Hocalı’nın 25. Yıldönümünde Kafkasya’da Çatışma Riski: Bölgesel ve Küresel Aktörlerin Tutumları ve Kafkasya’nın Geleceği

Paylaş

26 Şubat 1992 tarihinde modern dönemin en kanlı hadiselerinden biri Güney Kafkasya bölgesinde yaşanmıştır. Söz konusu hadisenin yaşanmasının birden fazla nedeni vardır. Nedenlerden birincisi; Çarlık Rusya ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) bölyönet, karıştır-çatıştır-yönet politikalarının sonucu ortaya çıkmıştır. İkincisi; her ulus veya ulus devlet inşasında kimlik merkezi rol oynamaktadır. Kimlik ise ben ve öteki etkileşiminin bir ürünüdür. Dolayısıyla her kimlik bir ötekiye ihtiyaç duymaktadır. Ermenistan ulusal kimliği ise Türk ötekisi üzerinden inşa edilmiştir. Burada belirtilmesi gereken öteki, düşman anlamına gelmemektedir. Ötekiden kasıt ayrılma yoluyla farklılıkların ortaya konduğu ve sizi diğerlerinden ayıran bir parametredir. Ancak Ermenistan ulusal kimliği, ötekiyi düşman olarak kodlamıştır. Bu da kimlik üzerinden çatışmayı beraberinde getirmektedir. Üçüncü sebep ise Ermenistan’ın mevcut ulusal sınırlarını yeterli görmemesi ve revizyonist bir dış politika anlayışıyla yayılmacı politika izlemesidir.

Esasen burada belirtilen sebepler sadece Hocalı katliamı için değil, Ermenistan-Azerbaycan çatışmasının temelindeki nedenlerin başlıca olanlarıdır. 1990’lardan günümüze Ermeniler kimi zaman da Rusya ile birlikte hareket ederek Azerbaycan’a yönelik silahlı saldırılarda bulunmuşlardır. Söz konusu saldırılar meşruiyetten yoksun olmakla beraber uluslararası hukuk veya savaş hukukunda yasaklanan birçok eylemi de içermektedir. Kara Ocak (Qara Yanvar), Hocalı Katliamı, Dağlık Karabağ ve 7 reyonun işgali Ermenistan’ın talepleri neticesinde vuku bulmuş hadiselerdir.

Literatürde üzerinde konsensüs sağlanmayan Hocalı hadisesi ise en iyimser uluslararası hukuk yorumuyla dahi insanlığa karşı işlenmiş suç olarak ele alınabilir. Ancak 9 Ocak 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 260 A (III) sayılı kararıyla kabul edilen ve 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe giren BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin 1. maddesi soykırımı, uluslararası hukuka göre suç olarak kabul etmektedir.

Sözleşmenin 2. maddesi ise soykırımı tanımlamaktadır. Bu maddeye göre; ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur. Sözleşmenin aynı maddesinde fiiller de belirtilmiştir.

Bu maddeye göre fiiller:

  1. Gruba mensup olanların öldürülmesi;
  2. Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
  3. Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
  4. Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
  5. Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek.

Sözleşmenin 3. Maddesi ise soykırımda bulunan, soykırımda bulunulması için işbirliği yapan, soykırımda bulunulmasını doğrudan ve aleni surette kışkırtan, Soykırımda bulunmaya teşebbüs eden ve soykırıma iştirak edenlerin cezalandırılacağını belirtmektedir.

Sözleşmenin ilk üç maddesi incelendiğinde uluslararası hukuk tarafından yasaklanan soykırım suçunun işlenmesi için yukarıda belirtilen 5 fiilden birisini gerçekleştirmek yeterlidir. Hocalı hadisesi incelendiğinde resmi rakamlara göre sadece Azerbaycan Türkü oldukları için katledilen 613 kişiden vardır. Yani ikinci maddede yer alan ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu kısmen ortadan kaldırmak amacıyla gruba mensup olanlar öldürülmüştür. Dolayısıyla soykırım suçu işlenmiştir.

25 yıl önce soykırım suçu işleyen Ermenistan geçtiğimiz günlerde de 1988-1994 yılları arasında yaşanan ve Karabağ Savaşı olarak adlandırılan savaş sonucu ilan edilen ateşkesi ihlal ederek 5 Azerbaycan askerini şehit etmiştir. Bu ihlal Ermenistan tarafının ilk ateşkes ihlali değildir.  Geçtiğimiz yıl da aynı şekilde ihlaller yaşanmış ve 4 Gün Savaşları olarak isimlendirilen çatışmalarda Ermeniler ciddi kayıplar vermiştir.

1980’lerin sonundan günümüze kadar devam eden bu sorun sadece Ermenistan ve Azerbaycan olarak iki aktör arasındaki bir sorun olmaktan ziyade bölgesel aktörlerin de doğrudan veya dolaylı bir şekilde müdahil olduğu ve bölgesel barış ve güvenliği tehdit eden bir sorundur. Bu açıdan meseleye daha geniş bir perspektiften bakmak gerekmektedir.

İngiltere tarafından 1. Dünya savaşı neticesinde esasen Ruslar’a karşı bir tampon işlevi görmesi amacıyla tesis ettirilen Ermenistan  ile Azerbaycan arasındaki söz konusu çatışmalarda Kafkasya jeopolitiğinin en önemli üç aktörü Rusya, Türkiye ve İran ile AGİT Minsk grubu kapsamında Avrupa ve küresel güç olması hasebiyle de Amerika Birleşik Devletleri (ABD) pozisyon almak zorundadır.

Kafkasya’da yaşanan söz konusu çatışmanın bölgesel aktörler için ne anlam ihtiva ettiğini anlamak söz konusu aktörlerin meseleye karşı tutumlarını analiz edebilmek ve bu bağlamda tespitlerde bulunmak açısından önemlidir. İlk olarak bölgede etkin güç olmak isteyen bölgesel veya küresel aktörler ya da bu iddiada bulunan aktörler bölge ülkelerinin çatışmasını her zaman çıkarları için uygun görmüşlerdir. Böylece çatışan aktörlerin enerji ve kaynakları bu süreçte heba edilecek ve hem müdahalelere açık hale gelecekler hem de bölgede dominant aktör olmak isteyen aktörlere karşı meydan okumalarının önü kesilecektir. Dolayısıyla meselenin yaklaşık olarak 30 yıl boyunca çözülememesinin temel sebeplerinden birisi bu husustur. Ayrıca aktörler arasında çıkar çatışmaları olduğu için herkesin üzerinde oydaşacağı bir çözüm modeli bulunamamıştır. Bu nedenden ötürü sorunun çözümü halinde kaybedeceğini düşünen taraflar meselenin dondurulmasını veya çözümsüzlüğün en iyi çözüm olduğunu düşünerek dış politika stratejileri geliştirmektedirler.

Bu genel çerçevenin ardından sorunu ve çözümü etkileyecek aktörler ele alındığında ilk olarak Rusya’nın soruna bakışının analiz edilmesi gerekmektedir. Rusya, kendisini Çarlık Rusya ve Sovyetler Birliği’nin ardılı olarak tanımlamasından dolayı bölgeyi arka bahçesi olarak görmektedir. Günümüz konjonktürü ele alındığında da bölgede en etkili aktör olarak Rusya gerçeği ile karşılaşılmaktadır. Buradan hareketle Rusya’ya rağmen sorunun çözümü çok realist durmamakta ya da en azından maliyetleri oldukça fazla olmaktadır. Rusya ise Ermenistan ile Kollektif Güvenlik Anlaşmaları Örgütü (KGAÖ) çerçevesinde müttefiklik ilişkisine sahiptir. Ermenistan’a gerek ekonomik gerekse askeri bakımdan destek veren Rusya, Ermeni tarafını hem Azerbaycan’a hem de diğer Türk devletlerine karşı kullanmaktadır. Rusya’nın sıcak denizlere inme ideasının önündeki en büyük engel olan Türkiye ile Azerbaycan’ın bağlantısını Ermenistan üzerinden kesmek Türkiye’nin Kafkaslar’a buradan da Orta Asya’ya açılan kapısına kilit vurmak demektir.

Söz konusu denklemde öne çıkan bir diğer aktör ise İran’dır. İran hem tarihsel arka planının verdiği özgüven ile hem de bölge jeopolitiğindeki konumundan dolayı mesele ile ilgilenmektedir. Bunun dışında Azerbaycan ile Hazar’ın paylaşımı noktasında sorunlu olan İran’ın en önemli tehdit algısı ise Güney Azerbaycan olarak tanımlanan İran’ın kuzeyindeki Azeri Türkü yoğunluğudur. Azerbaycan ile söz konusu bölgedeki etnik unsurun birleşmesi İran için milli ve hayati bir tehdittir. Bu bağlamda söz konusu çatışmada Azerbaycan’ın elini zayıflatmak amacıyla Ermenistan tarafını desteklemektedir. Ancak anayasal zorunluluk olarak dünyadaki bütün Müslümanları koruma görevi olan İran’ın bu tercihi kendi hukuksal düzenlemeleri ile çelişmektedir. İran, bu çatışma üzerinden bölgede rakip olarak gördüğü Türkiye’yi de dengelemeye çalışmaktadır. Hem Türkiye’nin doğal müttefiki olan Azerbaycan’ı zayıflatmak hem de Türkiye’yi düşman olarak kodlayan Ermenistan’ı destekleyerek Türkiye’ye karşı kullanmaya çalışmaktadır.

ABD ise uluslararası sistemdeki konumu gereği mesele ile doğrudan veya dolayı ilgilenmek zorundadır. Söz konusu bölgeyi defacto olarak Rusya’ya bırakan ABD, gerek ülkesindeki Ermeni lobisinin etkinliği gerekse de bölge politikası gereği Azerbaycan’a daha mesafeli yaklaşmaktadır. Özellikle son dönemde Özgürlüğün Desteklenmesi Yasası’nda yaptığı 907 sayılı değişiklikle Azerbaycan’a doğrudan yardımların önünü kesmiş oldu. Buradan hareketle bir okuma yapıldığında ABD’nin hem Ermeni lobisi hem de Rusya faktörünü dikkate alarak meseleye baktığı görülmektedir.

Türkiye için ise mesele iki boyutludur. Bir yanda “iki devlet tek millet” anlayışının hakim olduğu Azerbaycan diğer yanda ise Türkiye’yi düşman olarak kategorize eden ve Türkiye topraklarında talepleri olan Ermenistan vardır. Gerek reelpolitik gerekse moral unsurlar açısından Türkiye’nin Azerbaycan’dan yana tavır koyması kaçınılmazdır. Bu kapsamda Azerbaycan ile ekonomik ve siyasi ilişkiler üst seviyede tutulurken askeri ilişkiler ise “iki devlet tek millet” mantığı çerçevesinde şekillenmektedir. Bu kapsamda Azerbaycan ordusu Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından eğitilerek kalifiye edilmiştir. Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan meseleyi uluslararası platformlarda da dile getirmiş ve Azerbaycan’ın yanında olduğu mesajını açıkça vermiştir.

AGİT süreci kapsamında oluşturulan Minsk Grubu’nun işlevsiz olmasından dolayı süreçte dikkat edilecek bir aktör olarak ele alınması mümkün değilken İslam İşbirliği Teşkilatı 13. Zirvesinde meselenin ele alınışı artık sorunun Türk ve İslam dünyasının bir sorunu olmaya başladığına dair işaret olabilir. Pakistan ve Türkmenistan’ın Azerbaycan’ı destekleyen tutumu ise altı çizilmesi gereken bir diğer husustur. Özellikle Azerbaycan ve Türkmenistan arasında yaşanan sorunlara rağmen böylesi bir destek manidardır. Sonuç olarak geçen yıl yaşanan 4 Gün Savaşları da göstermiştir ki Azerbaycan, gerek askeri kapasite gerekse de irade bakımından Ermenistan’a nispetle oldukça güçlüdür. Buna rağmen ateşkes ruhunu zedelememekte, uluslararası hukuka aykırı davranmamakta ve revizyonist eğilimler göstermemektedir. Topraklarının yaklaşık %20’si Ermenistan tarafından işgal altındayken barışçıl yöntemleri deneyen Azerbaycan’a uluslararası kamuoyunda daha fazla destek verilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bölgede başlayacak bir etnik çatışma tüm Kafkaslar’ı ve Rusya’yı da domino etkisi göstererek etkileyecek ciddi bir tehdittir.

Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
ANKASAM Uluslararası İlişkiler Danışmanı Dr. Kadir Ertaç ÇELİK, lisans eğitimini Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini ise Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Günümüzde Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Çelik’in başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, Türk Dünyası, güvenlik ve stratejidir.

Benzer İçerikler