Tarih:

Paylaş:

Hariri İstifası ve Suudi Arabistan’daki Gelişmeler Ne Anlama Geliyor?

Benzer İçerikler

Eş zamanlı olarak iki önemli gelişme söz konusu: Birincisi Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin istifası, diğeri ise Suudi Arabistan ’da 11 prens, dört bakan ve onlarca eski bakanın bulunduğu çok sayıda kişinin gözaltına alındığı “tasfiyeler” ya da “örtülü hesaplaşma” süreci. Her iki olayın gerçekleştiği yer aynı: Suudi Arabistan. Zira Lübnan Başbakanı Hariri istifasını Beyrut’ta değil, Riyad’da tüm dünyaya deklare etti.

Bu iki gelişme sonrası verilen tepkiler kafaları daha da karıştırmış durumda. Örneğin, Hariri istifası için İsrail İran’ı işaret ederken, İran da Suudi Arabistan diyor. Suudi Arabistan’da yaşanan radikal nitelikteki değişim (“Ilımlı İslam” açıklamaları gibi) ve operasyonlar için de bazı kesimler tüm bunların arkasındaki güç Trump/ ABD derken, ABD’den daha farklı ses geliyor.

Dolayısıyla kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği, amiyane tabirle “at izinin it izine karıştığı” bir dönemden geçiyoruz. Burada yapılacak yanlış bir değerlendirme çok daha tehlikeli sonuçlara yol açabilir.

Fakat kesin olan şey şu: Bölgede bildik senaryolar ile yeni senaryoların iç içe geçtiği farklı bir durum söz konusu. Birilerinin oyunlarına karşı başkaları kendi senaryolarını adım adım hayata geçiriyor gibi. Burada oyunun merkezinde yer alan hedef ülke ise aslında Suudi Arabistan’ın kendisi. (Türkiye ve İran zaten uzunca bir süredir hedef ülke oldukları için, onların adını burada bir kez daha zikretmiyorum. Zira Suudi Arabistan, aşağıda daha detaylı ele alacağım üzere, bu eksene kaymaya başladığı için cezalandırılmaya çalışılıyor.)

Hariri İstifası Ne Anlama geliyor?

Bu istifa oldukça önemli. Hariri´nin istifasını Beyrut’ta değil de Riyad’ta açıklaması aslında meseleyi önemli ölçüde ortaya koyuyor. Peki, bu istifa niçin Suudi Arabistan’da yapıldı? Bunun cevabı büyük ölçüde 14 Şubat 2005 günü Beyrut’ta düzenlenen bombalı bir suikast sonucu öldürülen Refik Hariri ile de ilintili. Refik Hariri, Suudi Arabistan’la yakın ilişkiler içerisinde bulunan, bu ülkeden aldığı ihaleler sonucu daha da zenginleşen ve Lübnan siyasetinde etkili olan Sünni bir liderdi.

Dolayısıyla Hariri ailesi üzerindeki Suudi Arabistan nüfuzu üç aşağı beş yukarı bilinen bir durum. Burada asıl tartışılması gereken husus, bu nüfuzun ve Hariri isminin genel anlamda Ortadoğu siyaseti, daha özelde Lübnan bağlamında taşıdığı önem. Bu da bizi haliyle 14 Şubat 2005 tarihindeki suikasta götürüyor.

Yukarıda da belirttiğim gibi, bu tarihte Lübnan Başbakanı olan Refik Hariri’ye bir suikast gerçekleştirilmiş ve ardından da Lübnan merkezli olarak bölgede ucu “Suriye İç Savaşı”na kadar uzanacak olağanüstü gelişmelere start verilmişti.

Bu kapsamda Refik Hariri suikastı sonrası hiç vakit kaybedilmeden Suriye hedef gösterilmiş, bunun sonucunda Suriye’nin Lübnan’daki nüfuzu büyük bir darbe almış, Suriye neredeyse Lübnan üzerindeki kazanımlarını, dolayısıyla da nüfuzunu önemli ölçüde kaybetmişti. Sonrasında ise İsrail; Hizbullah’a yönelik başlattığı 2006 Savaşı’yla Suriye ve Suriye üzerinden İran’ın bölgedeki varlığına yönelik bir askeri operasyon başlatmıştı.

Dolayısıyla, Saad Hariri istifası sonrası İsrail’den yapılan ve İran’ı hedef gösteren açıklama bu açıdan oldukça önemli. İlk Hariri hadisesinde Suriye’yi sistem dışına itmeye çalışan gelişmelerin bundan sonraki süreçte İran’ı yoğunluklu olarak hedef alacağı anlaşılıyor. Bu noktada yoğunluklu mücadele alanı yine Lübnan ve Hizbullah olacağa benziyor.

Burada Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin istifa konuşmasında öne sürdüğü İran karşıtı sözler de bunun önemli bir göstergesi olarak kabul edilebilir. İran da bunun farkında. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi’nin bu bağlamda yaptığı açıklama bunu teyit ediyor. Arzu edenler ilgili açıklamaya arama motorlarından ulaşabilirler.

Suudi Arabistan’da Aslında Neler Oluyor?

Suudi Arabistan’da başkanlığını Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın yaptığı “Rüşvet ve Yolsuzluklara Karşı Mücadele Komisyonu” 11 prens, dört bakan ve onlarca eski bakanın bulunduğu çok sayıda kişiyi gözaltına aldı. Bu son operasyon bir “tasfiye” ya da “örtülü hesaplaşma/saray darbesi” süreci olarak adlandırılsa da, aslında Suudi Arabistan’daki “yeni devlet aklının” ön alıcı hamleleri olarak da nitelendirilebilir.

Dolayısıyla bu gelişme, bir süredir Veliaht Prens Salman liderliğinde ön plana çıkan yeni devlet aklının uygulamaya koyduğu değişim-dönüşüm sürecinin bir parçası olarak da değerlendirilebilir. Bu kapsamda Suudi Arabistan’da Veliaht Prens’in yaptığı ve tüm dünyada farklı tepkilere yol açan “Ilımlı İslam’a dönüyoruz” açıklamasını ABD’nin “Ilımlı İslam Projesi” ile karıştırmamakta fayda var.

Yukarıda da belirttiğim gibi ciddi anlamda bir kavram karmaşasının yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla tüm kavramlar aynı kapıya çıkmıyor, bunu ilerleyen günlerde hep birlikte göreceğiz ve ben fırsat bulduğumda bu konuyu sizler için biraz daha derinlemesine ortaya koymaya çalışacağım.

Burada Suudi Arabistan merkezli önemli bir değişim süreci olarak karşımıza “Şii İslam” dünyasına yönelik atılan barışma hamleleri de çıkıyor. Irak merkezli yaşanan son gelişmelere İran’dan her ne kadar farklı açıklamalar gelse de, aslında bunun stratejik anlamda “olumlu” bir karşılık bulduğu anlaşılıyor.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Seyid Kazım Sajjadpour’un 2 Kasım’da İstanbul’da düzenlenen Türkiye-Körfez Savunma Güvenlik Forumu’nda gündeme getirdiği, Türkiye ve İran’ın işbirliği yapması gereken ülkelerin Suudi Arabistan ve Mısır olduğunu açıkladığı çıkışı bu açıdan oldukça önemli. Eminim kafanız bir kez daha karışmıştır. Belki de yeni strateji bunun üzerine kurulu…

Fakat şu kadarlığını söyleyelim: Suudi Arabistan ABD ekseninden kayıyor. Riyad’ın Moskova ile birlikte attığı S400 hamlesi bile bunun başlı başına önemli bir göstergesi. Şu an bu ülkede yaşananlar ABD’nin bunu engellemeye yönelik hamlelerine karşı ön alıcı operasyonlar olarak karşımıza çıkıyor. Saray’da darbe-karşı darbe süreçlerinin temelinde de bu yatıyor ve bu yeni süreçte Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri oldukça önemli bir yere sahip. Nasıl mı? Gelecek yazımda…

Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROLhttps://www.ankasam.org/author/mse/?lang=en
1969 Dörtyol-Hatay doğumlu olan Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 1993 yılında mezun oldu. BÜ’de 1995 yılında Yüksek Lisans çalışmasını tamamlayan Erol, aynı yıl BÜ’de doktora programına kabul edildi. Ankara Üniversitesi’nde doktorasını 2005’de tamamlayan Erol, 2009 yılında “Uluslararası İlişkiler” alanında doçent ve 2014 yılında da Profesörlük unvanlarını aldı. 2000-2006 tarihleri arasında Avrasya Stratejik Araştırmaları Merkezi (ASAM)’nde görev yapan Erol, 2009 yılında Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün (SDE) Kurucu Başkanlığı ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM)’nin de kurucu başkanı olan Prof. Erol, Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi (YTSAM) Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Başkanlığını da yürütmektedir. Prof. Erol, Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (GAZİSAM) Müdürlüğü görevinde de bulunmuştur. 2007 yılında Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı “Türk Dünyası Hizmet Ödülü”nü alan Prof. Erol, akademik anlamdaki çalışmaları ve medyadaki faaliyetlerinden dolayı çok sayıda ödüle layık görülmüştür. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: 2013 yılında Çağdaş Demokratlar Birliği Derneği tarafından “Yılın Yazılı Medya Ödülü”, 2015 yılında “APM 10. Yıl Hizmet Ödülü”, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “2015 Yılın Basın-Fikir Ödülü”, Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri “2016 Gönül Elçileri Medya Onur Ödülü”, Yörük Türkmen Federasyonları tarafından verilen “2016 Türkiye Onur Ödülü”. Prof. Erol’un 15 kitap çalışması bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının isimleri şu şekildedir: “Hayalden Gerçeğe Türk Birleşik Devletleri”, “Türkiye-AB İlişkileri: Dış Politika ve İç Yapı Sorunsalları”, “Avrasya’da Yeni Büyük Oyun”, “Türk Dış Politikasında Strateji Arayışları”, “Türk Dış Politikasında Güvenlik Arayışları”, “Türkiye Cumhuriyeti-Rusya Federasyonu İlişkileri”, “Sıcak Barışın Soğuk Örgütü Yeni NATO”, “Dış Politika Analizinde Teorik Yaklaşımlar: Türk Dış Politikası Örneği”, “Krizler ve Kriz Yönetimi: Aktörler ve Örnek Olaylar”, “Kazakistan” ve “Uluslararası İlişkilerde Güncel Sorunlar”. 2002’den bu yana TRT Türkiye’nin sesi ve TRT Radyo 1 (Ankara Radyosu) “Avrasya Gündemi”, “Stratejik Bakış”, “Küresel Bakış”, “Analiz”, “Dosya”, “Haber Masası”, “Gündemin Öteki Yüzü” gibi radyo programlarını gerçekleştirmiş olan Prof. Erol, TRT INT televizyonunda 2004-2007 yılları arasında Arayış, 2007-2010 yılları arasında Kanal A televizyonunda “Sınır Ötesi” ve 2020-2021’de de BBN TÜRK televizyonunda “Dış Politika Gündemi” programlarını yaptı. 2012-2018 yılları arasında Millî Gazete’de “Arayış” adlı köşesinde dış politika yazıları yayımlanan Prof. Erol’un ulusal-uluslararası medyada çok sayıda televizyon, radyo, gazete, haber siteleri ve dergide uzmanlığı dahilinde görüşlerine de başvurulmaktadır. 2006-2018 yılları arasında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde ve Ankara Üniversitesi Latin Amerika Araştırmaları Merkezi’nde (LAMER) de dersler veren Prof. Erol, 2018’den bu yana Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak akademik kariyerini devam ettirmektedir. Çok sayıda dergi ve gazetede yazıları-değerlendirmeleri yayımlanan; Avrasya Dosyası, Stratejik Analiz, Stratejik Düşünce, Gazi Bölgesel Çalışmalar, The Journal of SSPS, Karadeniz Araştırmaları, gibi akademik dergilerde editörlük faaliyetlerinde bulunan Prof. Erol, Bölgesel Araştırmalar, Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları, Gazi Akademik Bakış, Ege Üniversitesi Türk Dünyası İncelemeleri, Demokrasi Platformu dergilerinin editörlüklerini hali hazırda yürütmektedir. 2016’dan bu yana Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Kurucu Başkanı olarak çalışmalarını devam ettiren Prof. Erol, evli ve üç çocuk babasıdır.