Hindistan-Çin Sorunu ve Nükleer Savaş Riski

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Son dönemde Hindistan-Çin sınırının bazı sorunlu bölgelerinde her iki devletin askerlerinin taşlı sopalı kavgalarını içeren küçük çaplı çatışmalar yaşanması, bu tür sorunların bölgenin iki nükleer gücü arasında nükleer bir çatışmaya uzanacak bir sürecin yaşanıp yaşanmayacağı sorusunu gündeme getirmektedir. Dünya nüfusunun neredeyse sekizde üçünü doğrudan ilgilendirecek böyle bir savaş ihtimali, oldukça düşük görünse de Rusya-Ukrayna Savaşı esnasında Moskova’nın dile getirdiği nükleer silah kullanma tehdidi ve buna yönelik hamleleri nedeniyle son dönemde nükleer silahlanmaya yönelik hızlı ve tehlikeli bir ilerleyiş olduğu ifade edilmelidir. Bu durum nedeniyle de Hindistan ile Çin arasında da nükleer savaş riskinin bulunduğu; en azından bu seçeneğin tamamen göz ardı edilemeyeceği söylenebilir.

1964 yılında nükleer silah teknolojisi elde eden Çin; Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya, İngiltere ve Fransa’yla birlikte 1968 tarihli Nükleer Silahların Yayılımının Önlenmesi Antlaşması (NPT) çerçevesinde yasal olarak nükleer silaha sahip olma statüsündedir. Çin’in elinde halen 350 nükleer silah olduğu düşünülmektedir ve bunların tamamı atom bombasıdır. Ancak Çin’in atom bombasından 3000-4000 kat daha güçlü termonükleer silah (hidrojen bombası) teknolojisine sahip olmadığı düşünülmektedir. Bu teknolojiye sadece ABD ve Rusya sahiptir. Öte yandan son dönemde ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) tarafından hazırlanan bir raporda, 2022 yılı itibarıyla Çin’in nükleer başlık sayısının 400’e ulaştığı iddia edilmiştir.[1]

Çin, nükleer silahlarını ağırlıklı olarak kıtalararası balistik füzelerle kullanılacak şekilde planlanmıştır. 272 nükleer başlığın 11.200 km menzilli DF-31 AG kod adlı kıtalararası balistik füzeyle; geri kalanlarının ise JIN sınıfı olarak adlandırılan denizaltılarla kullanma kabiliyetine sahip olduğu belirtilmektedir. Denizaltından kullanılacak füzelerin menzili ise 7.200 km’dir ve buna göre Çin, kendi denizlerinden Hawai Adası’nı vurma yeteneğine sahiptir. Dahası Çin, Pasifik Denizi’nde ilerledikçe ise ABD’nin topraklarının büyük bölümünü vuracak yeteneğe de erişmektedir. Bununla birlikte mevcut durumda Çin’in bombardıman uçağı konseptinin olmadığı düşünülmektedir.[2]

ABD’nin bir bölümü çok yıkıcı kabiliyete sahip termonükleer silah olan 3.700 nükleer silah envanteri ve çok gelişmiş fırlatma araçlarıyla kıyaslandığında, Çin’in nükleer silah gücü ABD’nin yanında oldukça etkisiz kalmaktadır. Zaten Çinli yetkililer de bunu açıkça dile getirmektedir. Fakat yakın dönemde basına sızan ve Pentagon tarafından hazırlanan rapora göre Washington yönetimi, 2035 yılında Çin’in nükleer silah sayısının 1.500 seviyesine ulaşmasını öngörmektedir.[3] Washington’un bu endişeleri karşısında Pekin ise ABD’nin nükleer silah sayısını Çin’in seviyesine düşürülmesi halinde bu konuda müzakereye açık olacağını ifade etmiştir.[4]

İlk nükleer silah testini 1974 yılında yapan Hindistan’ın elinde ise 213 nükleer silah elde edebilecek seviyede zenginleştirilmiş plutonyum bulunduğu; ancak halihazırda 160 nükleer silaha sahip olduğu değerlendirilmektedir.[5] 5.000 km menzile sahip AGNI-V füzesine sahip olan Hindistan, 10.000 km menzile sahip yeni füze denemeleri yapmaktadır. Ayrıca hem savaş uçakları hem de gelişmekte olan denizaltılarla nükleer silah kullanma kabiliyetine sahiptir.

Tüm bu bilgiler ışığında, konvansiyonel alanda olduğu gibi nükleer alanda da Çin’in Hindistan’a karşı bariz bir üstünlüğünün bulunduğu söylenebilir. Ancak her ne kadar bu ihtimal göz ardı edilmese de Çin’in sınır sorunları sebebiyle son dönemde ilişkilerini ilerlettiği ve bilhassa Şanghay İşbirliği Örgütü’nde (ŞİÖ) aynı safta yer aldığı Hindistan’la nükleer bir savaşa girmesi pek gerçekçi görünmemektedir.

Öncelikle bu ihtimal, Pekin yönetiminin uzun dönemdir izlediği temel politikaya uygun düşmemektedir. Bir yandan ekonomi, teknoloji ve silah sanayisi gibi birçok alanda kendini geliştiren; diğer taraftan da bölgesi ağırlıklı olmak üzere küresel ölçekte hızlı bir şekilde etkinliğini artıran Çin, ileri görüşlü bir politikayla 1996 yılında sınır sorunlarının barışçıl çözümü için Şanghay Beşlisi’nin oluşumuna öncülük ederek günümüzde Batı hegemonyasına kafa tutan ve Çin ile Rusya’yı aynı platformda bir araya getiren ŞİÖ’nün temellerinin atılmasını sağlamıştır. Küçük çaplı sınır sorunlarının büyük stratejik vizyonuna engel olmasını önlemek için başlattığı bu girişim, Çin’in hızlı bir şekilde gelişmesine ve küresel ölçekte söz sahibi olmasına katkı sağlamıştır. Pekin’in bu politikayı devam ettirmesi beklenmektedir. Nitekim her sınır kavgası sonrasında üst düzey yöneticiler arasında gelişen diyalog bu vizyonun somut bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Öte yandan hem Çin hem de Hindistan, nükleer silahı ilk kullanan taraf olmama taahhüdünü deklare etmiştir. Her ne kadar önemli bir nükleer silah envanterine sahip olsalar da Rusya ve ABD’yle kıyaslandığında oldukça zayıf kalan bu gücün, genel bir nükleer savaşa yol açacak tehlikeli bir süreçte kullanılması, her iki devletin aleyhine olacaktır. Özellikle de nükleer silaha sahip komşusu Pakistan’la ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda Hindistan’ın böyle bir hamlede bulunması gerçekçi olmayacaktır. Bu süreçte Hindistan’ın nükleer silahlarının Çin’in konvansiyonel üstünlüğünü dengeleyecek bir unsur olmaktan öteye geçmemesi beklenmektedir.

Sonuç olarak ŞİÖ içerisinde aynı safta yer alan; ancak çok taraflı bölgesel ve küresel dengeleri gözetmek zorunda kalan, başta ekonomi ve teknoloji olmak üzere çeşitli alanlardaki gelişiminin farklı sorunlarla geciktirilmesini istemeyen, barışçıl politikaya ağırlık veren ve kabaca birbirine yakın nükleer güce sahip olan bu iki devletin, sınır sorunları sebebiyle bir nükleer savaşa girmesi oldukça düşük bir olasılıktır. Fakat nükleer caydırıcılık bu konudaki en önemli etkendir. Kenneth Waltz’un “Daha çok nükleer silaha sahip devlet barışa daha çok katkı sağlamaktadır.”[6] şeklinde özetlenebilecek yaklaşımı, belki de bu örnek olayda doğrulanmaktadır. Yani bölgede Çin, Hindistan ve Pakistan’ın nükleer silaha sahip olması, caydırıcılık etkisi nedeniyle barışa katkı sağlamaktadır.


[1] Idrees Ali-Phil Stewart, “China Likely to Have 1,500 Nuclear Warheads by 2035: Pentagon”, Reuters,https://www.reuters.com/world/china-likely-have-1500-nuclear-warheads-by-2035-pentagon-2022-11-29/, (Erişim Tarihi: 08.01.2023).

[2] “Fact Sheet: China’s Nuclear Inventory”, Arms Control Center, https://armscontrolcenter.org/fact-sheet-chinas-nuclear-arsenal/, (Erişim Tarihi: 08.01.2023).

[3] Oren Lirbermann, “China Could Have 1,500 Nuclear Warheads by 2035: Pentagon Report”, CNN, https://edition.cnn.com/2022/11/29/politics/china-nuclear-arsenal-military-power-report-pentagon/index.html/, (Erişim Tarihi: 08.01.2023).

[4] Ali-Stewar, a.g.m.

[5] Hans M. Kristensen-Matt Korda, “Indian Nuclear Weapons, 2022”, Bulletin of the Atomic Scientists, 78(4), 2022, s. 224-236.

[6] Kenneth N. Waltz, The Spread of Nuclear Weapons: More May Be Better: Introduction, The Adelphi Papers, 21, 1981, s. 171

Doç. Dr. Şafak OĞUZ
Doç. Dr. Şafak OĞUZ
2019 yılında Doçentlik unvanını alan Şafak OĞUZ, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki (TSK) 23 yıllık hizmetinden sonra 2021 yılında emekli olmuştur. Görevi esnasında Birleşmiş Milletler (BM) ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) bünyesinde de çalışan OĞUZ, Kitle İmha Silahları, Terörizm, Uluslararası Güvenlik, Uluslararası Örgütler ve Barış ve Çatışma Çalışmaları konularında çalışmalar yapmaktadır. OĞUZ, halen Kapadokya Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyeliği görevini sürdürmektedir. İyi derece İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Benzer İçerikler