Tarih:

Paylaş:

Türkiye-ABD İlişkilerinde Yeni Dönem

Benzer İçerikler

Sözde soykırım iddiaları, geçmişten beri Amerikan siyasetinin ilgi gösterdiği bir konudur. Azınlık oylarının belirleyici olduğu bir seçim sistemi nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) siyasetçiler, Ermeni kökenli Amerikan vatandaşlarının oyunu alabilmek adına soykırım iddialarını siyasal bir malzeme haline getirmektedir. Bununla birlikte birkaç yıl öncesine kadar, ABD’nin yasama organı ile yürütme organı arasında konuyla ilgili fikir ayrılığı göze çarpmıştır. Sözde soykırım iddiaları, birçok kez ABD Kongresi’nin gündemine gelmiş; fakat Amerikan Başkanları önemli bir müttefik olarak gördükleri Türkiye aleyhine kararlar alınmasını önlemek adına devreye girmişlerdir.

Son yıllarda Türkiye-ABD ilişkilerindeki gerginlikler bu tabloyu değiştirmiştir. 2019 yılında ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosu 1915 Olayları’nı soykırım olarak tanıyan bir karar almıştır. Nihayetinde ABD Başkanı Joe Biden, 24 Nisan 2021 tarihinde yaptığı açıklamada, “soykırım” kelimesini kullanmıştır. Böylece sözde soykırım iddialarıyla ilişkili olarak Amerikan yasaması ile yürütmesi arasındaki fikir ayrılığı ortadan kalkmıştır. Bu durum, Türkiye’nin ABD için eskisi kadar önemli olmayan bir müttefik haline geldiğini ve Biden’ın Türkiye’yi kaybetmeyi göze aldığını düşündürmektedir.

Türkiye-ABD ilişkilerinin son on yılına bakıldığında, Barack Obama’nın ikinci döneminden bu yana zaten bir kriz havasının hâkim olduğu görülmektedir. Bir başka deyişle, Biden’ın açıklamaları, ikili ilişkilerde yeni bir krizin nedeni olmaktan ziyade uzun bir süredir devam eden krizin sonucu olarak görülmelidir. Bu noktada birçok somut sorundan bahsetmek mümkündür. ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde terör örgütü PKK uzantısı PYD/YPG ile işbirliği yapması ve Türkiye’nin S-400’leri satın alması ilk akla gelen önemli anlaşmazlıklardır. Fakat görünürdeki bu sorunların altında yatan temel sorun, Türkiye ile ABD’yi yeniden yakınlaştıracak bir ortak tehdidin bulunmaması, güvenlik çıkarlarının farklılaşması ve ABD’nin Türkiye’ye eskisi kadar ihtiyaç duymamasıdır. Biden’ın bu kadar cüretkâr davranması da buradan kaynaklanmaktadır.

Türkiye ile ABD’nin temel dış politika çıkarları ve güvenlik algılamalarına bakıldığında, aktörler her geçen gün birbirinden uzaklaşan iki müttefike benzemektedir. Fakat bu çıkar farklılaşmasını iki ayrı ölçekte değerlendirmek gerekir. Uzun vadede bakıldığında, ABD’nin dış politika ilgisi Ortadoğu’dan uzaklaşıp Asya’ya yönelmektedir. Oysa ABD’nin geçmişten beri Türkiye’yi önemli bir müttefik olarak görmesinin en önemli nedeni Ortadoğu’ya yakınlığı olmuştur. Dolayısıyla uzun vadede ABD’nin Ortadoğu’daki angajmanı azaldıkça, Türkiye’nin ABD için önemi de azalacaktır.

Kısa ve orta vadede bakıldığında ise farklı bir tablo ortaya çıkmaktadır. Birincisi, ABD Ortadoğu’dan çekilmek istiyor olsa da bu durum, Ortadoğu’daki Amerikan çıkarlarının ortadan kalkması anlamına gelmemektedir. ABD, söz konusu bölgenin istikrarını güvenilir müttefikleri aracılığıyla sağlamak istemektedir. İkincisi, ABD sadece Ortadoğu bağlamında değil; genel anlamda Çin’le mücadelesinde müttefiklerinden daha fazla destek talep etmektedir. Çin’le girilecek yeni bir Soğuk Savaş’ın söz konusu olması durumunda ise müttefiklerinin kendi dış politikalarını ABD’yle eşgüdümlü hale getirmeleri beklenmektedir.

Görüldüğü üzere, uzun vadede ABD için Türkiye’nin göreli önemi azalırken; kısa ve orta vadede Türkiye halen önemli bir müttefiktir. Nitekim Biden yönetimi, Türkiye’yi ABD’yle uyumlu bir dış politika çizgisine çekmek için çaba harcamaktadır. Bu amaçla Washington yönetimi, bir yandan yaptırım kartını oynamakta ve bu yaptırımlar, daha çok Rusya’yla ilişkiler bağlamında söz konusu olmaktadır. Diğer yandan da ABD, Türkiye’ye yeni birtakım sorumluluklar vererek Ankara’yı kendisine bağlamak istemektedir. Afganistan’daki barış görüşmelerinde Türkiye’nin öne çıkarılması da bu eksende değerlendirilmelidir. Tüm bu süreç incelendiğinde ise ABD’nin Türkiye’ye karşı havuç ve sopa yöntemi izlediği görülmektedir.

Türkiye açısından en önemli sorun da burada başlamaktadır. Zira ABD, Türkiye’yi hizaya getirilmesi gereken bir müttefik olarak görmektedir. Türkiye ise karşılıklılığa dayalı bir ittifak ilişkisi talep etmektedir. Yani Ankara’nın güvenlik kaygıları ve diğer dış politika hassasiyetleri noktasında Washington yönetiminin duyarlı olması beklenmektedir. ABD, bu duyarlılığı göstermedikçe, Türkiye’nin kendi dış politikasını ABD’nin çıkarlarıyla eşgüdümleme motivasyonu da ortadan kalkmaktadır. Bu bağlamda Biden’ın sözde soykırım iddialarını bir koz olarak kullanması, Türkiye’yi ABD’ye yakınlaştıracak bir adım değildir. Aksine iki ülke arasındaki güven bunalımını daha da ağırlaştıracak bir girişimdir. ABD, kendi dış politika çıkarlarıyla uyumlu hareket eden bir müttefik görmek istiyorsa, Türkiye’nin temel ulusal güvenlik kaygılarına saygı gösteren bir davranış tarzı benimsemelidir.

İki ülke arasındaki ipler halen kopmuş değildir. Türkiye’nin birçok dış politika meselesinde ABD’nin desteğine ihtiyacı devam etmektedir. Zaten bu nedenle Biden’ın açıklamalarına kesin bir dille yanıt verilmiş ama kriz tırmandırılmamıştır. Bu yanlış bir tercih değildir; çünkü her ne olursa olsun ABD’yle iplerin koparılması Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmeyecektir.

Bu noktada Türkiye’nin hem sözde soykırım iddialarına karşı hem de ABD’yle ilişkilerde izleyebileceği farklı politika seçeneklerinden söz edilebilir. Bu farklı politikalar ve stratejiler ne olursa olsun Türkiye’nin uzun vadeli dış politika hedefi dostları fazla, düşmanları az bir ülke haline gelmek olmalıdır. Ekonomik, siyasal ve toplumsal kapasitesiyle öne çıkan ve uluslararası alanda sözü dikkate alınan bir ülkeye karşı bu tarz meselelerin bir koz olarak kullanılması daha zordur.

Sözde soykırım iddiaları siyasallaşmış bir sorundur. Türkiye’nin tarih komisyonu kurulması gibi girişimleri yerinde ve gerekli olsalar da sorunun siyasal boyutunu ortadan kaldırmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin bu iddialara karşı tarihsel ve hukuksal olduğu kadar dış politik bir zeminde de mücadele etmesi gerekmektedir. Dost ülkelerin kaybetmeyi göze alamayacağı, düşman ülkelerin ise karşısına almaktan kaçınacağı bir Türkiye, sözde soykırım iddialarının siyasallaşmasına ve bir dış politika şantajı olarak kullanılmasına daha kolay göğüs gerecektir.

Doç. Dr. Emre OZAN
Doç. Dr. Emre OZAN
Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 2008 yılında tamamladı. Yüksek Lisans derecesini İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan 2010 yılında, Doktora derecesini ise 2015 yılında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında aldı. 2011-2015 yılları arasında Gazi Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak görev yaptı. Ekim 2015’ten beri Kırklareli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak çalışmaya devam etmektedir. İlgi alanları güvenlik çalışmaları, Türk dış politikası, Türkiye’nin ulusal güvenlik politikaları ve uluslararası ilişkiler kuramlarıdır. Doç. Dr. Emre OZAN, iyi derecede İngilizce bilmektedir.