Tarih:

Paylaş:

Ankara-Erivan Hattında Normalleşme Tartışmaları

Benzer İçerikler

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Son dönemde Türkiye ile Ermenistan arasında yeni bir normalleşme sürecinin başlayacağı yönünde çeşitli haberler ve analizler yayınlanmaktadır. Ortada herhangi bir normalleşme adımı olmadan, böylesi bir olasılığın bile, bu denli gündemde yer bulması dikkat çekicidir. Daha önemlisi ise bu hususun henüz olasılık noktasındayken dahi önünün alınmaya çalışılmasıdır. Zira birtakım haber-analiz çalışmaları adı altında 2008 deneyiminden kaynaklanan kaygıların ön plana çıktığı, bazı kesimlerin atılacak adımlara önyargılı yaklaştığı ve süreci kamuoyları nezdinde bitirmeye çalıştığı görülmektedir.

Oysa 2008 yılına damga vuran ve özellikle de iki ülkenin cumhurbaşkanlarının “Futbol Diplomasisi” aracılığıyla bir araya gelmesini sağlayan açılım süreci başarısız olsa da o dönemdeki hedefin iyi niyet barındırdığı bilinmektedir. Günümüzde ise genel anlamda bölgede normalleşme noktasında çok daha uygun bir konjonktür oluşmuştur. Bu sebeple bölgede yaşanabilecek yeni süreçler, 2008 senesinin ipoteğinden kurtarılmalıdır.

Açıkçası sorulması gereken soru şudur: İkinci Dünya Savaşı’nda karşı karşıya gelen Almanya ile Fransa normalleşmeyi başararak Avrupa Birliği (AB) içerisinde beraber yer alabilmişse, jeopolitik rekabete rağmen Rusya ile Çin işbirliği yapabiliyorsa ve hatta Güney Asya’daki güç mücadelesinin en mühim rakiplerinden olan Pekin-İslamabad ikilisi ile Yeni Delhi Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) çerçevesinde müşterek hedefler belirleyerek birlikte hareket edebilme iradesi ortaya koyabiliyorsa, bunu yüzlerce yıl huzur içinde bir arada yaşamış iki millet niçin başaramasın?

Unutulmamalıdır ki; devletlerin kalıcı dostları ve düşmanları yoktur. Mühim olan çıkarlardır. Bu noktada bölgesel süreçler pragmatik bir yaklaşımla incelendiğinde, güçlü bir bölgesel işbirliğinin tesis edilmesinin Ankara ve Erivan’ın yanı sıra bölgenin çıkarlarına ve beklentilerine uygun olduğu anlaşılmaktadır. Zira 44 gün süren İkinci Karabağ Savaşı, Güney Kafkasya’daki statükoyu değiştirmiş ve Türkiye’nin Ermenistan’la normalleşmesinin önündeki temel engellerden biri olan Karabağ’daki işgali sona erdirmiştir. Bu yüzden de artık ekonomik kazanımları önceleyen yeni adımlar atmanın zamanı gelmiştir.

Nitekim Türkiye tarafından 10 Aralık 2020 tarihinde gündeme getirilen “Altılı İşbirliği Platformu” önerisi, böylesi bir girişim için yapılan ilk somut çağrı olma özelliğine haizdir. Üstelik aynı tarihte Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev de benzer bir söylemde bulunmuştur. Dolayısıyla Türkiye-Ermenistan normalleşmesinin önünde Azerbaycan engeli gibi bir durum yoktur. Bu konudaki endişeler yersizdir.

Dahası zaten Bakü ile Erivan arasında da çeşitli görüşmeler yapılmakta ve işleyen muhtelif mekanizmalar bulunmaktadır. Ankara-Erivan hattında gelişecek bir normalleşme süreci, Bakü-Erivan hattını da rahatlatıcı bir rol oynayabilir ve bölgedeki normalleşme sürecine ivme kazandırabilir. Zira söz konusu taraflar, bölgede ulaştırma ve enerji koridorlarının hayata geçirileceği bir işbirliği zemininin yaratılmasından yanadır.

Dolayısıyla Türkiye ile Ermenistan arasındaki olası normalleşme sürecine Bakü’nün geçmişteki gibi yaklaşmayacağı öngörülebilir. Zaten Ankara ile Bakü arasındaki münasebetlerde böyle bir kuşkuya yer yoktur. Çünkü taraflar, karşılıklı güven ve stratejik işbirliği durumunu Şuşa Beyannamesi vesilesiyle bütün dünyaya deklare etmiştir.

Tüm bu bilgilerden hareketle, Altılı İşbirliği Platformu’nun mutlaka hayata geçirilmesi gerektiği söylenebilir. Zaten mevcut durumda Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan arasında son derece olumlu ilişkiler vardır. Karabağ Savaşı sonrasında bu münasebetlere Ermenistan’ın da dahil olmaya yönelik dolaylı mesajları dikkat çekmektedir. Bu nedenle ilk aşamada dört devletten oluşan ve diğer iki devletin de zaman içerisinde katılım sağlayacağı bir bölgesel platform olasılığı düne göre daha güçlü bir ihtiyaç haline gelmiştir.

Yukarıda da ifade edildiği üzere, Erivan da ilişkileri normalleştirmek, sınır kapılarının açılmasını sağlamak ve diplomatik temaslarda bulunmak istemektedir. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın çıkışları, söz konusu ülkenin yeni bir savaşı yürütemeyeceğini net bir biçimde ortaya koymaktadır. Üstelik Ermeni halkının İkinci Karabağ Savaşı’ndaki yenilgiye rağmen Paşinyan’a bir dönem daha görev vermesi, halkın da savaş istemediğini açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Özetle Erivan, zenginlik içerisinde yaşayan diasporanın taleplerinin halkı fakirleştirdiğinin farkındadır. Diaspora, “Ermeni Sorunu”nu bir endüstri haline dönüştürmüştür. Buna ek olarak Türkiye’yle içinde bulunulan durumun Ermenistan’ın Batı’ya yönelmesini zorlaştırdığı ve Rusya’ya bağımlılığını arttırdığı da aşikardır. Bundan dolayı Paşinyan yönetimi, normalleşmeye yönelik çeşitli mesajlar vermektedir. Çünkü Ermeni lider, çok yönlü bir diplomasi yürüterek bağımsız, müreffeh ve güçlü bir Ermenistan inşa etmek istemektedir. Türkiye ise bu noktada sadece Batı’ya açılan bir kapıdan ibaret değildir. Bir diğer ifadeyle Erivan, bir yandan Türkiye’nin Kafkasya’da merkezileşen rolünü kabullenerek bölgesel işbirliği süreçlerinin dışında kalmak istememekte; diğer taraftan da Avrupa’yla yoğun işbirliği geliştirebilmenin ön koşulunun Türkiye’yle normalleşmekten geçtiğine inanmaktadır.

Normalleşme denildiğinde ise arabuluculuk fikri akıllara gelmektedir. Bu konuda vurgulanması gereken husus, Ankara ve Erivan’ın arabulucuya ihtiyaç duymaksızın aynı masa etrafında oturabilmesi gerektiğidir. Böylesi bir durum, üçüncül aktörlerin süreci sabote etmesini de engelleyebilir. Yani iki ülke arasında yaşanabilecek olası yakınlaşmanın üçüncü bir devletin inisiyatifine bırakılmaması mühimdir. Bu noktada Rusya’nın Türkiye ile Ermenistan arasında arabulucu rol oynayabilmeye yönelik mesajı, muhtemelen Erivan’ın da dikkatinden kaçmamıştır.

Neticede İkinci Karabağ Savaşı’nın ardından bölgede yeni bir statüko ortaya çıkmıştır. Bu da 2008’den çok daha farklı bir konjonktürün bulunduğu anlamına gelmektedir. Mevzubahis konjonktür ise bölgesel işbirliğini tarihsel bir zorunluluk haline getirmektedir. Bir başka deyişle, Ankara-Erivan hattında normalleşme adımlarının atılması ve bazı tabuların yıkılması için uygun bir zemin söz konusudur.

Uluslararası ilişkilerin realitesinin kaçınılmaz bir sonucu olarak tarafların bu uygun konjonktürde diplomasi mekanizmasını işletmesi niçin sorun olsun? Ve daha da önemlisi bazı kesimler, komşular arasındaki sorunların giderilmesinden neden rahatsız olsunlar?

Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN, 2014 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisans derecesini, 2017 yılında Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu ‘’Uluslararası Güç İlişkileri Bağlamında İkinci Dünya Savaşı Sonrası Hegemonik Mücadelelerin İncelenmesi’’ başlıklı teziyle almıştır. Doktora derecesini ise 2021 yılında Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı‘nda hazırladığı “İmparatorluk Düşüncesinin İran Dış Politikasına Yansımaları ve Milliyetçilik” başlıklı teziyle alan Başaran’ın başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, İran araştırmaları ve Afganistan çalışmalarıdır. Başaran iyi derecede İngilizce ve temel düzeyde Farsça bilmektedir.