Almanya, aşırı sağ görüşlerin zemin bulduğu Avrupa ülkelerinin başında gelmektedir. Zira söz konusu ülkenin geçmişte Nazi dönemini yaşamış olması, çeşitli kesimler tarafından sağ-popülist milliyetçiliğin ve dolayısıyla neo-Nazi görüşlerin benimsenmesini kolaylaştırmaktadır. Bu kapsamda ülke, bir yandan PEGIDA gibi illegal hareketlere tanıklık ederken; diğer taraftan da 2022 yılının Aralık ayında “İmparatorluk Vatandaşları (Reichsbürger)” adıyla örgütlenen ve halihazırda Frankfurt’ta emlakçılık yapan Prens 13. Henrich’i imparator ilan etmeyi amaçlayan cuntacı bir grubun suçüstü yakalanması hadisesini yaşamıştır.
Anlaşılacağı üzere, Almanya’da aşırı sağ yükseliş trendindedir ve bu durum, yasal zeminde siyaset yapan “Almanya için Alternatif”in (AfD) seçmen kitlesini genişletmesini de kolaylaştırmaktadır. Hatırlanacağı gibi AfD, 2021 seçimlerinde %10,3 oy almıştır. Bu kayda değer bir oran olmakla birlikte, aylık olarak düzenlenen DeutschlandTrend’in 2023 senesinin Haziran ayında yayınlanan anket, AfD’nin oylarının %18 seviyesine ulaştığını öne sürmektedir.[1] Bu durum ise ilerleyen dönemlerde Almanya’da aşırı sağın iktidara gelebileceği düşüncesini gündeme taşımaktadır.
Bu noktada sorulması gereken soru ise Almanya’da aşırı sağın niçin yükseldiği ve toplumsal çekim merkezine dönüştüğüdür. Aşırı sağın temelinde zenofobinin bulunduğu düşünüldüğünde, kontrolsüz göç hareketlerinin aşırı sağ görüşlerin toplum tarafından içselleştirilmesini kolaylaştırdığı söylenebilir. Aynı zamanda mevzubahis göç hareketlerinin ağırlıklı olarak Müslüman ülkelerden gerçekleşmesi, uzun yıllardır İslam karşıtlığının yükselişini de beraberinde getirmiştir.
Dolayısıyla kökleri 1973 senesindeki Petrol Krizi’ne kadar uzanan ve El Kaide terör örgütü tarafından düzenlenen 11 Eylül 2001 tarihli terör saldırılarından sonra hız kazanan İslam karşıtlığının Arap Baharı ve özellikle de Suriye İç Savaşı sonrasındaki göç hareketleriyle birlikte zirve noktasına ulaştığını ifade etmek mümkündür. Bu da Almanya örneğinden de görüleceği üzere aşırı sağın güçlenmesine zemin hazırlamaktadır. Zira böylesi dönemlerde göç alan ülkelerde ekonomik sorunların derinleşmesi halinde kitlelerde milliyetçi refleksler ön plana çıkmaktadır. Bu da ekonomik, sosyolojik ve demografik değişimden rahatsızlık duyan grupları aşırı sağcı görüşlere yönlendirmektedir. Böylesi ortamda popülist siyasetçilerin de durumu oya devşirmek için radikal söylemleri tercih ettikleri görülmektedir.
Öte yandan AfD’nin 2023 senesinin Haziran ayındaki kamuoyu araştırmalarında bu oranları görmesi, yalnızca İslam karşıtlığıyla ilişkili değildir. Zira Avrupa’yı çok daha derinden sarsan bir gelişme söz konusudur. Bu da 24 Şubat 2022 tarihinde başlayan ve halen devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı’dır. Savaşın ardından Avrupa Birliği (AB) ülkeleri müşterek politikalar uygulamaya çalışmış ve Moskova yönetimini hedef alan yaptırımlar uygulamışsa da yaşanan enerji krizi, enerji ihtiyacının karşılanması noktasında yaşanan sorunların belirginleşmesinin akabinde sanayi devi olan bir ülke olarak Almanya’da yaşanan ekonomik sorunlar ve Tahıl Krizi sebebiyle artan gıda fiyatları, Almanya’da milliyetçi refleksleri güçlendirmiş gözükmektedir.
Bu anlamda Almanya’nın kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi gerektiği fikri kuvvet kazanmış ve AB’nin politikalarına yönelik eleştiriler gündeme gelmiştir. Her ne kadar demokrasilerin savunulması argümanı bir dereceye kadar işlese de en temelde Alman sağı, Ukrayna için Rusya’yla arayı bozmanın maliyetinden rahatsızdır.
Diğer taraftan Ukraynalı göçmenler mevzusunun da göçmen karşıtlığı bağlamında aşırı sağın ivmelenişinde etkili olduğu ifade edilebilir. Yani istihdam sorunlarının artmasına paralel olarak kitleler, karşılaştıkları sorunlara suçlu aramakta ve göçmenleri hedef haline getirmektedir. AfD’nin yükselişini de bu etkenler üzerinden okumak mümkündür. Nitekim 2022 yılında Avrupa’ya yönelik düzensiz göç hareketinin 2016 senesinden beri en yüksek seviyeye ulaşmasının Almanya’ya yansıması,[2] 2023 senesinin Haziran ayında AfD’ye verilen desteğin artmasıyla neticelenmiş gözükmektedir.
Tahmin edileceği gibi AfD’nin yükselişi, diğer siyasi görüşlerin de seçmene ulaşmak için daha milliyetçi söylemler geliştirmesine yol açabilir. Bu da keskin ulus-devletçi anlayışın yükselişine paralel olarak AB içerisindeki dayanışma anlayışını zedeleyebilir. Yani aşırı sağın yükselişi, bölünmüş bir Avrupa’ya işaret etmektedir.
Dahası ulusal hırsların belirginleşmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) küresel hegemonyasına olan itirazları da arttıracaktır. Bu da trans-Atlantik ilişkilerdeki çatlağın derinleşmesi demektir. Yani Almanya başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinde sağ-popülist siyasetin halkın sempatisini kazanması, “bölünmüş bir Batı” neticesini beraberinde getirebilir. Elbette bu durum ise ABD’nin küresel hedeflerine zarar verecektir.
Sonuç olarak Arap Baharı ve Suriye İç Savaşı sonrasında hız kazanan zenofobi ve göçmen karşıtlığı, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde aşırı sağın güçlenmesini sağlamıştır. Bu sürece Rusya-Ukrayna Savaşı’nın eklenmesi ise aşırı sağın yükselişini daha da ivmelendirmiştir. Sadece Almanya’yla sınırlı olmayan bir durum söz konusu olsa da mevzubahis ülkede AfD’ye olan ilginin arttığını gösteren anketler mühim bir örnek teşkil etmektedir.
[1] “German far Right Surges in Polls, Alarming Mainstream Parties”, Euronews, https://www.euronews.com/2023/06/02/german-far-right-surges-in-polls-alarming-mainstream-parties, (Erişim Tarihi: 03.06.2023).
[2] “Migrant Entry Numbers into Europe Hit Six-Year High in 2022”, The Hindu, https://www.thehindu.com/news/international/migrant-entry-numbers-into-europe-hit-six-year-high/article66373517.ece/amp/, (Erişim Tarihi: 03.06.2023).
