Tarih:

Paylaş:

Libya: “Arap Baharı”, Oğul Kaddafi ve Çatışmalar

Benzer İçerikler

Libya’da siyasi aktör sayısının birden fazla olması, bunların silahlı güce sahip olmaları ve uluslararası kesimin dahli, ülkede istikrarın ve güvenliğin sağlanmasının zor ve uzun bir sürece yayılabileceğini çok önceden göstermiştir. Muammer Kaddafi’nin devrildiği 2011’den bu yana Libya’da farklı unsurlar arasında askerî rekabet devam etmektedir. Siyasi uzlaşma sağlanamamaktadır ve her iki alanda da rekabet giderek artmaktadır. Es-Serrac ve Haftar’ın uzlaşma sağlayıp 2019 yılı içinde devlet başkanlığı seçimlerinin düzenlenmesi beklenirken Haftar, Es-Serrac “denetimindeki” Trablus’u ele geçirmek için askerî operasyon başlatmış, böylelikle uzlaşmanın sağlanmasını daha da zorlaştırmıştır. Askerî ve siyasi rekabetin bugün Trablus merkezli olması rekabetin belki de son, fakat en zorlu aşamasına gelindiği şeklinde yorumlanabilir. Trablus üzerinde hakimiyet; siyasi ve askerî sürecin nasıl ilerleyeceği konusunda belirleyici olabilir. Müzakere masasına oturan tarafların hedef ve görüşlerini değiştirebilir.

Gelinen noktada BM liderliğinde gerçekleşen siyasi görüşmeler yerine askerî araçlar tercih edilmektedir. Özellikle Haftar’ın fait accompli ile Trablus’u ele geçirerek kendini yegâne siyasi aktör olarak ilan etmesi ve dışarıdan da aynı yönde muamele görmek istemesi muhtemeldir. Her ne kadar siyasi sürecin parçası olsalar ve birçok defa bir araya gelseler de Haftar, Es-Serrac’ın yönetiminin meşruluğunu tanımamıştır. Trablus’a yönelik açıklamaları da düşündürücüdür; Haftar, Trablus’ta Es-Serrac’ın yetkisinin olmadığını ve kendisini kanıtlaması gerektiğini öne sürmektedir. Libya’yı terörden arındırmayı amaçladığını belirten Haftar sırasıyla Bingazi’de, ülkenin güneyinde ve petrol bölgelerinde kontrolü ele geçirmiştir. Haftar, aynı gerekçeyi bugün Trablus’a doğru ilerlerken de kullanmaktadır: Trablus’u teröristlerden arındırmayı hedeflediğini iddia etmektedir. Haftar; Trablus üzerindeki hakimiyeti ele geçirerek, yani Es-Serrac liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin elinden kentin kontrolünü alarak, bugüne kadar gelinen süreci elinin tersiyle itebilir. Ayrıca Haftar’ın görüşmeleri etkilemeye çalıştığı ve görüşme masasında pazarlık gücünü artırmayı hem sahada hem de masada güçlü olduğunu göstermeyi hedeflediği düşünülebilir.

Bu iki aktörün yanında Seyfülislam Kaddafi de Libya gündemindeki yerini korumaktadır. 2011 öncesinde babası Muammer Kaddafi’nin yerine geçecek isim olarak lanse edilmiş, Batı ülkeleri ile ilişkisini geliştirmeye başlamıştır. Muammer Kaddafi’nin devrilmesiyle tutuklanmış, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından insanlığa karşı suç işlemekle itham edilmiş ve hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. Seyfülislam Kaddafi, Libya mahkemesinin savaş suçu işlediği kararını vermesiyle idama mahkûm edilmiştir. Haziran 2017’de ise serbest bırakıldığı açıklanmıştır. Bugün Libya mahkemelerince suçsuz bulunduğunu ifade edenlerin yanında, UCM’nin sürece dahil olması gerektiğini düşünen kesim de mevcuttur. Bu tartışmaların yanı sıra Kaddafi’nin devlet başkanlığına aday olduğu çeşitli isimler tarafından açıklanmakta olup Kaddafi’den resmî yönde bir açıklama gelmemiş ve 2017’den beri de kamuoyu önüne çıkmamıştır. Yine de adaylığının gündemde yer alması ile oğul Kaddafi’nin Libya siyasetinde aktif ve hatta belirleyici role sahip olmak istediği anlaşılmaktadır. Fakat her ne kadar değişim vaadinde bulunsa da Kaddafi sonrası Libya’nın yönetimine yine bir Kaddafi’nin gelmesi “Arap Baharı” sürecinin hiç yaşanmadığı anlamına gelebilir. Diğer bir ifadeyle -Mısır’da da görüldüğü üzere- ülkede 360 derecelik bir “değişimin” yaşandığı söylenebilir. Kaddafi’nin muhtemel siyasi rolü Libya toplumu açısından tartışmalıdır. Kaddafi’nin ülkede birlik ve beraberliği sağlayacağı iddiasıyla Libya toplumu ve uluslararası kesimin bazı aktörlerince oğul Kaddafi desteklenebilir. Çatışmadan ve uzlaşmanın bir türlü sağlanamamasından bıkmış olan nüfus için; vaatleri, reformist ve barışçıl söylemleri çekici olabilir. Keza Kaddafi yanlıları Moskova’nın bu yönde desteğini aramaktadır. Mısır’ın da Kaddafi’yi desteklediği yorumları gelmektedir. Eskiye dönüşü çağrıştırdığı içinse toplumun bazı kesimleri tarafından Seyfülislam Kaddafi’nin rolü olumsuz tepki ile karşılanabilir.

2011’de Kaddafi rejimine karşı gösterilerin başlaması, “Arap Baharı”nın Libya’ya sıçraması olarak yorumlanmış; toplumun, demokratik yönetimin benimsenmesi, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne uyulması taleplerinin yansıması olarak değerlendirilmiştir. Fakat yalnızca Kaddafi ve rejim güçlerinin değil, Kaddafi muhaliflerinin de silaha yani şiddet unsurlarına başvurması sürecin “Arap Baharı” olarak adlandırılan toplumsal siyasi olaylardan farklı olduğunu ve farklı bir sonla sonuçlanabileceğini göstermiştir.

Tunus, Mısır ve hatta Suriye ile kıyaslandığında Libya’daki “Arap Baharı” olgusu farklıdır. Demokratik taleplerin dile getirilmesini siyasi uzlaşıdan ziyade silahlı çatışma izlemiş, eski rejimin lideri linç edilerek öldürülmüştür. Ayrıca NATO’nun askerî operasyonuyla uluslararası kesimin sürece müdahil olması, Libya’yı diğer örneklerden farklı kılmaktadır. Dolayısıyla bugün gerek Es-Serrac’a, gerekse Haftar’a verilen yabancı destek şaşırtıcı değildir. Zaten bu iki aktörün sahneye çıkması dış güçlerin müdahalesi neticesinde gerçekleşmiştir. Örneğin mevcut dönemde Haftar; Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya ve Fransa tarafından desteklenmektedir. Es-Sarrac özellikle Paris’in desteğinden şikâyet ederek, Haftar’a yönelik tutum değiştirilmez ise ikili güvenlik antlaşmaların uygulanmasının askıya alınabileceğini dile getirmektedir. Es-Serrac, BM Güvenlik Konseyi’nden (BMGK) Haftar’ı saldırılardan sorumlu tutmasını istemektedir.  Trablus konuşlu lider, savaş suçları ve insanlığa karşı suç işlediği gerekçesiyle, Haftar’ın UCM’de yargılanmasını talep edeceklerini açıklamıştır. İngiltere ve Almanya, Es-Sarrac yönetiminin tepkisine uyarak Haftar’a yönelik ambargo uygulanmasını istemektedir. Rusya’nın bu tarz unsurlara karşı çıkması etkili olup, BMGK’da Haftar’a yönelik henüz sert bir ifade kullanılmamaktadır.

Sonuç olarak Libya’da sürecin hala askerî aşamadan siyasi aşamaya geçememesi, Seyfülislam Kaddafi’nin devlet başkanlığına aday olduğunun açıklanması, ülkede sürecin tahminlerin ötesinde bir sonuç ile de tamamlanabileceğini düşündürtmektedir. Libya’da yaşananlar federalizme, konfederalizme geçilmesinin; ileride farklı devletlerin kurulması ihtimalinin dillendirilmesine, dolayısıyla geleceğe dair farklı yorumların yapılmasına olanak sağlamaktadır. Bu süreci başlatan ise daha çok dış güçlerin müdahalesi olmuştur; “dengeyi” değiştiren bu faktörün, Libya’nın 2011’den beri geçirmekte olduğu sürecin sonucunu belirlemede etkili olacağı düşünülmektedir. Haftar, Es-Sarrac veya oğul Kaddafi, yönetime kim gelirse gelsin Libya’nın önündeki süreç sıkıntılı olarak gözükmektedir. Siyasi uzlaşma sağlansa dahi gündem; kapsamlı, sorunlu ve sıkıntılıdır. Merkezî hükümetin kurulması, milislerin/silahlı güçlerin birleştirilmesi ve ekonominin düzeltilmesi atılacak en önemli adımlardır. Yönetimin birleştirilmesi; tek ordu ve tek polis gücünün oluşturulması gibi oldukça zorlu gündem maddelerini de beraberinde getirecektir.

Dr. Ceren GÜRSELER
Dr. Ceren GÜRSELER
ANKASAM Uluslararası Hukuk Danışmanı