörük Türkmen Federasyonları tarafından verilen “2016 Türkiye Onur Ödülü”. Prof. Erol’un 15 kitap çalışması bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının isimleri şu şekildedir: “Hayalden Gerçeğe Türk Birleşik Devletleri”, “Türkiye-AB İlişkileri: Dış Politika ve İç Yapı Sorunsalları”, “Avrasya’da Yeni Büyük Oyun”, “Türk Dış Politikasında Strateji Arayışları”, “Türk Dış Politikasında Güvenlik Arayışları”, “Türkiye Cumhuriyeti-Rusya Federasyonu İlişkileri”, “Sıcak Barışın Soğuk Örgütü Yeni NATO”, “Dış Politika Analizinde Teorik Yaklaşımlar: Türk Dış Politikası Örneği”, “Krizler ve Kriz Yönetimi: Aktörler ve Örnek Olaylar”, “Kazakistan” ve “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”. 2002’den bu yana TRT Türkiye’nin sesi ve TRT Radyo 1 (Ankara Radyosu) “Avrasya Gündemi”, “Stratejik Bakış”, “Küresel Bakış”, “Analiz”, “Dosya”, “Haber Masası”, “Gündemin Öteki Yüzü” gibi radyo programlarını gerçekleştirmiş olan Prof. Erol, TRT INT televizyonunda 2004-2007 yılları arasında “Arayış”, 2007-2010 yılları arasında Kanal A televizyonunda “Sınır Ötesi” ve 2020-2021’de de BBN TÜRK televizyonunda “Dış Politika Gündemi” programlarını yapmıştır. 2012-2018 yılları arasında Millî Gazete’de “Arayış” adlı köşesinde dış politika yazıları yayımlanan Prof. Erol’un ulusal-uluslararası medyada çok sayıda televizyon, radyo, gazete, haber siteleri ve dergide uzmanlığı dahilinde görüşlerine de başvurulmaktadır. 2006-2018 yılları arasında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde ve Ankara Üniversitesi Latin Amerika Araştırmaları Merkezi’nde (LAMER) de dersler veren Prof. Erol, 2018’den bu yana Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak akademik kariyerini devam ettirmektedir. Prof. Erol, 2006 yılından itibaren Ufuk Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde de dersler vermiştir. Prof. Erol’un başlıca ilgi ve uzmanlık alanları ve bu kapsamda lisans, master ve doktora seviyesinde verdiği derslerin başlıcaları şu şekilde sıralanabilir: “Jeopolitik”, “Güvenlik”, “İstihbarat”, “Kriz Yönetimi”, “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”, “Türk Dış Politikası”, “Rus Dış Politikası”, “ABD Dış Politikası”, “Orta Asya ve Güney Asya”. Çok sayıda dergi ve gazetede yazıları-değerlendirmeleri yayımlanan Prof. Erol’un; “Avrasya Dosyası”, “Stratejik Analiz”, “Stratejik Düşünce”, “Gazi Bölgesel Çalışmalar”, “The Journal of SSPS”, “Karadeniz Araştırmaları gibi” akademik dergilerde editörlük faaliyetlerinde bulunan Prof. Erol, “Bölgesel Araştırmalar”, “Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları”, “Gazi Akademik Bakış”, “Ege Üniversitesi Türk Dünyası İncelemeleri”, “Ankara Uluslararası Sosyal Bilimler”, “Demokrasi Platformu” dergilerinin editörlüklerini hali hazırda yürütmekte, editör kurullarında yer almaktadır. 2016’dan bu yana Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Kurucu Başkanı olarak çalışmalarını devam ettiren Prof. Erol, evli ve üç çocuk babasıdır.

Benzer İçerikler