Avrupa Birliği (AB), kuruluş belgesine göre; hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlükler gibi ortak değerler üzerine inşa edilmiştir.[1] Macaristan’da son yıllarda gözlemlenen yargı bağımsızlığının zayıflatılması ve “Egemenlik Ofisi” adı altında yürürlüğe konulan yasa tasarıları, AB’nin temel değerleriyle çatışmaktadır. Avrupa Parlamentosu milletvekilleri, bu tür uygulamaların AB’nin kurucu ilkelerine aykırı olduğunu belirterek fonların askıya alınmasını talep etmiştir.
AB hukukuna göre, üye devletler AB’nin temel değerlerine saygı göstermek zorundadır. Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) da benzer durumlarda devletlerin yükümlülüklerini hatırlatmış ve hukukun üstünlüğüne aykırı uygulamaların durdurulmasını istemiştir. Örneğin, 2021 yılında Polonya’daki yargı reformları karşısında ABAD, önemli kararlar vermiş ve Polonya’ya yaptırımlar uygulanmıştır. Benzer şekilde Macaristan’a da yönelik mali yaptırımlar gündemdedir.
Avrupa Parlamentosu, Macaristan Hükümeti’nin AB değerlerine aykırı uygulamaları nedeniyle Avrupa Komisyonu’na resmi çağrıda bulunmuştur.[2] Bu çağrı, AB’nin finansman mekanizmalarının hukuki temelleri çerçevesinde üyelerin yükümlülüklerini ihlal edenlere karşı mali yaptırımlar uygulanabileceğini hatırlatmaktadır. Avrupa Parlamentosu’nun bu talebi, daha önce Polonya ve Macaristan arasında yaşanan benzer hukuki krizlerin bir devamı niteliğindedir. Özellikle 2020 yılından itibaren AB, hukukun üstünlüğü ihlallerini gerekçe göstererek fonların askıya alınması için mekanizmalar geliştirmiştir.
Siyasi açıdan bakıldığında, AP içindeki liberal, sosyal demokrat ve yeşil gruplar bu konuda oldukça kararlıyken, bazı muhafazakar ve aşırı sağ partiler bu yaptırımlara karşı çıkmaktadır. Bu durum, AP içinde politik bir çekişmeye yol açmaktadır.
Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın 2010 yılında iktidara gelişiyle birlikte ülke yönetimi belirgin şekilde merkezileşmeye başlamıştır. Orbán liderliğindeki Fidesz Hükümeti, anayasada yaptığı kapsamlı değişikliklerle yürütmenin yetkilerini genişletmiş, Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini sınırlandırmış ve medya üzerindeki bağımsız denetimi zayıflatmıştır. Özellikle son yıllarda çıkarılan “Egemenliği Koruma Yasası”, hükümeti eleştiren medya kuruluşları ve sivil toplum örgütlerini denetlemeyi ve kontrol etmeyi amaçlamaktadır. Yasaya göre, yurtdışından maddi destek alan her kişi veya kurum, potansiyel bir “dış etki unsuru” olarak soruşturulabilmektedir. Bu gelişmeler Macaristan’ı “hibrit rejim” ya da “illiberal demokrasi” olarak tanımlanan bir yönetim biçimine yaklaştırmaktadır.
Macaristan Hükümeti’nin bu politikalarının AB’nin temel değerleri olan demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarıyla çeliştiği ileri sürülmektedir. AB içindeki liberal ve sosyal demokrat gruplar, Macaristan’ı ‘yumuşak otoriterlik’ uygulamakla suçlarken; Orbán yönetimi bu eleştirileri “Brüksel’in iç işlerimize müdahalesi” olarak değerlendirmektedir.
Macaristan’ın dış politikasındaki yönelimi, AB üyeliğiyle çelişen çok sayıda stratejik adımı içermektedir. Nitekim Orbán yönetimi, AB’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlarına çekince koyan ve enerji alanında Moskova ile iş birliğini sürdüren birkaç hükümetten biridir. Macaristan, Rus devlet şirketi Rosatom ile Paks nükleer santralinin genişletilmesi için milyarlarca euroluk bir anlaşma yapmıştır. Bu, ülkeyi enerji anlamında Rusya’ya daha fazla bağımlı hale getirmektedir. Öte yandan Orbán, Vladimir Putin’le kurduğu ilişkiyi “pragmatik işbirliği” olarak tanımlasa da bu tutum, AB içinde ciddi diplomatik rahatsızlıklara neden olmaktadır.
Macaristan’ın Çin’le de yakınlaştığı görülmektedir. Budapeşte’de Çin destekli bir Fudan Üniversitesi kampüsünün açılması planlanmış, ancak kamuoyundan gelen büyük tepki sonrası proje dondurulmuştur. Buna rağmen Çin-Macaristan ilişkileri, “Kuşak ve Yol Girişimi” kapsamında güçlenmeye devam etmektedir. Bu dış politika çizgisi, Macaristan’ı Batı’dan kısmen uzaklaştırırken, ülkenin “bağımsız dış politika” söylemi üzerinden yeni müttefik arayışlarını da teşvik etmektedir. Ancak bu arayışlar, AB içindeki dayanışma ruhunu zedelemekte ve Birlik içinde bir tür “sistemsel bölünmüşlük” yaratmaktadır.
Orbán Hükümeti, AB’nin finansal kaynaklarını alırken, değerler sistemine uymaktan kaçınmakla eleştirilmektedir. Macaristan, AB bütçesinden kişi başına düşen fon miktarı açısından üst sıralarda yer alırken, bu fonların adil ve şeffaf şekilde kullanılıp kullanılmadığı uzun süredir tartışma konusudur. Bu çelişkili pozisyon, Macaristan’ın AB içinde “çıkarcı ortak” olarak görülmesine yol açmaktadır. Diğer üye ülkeler, özellikle Doğu Avrupa’da demokratik gerilemeler yaşanırken, Brüksel’in bu ülkelere karşı daha kararlı bir tavır takınması gerektiğini savunmaktadırlar.
AB bütçesi ve fonları, üye devletlerin gelişimine destek olmak üzere tasarlanmıştır. Macaristan, yıllık milyarlarca euro tutarında fon almaktadır. Ancak bu fonların hukukun üstünlüğü, demokrasi ve şeffaflık ilkelerine bağlı kalınarak kullanılması şarttır. Fonların askıya alınması, Macaristan’ın projelerini ve altyapı yatırımlarını etkileyebilir. Aynı zamanda AB, bu fonları siyasi bir baskı aracı olarak kullanmaktadır. AB’nin yeni düzenlemeleri, fonların yargı bağımsızlığı gibi kriterlere bağlı olarak verileceğini öngörmekte, bu da üye ülkelerde reform baskısını artırmaktadır.
Ekonomik olarak Macaristan, fonlardan kaynaklanan bütçe açığını kapatmak zorunda kalabilir. AB fonlarının kesilmesi, hem hükümet politikalarında değişiklik yaratma potansiyeli taşımakta hem de ekonomik istikrarsızlık riskini beraberinde getirmektedir. Macaristan’a yönelik fon kesme ve yaptırım tehdidi, AB içindeki diğer ülkeler için de bir emsal teşkil etmektedir. Eğer Macaristan, AB’nin taleplerine olumlu yanıt vermezse, fonların askıya alınması kalıcı olabilir ve bu da Macaristan’ın AB içindeki izolasyonunu derinleştirebilir.
Avrupa Parlamentosu’nun Macaristan’a yönelik fonların kesilmesi çağrısı, yalnızca bir mali yaptırım girişimi değil; aynı zamanda AB değerler sisteminin sürdürülebilirliği adına verilen normatif bir mücadeledir. Macaristan’ın giderek derinleşen demokratik erozyonu, yalnızca iç siyaseti değil, AB’nin iç bütünlüğünü ve karar alma mekanizmalarını da doğrudan etkilemektedir. Komisyon ile Parlamento arasındaki bu çekişme, AB’nin kurumlar arası işleyişinde “hukukun üstünlüğü” ilkesine ne derece öncelik verileceği sorusunu da beraberinde getirmektedir. Eğer Macaristan örneği karşısında net ve tutarlı bir tavır alınamazsa, bu durum diğer üye devletlerde de benzer eğilimlerin cesaretlenmesine neden olabilir.
Macaristan’ın Rusya ve Çin’le geliştirdiği çok yönlü diplomasi anlayışı, AB’nin jeopolitik kırılganlığını artıran önemli bir faktör olarak öne çıkmaktadır. Bu bağlamda, mesele sadece fonların kesilmesinden ibaret değildir; mesele, AB’nin kendi temel ilkelerini koruyup koruyamayacağı meselesidir. Sonuç olarak Macaristan, AB için bir test niteliğindedir. Demokratik değerler, ekonomik çıkarlar karşısında ne kadar dirençlidir? Bu soruya verilecek yanıt, sadece Macaristan’ın değil, AB’nin geleceğini de şekillendirecektir.
[1] “The Treaty of Lisbon”, Euro Parl, https://www.europarl.europa.eu/factsheets/en/sheet/5/rule-of-law, (Erişim Tarihi: 24.05.2025)
[2] “MEPs call on European Commission to cut Hungary off from EU funds”, Euro News, https://www.euronews.com/my-europe/2025/05/22/meps-call-on-commission-to-cut-hungary-off-from-eu-funds (Erişim Tarihi: 24.05.2025).