Tarih:

Paylaş:

Ankara-Washington Hattında “Bolton” Krizi

Benzer İçerikler

ABD Başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Ankara ziyaretinde umduğunu bulamamış ve özellikle de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisine randevu vermemesi tüm dünyanın ilgisini çekmiştir.

Bilindiği üzere, Suriye’den çekilme kararının ardından Washington, kendi stratejisi hususunda bölgedeki müttefiklerini bilgilendirmek ve söz konusu stratejiye muhalefet eden aktörleri ikna etmek amacıyla Ortadoğu’da diplomasi turuna başlamıştır. Bu kapsamda ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford ve ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in de Bolton’a eşlik ettiği üst düzey bir heyet, ilk olarak İsrail’i ziyaret etmiş ve bahse konu olan ziyareti Bolton, Dunford ve Jeffrey üçlüsünün Ankara ziyareti takip etmiştir.

Şüphesiz Trump yönetiminin Suriye’den çekilme kararının ardından Ortadoğu devletlerinin üzerinde düşündüğü en önemli soru, çekilme sürecinin nasıl işletileceği ve ABD’nin bölgeden çekilmesiyle oluşacak güç boşluğunu hangi aktör ya da aktörlerin dolduracağıdır. Amerikan heyetinin Tel Aviv’de verdiği mesajlardan ise Beyaz Saray’ın çekilme planının aslında bir çekilme planı olmadığı; aksine Arap Baharı’nın Suriye’ye sıçradığı günden beri Washington’un temel hedefi olan Suriye’nin üçe bölünmesi hususundaki kritik bir hamle olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim ABD, terör örgütü PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin koruyuculuğunu sürdürmeye çalışmakta ve kendi askerlerinin yaptığı terör örgütlerini koruma görevini de Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri’nin üzerlerine yıkmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla Suriye’deki askeri varlığının maliyetinden rahatsız olan Washington, Suriye stratejisini ve hedeflerini değiştirmeksizin vekil aktörler aracılığıyla hedeflerine ulaşmaya çalışmakta ve çağın ruhuna da uygun bir biçimde vekalet savaşı yürütmek istemektedir.

Pompeo’nun İsrail’deki mesajlarında vurguladığı en önemli nokta ise ABD’nin Ortadoğu planının İsrail’in güvenliğinin tesis edilmesi üzerinden kurgulandığı ve bu kapsamda İsrail’i tehdit ettiği düşünülen İran’ın sınırlandırılmasının hedeflendiğidir. Neticede Washington, terör örgütü PYD’nin devletleştirilmesini de “İran tehdidi” algısı üzerinden meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Benzer bir veri, 2017 yılının Eylül ayında Kuzey Irak’ta gerçekleşen sözde bağımsızlık referandumu sırasında da gündeme gelmiş ve ABD, Barzani yönetimini İran tehdidi karşısında bariyer oluşturacağı iddiasıyla meşrulaştırmayı amaçlamıştır. Bu noktada Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde bir terör koridorunun oluşturulmak istendiği ve Irak’taki süreç ile Suriye’deki sürecin aynı merkezden düğmeye basılan projeler olduğu ifade edilebilir. Nitekim Amerikan heyetinin Ankara ziyaretinin asıl hedefinin de bu plana Türkiye’nin rıza göstermeye ikna edilmesi olduğu öne sürülebilir. Ancak bu noktada oluşturulması planlanan terör koridorunun yalnızca İran’ı kuşatmak için mi kullanılacağı sorusu zihinleri kurcalamaktadır. Çünkü haritaya bakıldığında, Washington yönetiminin desteklediği terör örgütleri aracılığıyla Türkiye’yi de güneyden kuşatmaya çalıştığı görülmektedir. Dolayısıyla Ankara’nın böyle bir projeye rıza göstermesi gibi bir ihtimal olasılık dahilinde değildir.

ABD’li yetkililer Türkiye’yi ikna etmeye yönelik baskı oluşturabilmek amacıyla ziyaretten önceki günlerde birbirinden garip açıklamalar yapmışlardır. Söz konusu açıklamaların en dikkat çekini ise Pompeo’nun “Türkiye’nin Suriye’deki Kürtleri katletmesini”[1] önlemek istediklerini söylemesidir.  Bu noktada belirtilmesi gereken husus Türk Ordusu’nun sicilidir. Türkiye, uzun yıllardır terörle mücadele süreci yürüten ve bu süreç kapsamında çok sayıda operasyon yapan bir orduya sahip olmasının yanı sıra; bu ordu, sivil kayıpların önlenmesi hususundaki hassasiyetiyle dünyada sicili en temiz ordular arasında yer almaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin hedefi Suriye’deki Kürtler değil; Kürt halkının kanını emen terör örgütü PKK-PYD’dir. Anlaşılacağı üzere Washington, PYD’nin tüm Kürtlerin temsilcisi olduğu yönünde bir imaj yaratmak istemiş ve bu şekilde hem örgütü meşrulaştırmak hem de Türkiye’yi baskı altına almayı planlamıştır. ABD’nin terör örgütü PYD’yi koruma hedefini gözler önüne seren bir diğer örnek ise Bolton’un açıklamalarına yansımış ve Bolton, hem “ABD askerleri, Suriye’nin kuzeyindeki Kürtleri korumaya yönelik bir anlaşma olmadan çekilmeyecek”[2] demiş hem de Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yapacağı harekâtı kendileriyle koordineli olarak yürütmesini istemiştir.

Anlaşılacağı gibi ABD’li yetkililer Türkiye ziyareti öncesinde bir “sömürge valisi” gibi davranmak ve Türkiye’yi baskı altına alarak Ankara’nın dış politika yönelimlerini şekillendirmek istemişlerdir. Ancak burada Amerikalıların unuttuğu konu, Türkiye’nin “devletlerin egemen eşitliği” prensibine uygun olmayan hiçbir iletişim şekline açık olmadığıdır. Nitekim Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da “Biz herkesle koordinasyon yaparız ama kimseden izin almayız.”[3] diyerek ABD’li yetkililere gereken mesajı vermiştir.

Neticede ABD heyetinin Türkiye ziyareti, Washington’un Ankara’yı baskı altına almaya yönelik mesajlarıyla başlamış; ancak Amerikalıların alışık olmadıkları bir muameleye maruz kalmalarıyla sonuçlanmıştır. Zira Erdoğan, Bolton’u kabul etmemiş ve önceden planlanan görüşmelerde de Türk yetkililer ile Amerikalılar arasında soğuk rüzgarlar esmiştir. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un da belirttiği üzere Türkiye’nin ulusal güvenliğinin müzakere edilemeyeceği[4] ABD heyetine anlatılmıştır.

Sonuç olarak ABD, Ortadoğu’dan çekilme kararıyla gerçek bir çekilmeyi planlamamış ve terör örgütü PYD’nin Körfez’deki Arap ülkelerinin de desteklemesiyle devletleşmesini amaçlayan yeni bir hamle yapmıştır. Her ne kadar bu projenin İsrail’in güvenliğini sağlamayı ve “İran tehdidini” bertaraf etmeyi amaçladığı belirtilse de terör örgütleri aracılığıyla Türkiye’nin güneyden kuşatılmak istendiği de ortadadır. Bu kapsamda Türkiye’nin kendisine yönelik komploya rıza göstermesini isteyen Washington yönetimi, Ankara’yı ikna etmek için bir ziyaret gerçekleştirmiş; lakin bahsi geçen ziyaret Ankara-Washington hattındaki gerilimi daha da artırmıştır. Zira Türkiye, kendi kararlarını alabilen bağımsız bir devlet olduğunu ve Ortadoğu’da Ankara’nın onay vermediği bir projenin gerçekleştirilemeyeceğini net bir biçimde ortaya koymuştur. Nitekim ABD, terör örgütleri üzerine kurguladığı Ortadoğu stratejisiyle bir yandan NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip müttefikini kaybetme aşamasına gelmiş; diğer yandan da Astana Süreci’yle başlayan Türkiye-Rusya-İran üçlü ittifakının kemikleşmesine hizmet etmiştir. Şüphesiz bu durum, ABD hegemonyasının hem bölgesel hem de küresel düzeyde yaşamakta olduğu çöküşü de hızlandırmaktadır. Bolton Krizi olarak tanımlanabilecek yeni durum da bunun göstergesidir.


[1] “Türkiye: ‘PYD-YPG’nin Kürtlerle Özdeşleştirilmesi Endişe Verici’”, Amerika’nın Sesi, https://www.amerikaninsesi.com/a/t%C3%BCrkiye-pyd-ypg-nin-k%C3%BCrtlerle-%C3%B6zde%C5%9Fle%C5%9Ftirilmesi-endi%C5%9Fe-verici-/4728693.html, (Erişim Tarihi: 09.01.2019).

[2] “Bolton’ın Ankara Ziyareti Öncesi ABD ile Türkiye Arasında Gerginlik”, BBC Türkçe, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46775664, (Erişim Tarihi: 09.01.2019).

[3] “Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: ‘Biz Herkesle Koordinasyon Yaparız Ama Kimseden İzin Almayız.’”, Yeni Akit, https://www.yeniakit.com.tr/haber/cumhurbaskanligi-sozcusu-kalin-biz-herkesle-koordinasyon-yapariz-ama-kimseden-izin-almayiz-583299.html, (Erişim Tarihi: 09.01.2019).

[4] “Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Altun: ‘Türkiye’nin Ulusal Güvenliği Müzakere Edilemez’”, Anadolu Ajansı, https://www.aa.com.tr/tr/gunun-basliklari/cumhurbaskanligi-iletisim-baskani-altun-turkiyenin-ulusal-guvenligi-muzakere-edilemez/1359249, (Erişim Tarihi: 09.01.2019).

Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN
Dr. Doğacan BAŞARAN, 2014 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Yüksek lisans derecesini, 2017 yılında Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu ‘’Uluslararası Güç İlişkileri Bağlamında İkinci Dünya Savaşı Sonrası Hegemonik Mücadelelerin İncelenmesi’’ başlıklı teziyle almıştır. Doktora derecesini ise 2021 yılında Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı‘nda hazırladığı “İmparatorluk Düşüncesinin İran Dış Politikasına Yansımaları ve Milliyetçilik” başlıklı teziyle alan Başaran’ın başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, İran araştırmaları ve Afganistan çalışmalarıdır. Başaran iyi derecede İngilizce ve temel düzeyde Farsça bilmektedir.