Uluslararası ilişkilerde sistemin düzeni sadece kurumlar ve askeri dengeler üzerine kurulmamaktadır; mevcut düzen aynı zamanda anlamlar, değerler ve kimlikler üzerinden yeniden inşa edilmektedir. Post-yapısalcı uluslararası ilişkiler yaklaşımı, özellikle David Campbell’ın dış politikada kimlik kuramı (1992) çerçevesinde devletlerin kendilerini “öteki aktöre” karşı söylemsel olarak kurduklarını ortaya koymuştur. Bu kurgu dış politikadan ziyade iç siyasetteki kimlik ve bu kimliğin dünyayla olan ilişkisini de önemli ölçüde etkilemektedir. Kimliklerin söylemsel düzeyde ciddi dönüşümler geçirdiği bir zamanda uluslararası ilişkileri sadece gerçekçilik çerçevesinde ele almak yüzeysel bir analiz sunmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) “liberal ve özgür dünyanın lideri” ve Amerikan rüyasını iç sosyoekonomik tahayyülden uluslararası düzlemde evrenselliğin temsilcisi kimliği özellikle “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap (MAGA 2.0)” vizyonundan sonra restorasyona uğramıştır.[i] Tarihin sonunun gittikçe değiştiği ve şekillendiği dünyada MAGA 2.0 ilk bakışta bir restorasyon vaadi gibi görünse de özünde beyaz kimliğin, Protestan etiğin ve yerli aidiyetin merkeze alındığı yeni bir Amerikan milliyetçiliği yaratmıştır. Bu söylem, artık göçmenleri tehdit olarak kodlamakta, çokkültürlülüğü bir zayıflık olarak görmektedir. Söylemsel düzeyde ABD, artık “evrensel değerler” üretmeye çalışan bir özne değil, kendi sınırlarını korumaya çalışan bir özne haline gelmiştir. Bu da Campbell’ın vurguladığı gibi, içerideki kimlik krizini dış politika söylemine yansıtan bir izdüşümdür.
Son yirmi yılda ABD, Çin’e yönelik tutumu ekonomik işbirliğinden açık bir düşmanlığa evrilmektedir. Liberal düzlemde yeni liderlik Çin’e geçmiş gibi görünse de Çin bu düzenin seçilmiş unsurlarını benimsemektedir; bu değerleri dönüştürmekte ya da doğrudan zorlamaktadır. Çin, serbest ticaret, altyapı yatırımları ve küresel ekonomik bağlantısallık gibi liberal ekonomik ilkeleri sürdürmekte kararlıdır; Kuşak ve Yol Girişimi (KYG), Asya Altyapı Yatırım Bankası ve BRICS+ gibi mekanizmalarla bu ağları genişletmektedir.
ABD’li medya organları ve siyasetçiler sürekli bir Çin karşıtı söylem benimserken, ABD hükümeti Çin’e ticaret kısıtlamaları ve yaptırımlar uygulamaktadır. ABD-Çin ilişkisini, kapitalist dünya sistemi bağlamında anlamak gerekir. “Küresel Kuzey” olarak da anılan merkez ülkelerdeki sermaye birikimi, “Küresel Güney” olarak tanımlanan çevre ve yarı çevre ülkelerden sağlanan ucuz iş gücü ve kaynaklara dayanmaktadır.[ii] Bu hususta, küresel tedarik zincirlerine hükmeden çok uluslu şirketlerin yüksek kârlar elde edebilmesi açısından kritiktir. Merkez ile çevre arasındaki sistematik fiyat farkı, uluslararası ticarette eşitsiz değişim yoluyla çevreden merkeze büyük miktarda değerin aktarılmasını sağlar.
1980’lerden itibaren Çin, Batılı yatırımlara ve ticarete açıldığından bu yana bu sistemin kilit bir parçası haline gelmiştir. Çin, Batılı şirketler için ucuz ama aynı zamanda yüksek vasıflı ve verimli bir iş gücü sunmuştur. Örneğin Apple’ın üretimi büyük ölçüde Çinli işçilere dayanmaktadır.[iii] Günümüzde merkez ülkelerdeki sermaye sınıfı, ucuz iş gücüne ve kaynaklara erişimi yeniden sağlamak için çözüm aramaktadır. Batılı iş dünyası medyasında daha sık dile getirilen bir seçenek, üretimin ücretlerin daha düşük olduğu Asya’nın diğer bölgelerine kaydırılmasıdır. Ancak bu durum, üretim kayıpları, yeni personel bulma zorunluluğu ve tedarik zinciri kesintileri gibi ciddi maliyetler barındırmaktadır. Diğer seçenek ise Çin’de ücretlerin yeniden düşürülmesidir; bu hususta ABD’nin Çin’e olan baskısı devam etmektedir.
ABD’nin Çin’e karşı düşmanlığını körükleyen ikinci unsur ise teknolojidir. Pekin, son 10 yılda sanayi politikalarını stratejik sektörlerde teknolojik gelişimi önceliklendirecek biçimde olağanüstü ilerleme kaydetmiştir. Çin, bugün dünyanın en büyük hızlı tren ağına, kendi yolcu uçaklarına, yenilenebilir enerji kaynaklarına, elektrikli araçlara, tıbbi teknolojiye, akıllı telefonlara, mikroçip üretimi ve yapay zekâya sahiptir. Bunlar genellikle yüksek gelirli Batılı ülkelerden beklenen değerlerdir. Fakat Çin, kişi başı gelir açısından gelişmiş ekonomilerin %80 altında olmasına rağmen bunu başarmaktadır.[iv]
Çin’in kişi başı askeri harcaması küresel ortalamanın altındadır. ABD ve müttefiklerine bakıldığında Çin’den yedi kat daha fazla askeri harcama yapıldığı görülmektedir. Ayrıca ABD’nin Çin’e kıyasla sekiz kat daha fazla nükleer silahı bulunmaktadır.[v] Bu hususta Campbell, güvenlik söylemlerinin nasıl kimlik ürettiğini analiz ederken devletlerin, kendi rollerini olumlu gösterecek şekilde dünyayı “düzen” ve “kaos” olarak çerçevelendirdiğini öne sürmektedir. Çin’in dış politika belgelerinde “kalkınma hakkı”, “medeniyetler arası diyalog”, “uluslararası eşitlik” gibi değerleri estetize etmesi, onun kimliğini yumuşak güç üzerinden meşrulaştırdığını göstermektedir.
Bu bağlamda Çin, klasik anlamda liberal uluslararası düzenin lideri değil; daha ziyade bu düzenin içinden yükselmiş ve onu kendi jeopolitik çıkarları doğrultusunda şekillendiren bir güçtür. ABD’nin öncülüğünde kurulan kurallı uluslararası sistemin meşruiyeti, bizzat sistemin kurucularının içe kapanma, göç karşıtlığı ve milliyetçi söylemleriyle zedelenirken; Çin “çok-kutuplu”, “Batı dışı” ve “kapsayıcı” bir düzen vizyonunu söylemsel olarak “Tianxia” gibi kavramlarla meşrulaştırmaktadır. Bu noktada Ikenberry’nin liberal kurumsalcı çerçevesi, Çin’in mevcut düzenin “yararlanıcısı” olduğu, ancak bu düzenin normatif temellerini paylaşmadığı vurgusuyla anlam kazanırken; realist kuramcılar Çin’in uzun vadede Batı merkezli normları dışlayan yeni bir düzen kurma niyetine işaret etmektedir. Sonuç olarak Çin’i yeni liberal düzenin lideri olarak değil, daha çok post-liberal ya da alternatif çok-kutuplu bir sistemin kurucu aktörü olarak değerlendirmek daha isabetli olacaktır.
[i] “What MAGA 2.0 Means for America”, Martens Centre for European Studies, https://www.martenscentre.eu/blog/what-maga-2-0-means-for-america/, (Erişim Tarihi: 05.08.2025).
[ii] “The real reason the West is warmongering against China”, Aljazeera, https://www.aljazeera.com/opinions/2025/8/3/the-real-reason-the-west-is-warmongering-against-china, (Erişim Tarihi: 05.08.2025).
[iii] Aynı yer.
[iv] Aynı yer.
[v] Aynı yer.