Japon Savunma Stratejisi: Asya-Pasifik’te Küresel Dengeye Ayar mı?

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

16 Aralık 2022 tarihinde Japonya Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada Japonya Milli Güvenlik Kurulu’nca oluşturulan Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Bakanlar Kurulu tarafından onaylandığı deklare edildi.

Uluslararası yapı ve düzenin temel sacayakları ile Japonya’nın mevcut pozisyonuna dair betimlemeler ve tespitler yapılan belgede, uluslararası sistemin temellerinden sarsıldığı ve yeni bir yol ayrımına girildiği; Japonya’nın ise İkinci Dünya Savaş sonrası dönem itibarıyla en şiddetli ve karmaşık güvenlik ortamında yer aldığı vurguları ön plana çıkmaktadır. Bu mevcut tespitler ışığında hukukun üstünlüğüne dayalı, özgür ve açık bir uluslararası düzeni sürdürmenin ve geliştirmenin büyük önem arz ettiği ifadelerine yer veren belge, Japonya’nın bundan sonraki sürece dair tercihlerine ışık tutmaktadır.

Belgenin geneline ana hatlarıyla bakıldığında, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile ittifak ilişkilerini daha da sağlamlaştırmayı stratejik bir adım olarak ele alan Tokyo yönetimi, ABD’nin de öteki ve(ya) düşman kategorisinde ele aldığı Çin, Rusya ve Kuzey Kore’ye aynı perspektiften bakmaktadır. Bu bağlamda Çin’in en büyük stratejik tehdit, Rusya’nın ve Rusya-Çin yakınlaşmasının güçlü bir endişe nedeni, Kuzey Kore’nin ise yakın ve ciddi bir tehdit olarak kategorileştirildiği belgede, stratejik olarak diplomatik yeteneklerin ön plana çıkarılacağının altı çizilmiştir.

Diplomatik yetenekleri ilerletmenin veya etkin bir şekilde kullanmanın ana şartı olarak da güçlendirilmiş savunma mimarisinin gerekliliğine işaret edilmiştir. Dolayısıyla İkinci Dünya Savaşı sonrası sadece savunma anlayışıyla hareket eden Japonya’nın geleneksel konseptinden uzaklaştığı ve savunma anlayışını 11 Eylül 2001 tarihli terör saldırıları sonrası dönemin genel kabulü olan önleyici/müdahaleci güvenlik anlayışına evrildiği ifade edilebilir. Böylece Japonya’nın silahlanmaya başlayacağının işareti de verilmiştir.

Bu resmi deklarasyon ve metnin ruhu; Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem için geleneksel konseptinden uzaklaşarak yeni bir vizyonla stratejisini belirlemesi, “Başta Asya-Pasifik olmak üzere küresel sistem açısından ne anlama gelmektedir?” ve “Nasıl bir gelecek bizleri beklemektedir?” sorularını tartışmaya açmaktadır. Bu analizde söz konusu sorular üzerinden değerlendirmelerde bulunulmaktadır.

Dört tanesi ana ada olmak üzere yaklaşık 7.000 adadan oluşan ve bundan ötürü zaruri olarak denizci bir devlet olan Japonya, gelişmiş endüstrisi ve teknolojisine rağmen yeraltı zenginliklerinden mahrum bir ülkedir. Sanayisini sürdürülebilir kılma noktasında hidrokarbon kaynaklar ve maden ithalatına mecbur kalan Japonya açısından bir diğer ciddi mesele ise demografidir. 2022 verilerine göre, 124 milyonluk bir nüfusa sahip olan Japonya’da 0-14 yaş arası grubun genel nüfusa oranı %12,49 iken; toplam nüfusun %29,18’i, 65 yaş üstü gruptan oluşmaktadır. Hatta 50 yaş üstü grup, genel nüfusun neredeyse yarısına tekabül etmektedir. Bu göstergeler yaşlanma probleminin işaret fişekleridir.

Yukarıdaki verilere bakıldığında, bir yandan adacıklardan oluşan yani coğrafi sınırlılıkları olan; diğer taraftan sınırlı coğrafyada en fazla ihtiyaç duyduğu yeraltı zenginliklerinden mahrum kalan Japonya, kısa vadeli gelecekte iş gücünden de yoksun bir hal alacaktır. Dolayısıyla geçmiş dönemlerde gerek Asya-Pasifik’teki emperyalist veya yayılmacı girişimleri gerekse küresel düzeydeki revizyonist hamleleri tecrübeyle sabit olan Japonya açısından son açıklanan ulusal güvenlik stratejisi, sadece küresel sistemdeki devinimler ve aktörlerin konumlarıyla açıklanacak bir durum olmanın ötesinde bir gereksinim gibi durmaktadır.

Özellikle demografik veriler üzerinden hareket edildiğinde gerek dünya genelinde gerekse Japonya özelinde ciddi gerilimlerin yaşanacağına dair bir eğilim olduğu gözlemlenmektedir. Örneğin 2050 yılına kadar dünyanın gelişmişlik skalasında ilk 60 sırada yer alan ve dünya nüfusunun %44’ünü oluşturan ülkelerin nüfuslarında önemli oranda azalma beklenmektedir. Aynı durum, Japonya için de geçerlidir. Dünya Bankası ve çeşitli uluslararası uzmanlık kuruluşlarına göre, Japonya’nın nüfusu 2040’lı yıllarda %25’lik bir azalma yaşayacaktır. Diğerleriyle mukayese edildiğinde, gelişmiş ülkeler arasında demografik krizi en fazla yaşayacak ülkenin Japonya olacağı tahmin edilmektedir.

Bir yandan beklenen demografik çöküntü diğer yandan da coğrafi korku, Japonya’nın güvenlik doktrinini ve pratiklerini belirleyecek iki en önemli unsurdur. Bu noktada 30.000 yıllık bir tarihsel serüvene sahip olduğu iddia edilen Japon adalarının sürekli işgallerle yüzleşmesi ve son işgalci ABD’nin resmi olarak bu ülkeden çıkışının 1952 yılı olduğu göz önüne alındığında, bahse konu korkunun yersiz olduğunu iddia etmek mümkün değildir.

Siyaset ve toplum bilimleri üzerine çalışmalar yapan uzmanların kahir ekseriyetinin mutabık kaldıkları üzere, coğrafi ve demografik sorunların ekonomik ve politik krizleri beraberinde getireceği gerçeğiyle birlikte yukarıdaki veriler de dikkate alındığında, Japon karar alıcıların coğrafya gibi sabit unsurlara müdahale edemeyeceğini; ancak değişken unsurlara yönelik adımlar atacağını öngörmek bir kehanet değildir. Bu ise nüfusun doğum süreciyle doğal bir artışını sağlamanın mümkün olmadığı ve devletin ülkesinin sınırlı bir sahada olmasından ötürü göçe tahammülünün söz konusu olmayacağı Japonya için revizyonist ve yayılmacı bir dış politika seçeneğini rasyonel bir tercih haline getirmektedir.

Dolayısıyla son dönemde Asya-Pasifik’te ABD hegemonyasına meydan okumanın Çin’den gerçekleştiğini iddia eden uzmanların aksine; Çin’in iç yapısal sorunları ve temel dinamiklerinden ötürü küresel lider olamayacağını iddia etmek ve Asya Pasifik’te küresel eğilimi etkileyecek bir devlet aranmaktaysa bunun Japonya olacağını öne sürmek çok da gerçekliğe aykırı değildir. Bu noktada esas soru, Japonya’nın “ABD ile birlikte mi; yoksa ABD’ye rağmen mi” bu stratejik atılımı gerçekleştireceğidir. Gerek ulusal güvenlik stratejisi gerekse mevcut uluslararası şartlar üzerinden analiz edildiğinde, Japonya’nın ABD ile müttefiklik ruhuna uygun bir şekilde küresel eğilimlere uzanmaya çalışacağı görülmektedir. Fakat unutulmaması gereken nokta, siyasi tarihin kalıcı ve sonsuz hiçbir ittifakı not etmediği gibi hegemonun kuvvetlendirdiği aktörlerin bir müddet sonra hegemonyayı reddetmeye başladığıdır.

Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
ANKASAM Uluslararası İlişkiler Danışmanı Dr. Kadir Ertaç ÇELİK, lisans eğitimini Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini ise Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Günümüzde Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Çelik’in başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, Türk Dünyası, güvenlik ve stratejidir.

Benzer İçerikler