Analiz

Kuraklık Kıskacında Bir Kıta: Afrika’da Açlığın Jeopolitiği

Küresel düzeyde iklim adaletsizliğinin en çarpıcı örneği Afrika’da yaşanmaktadır.
İklim temelli sorunlar, salt çevresel değil; aynı zamanda güvenlik, siyaset ve toplumsal istikrar açısından da değerlendirilmelidir.
Uluslararası toplumun görevi, bu yerel çabaları desteklemek ve iklim adaletine uygun finansal modeller geliştirmektir.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Afrika Kıtası, bugün bir kavşakta durmaktadır. Bu kavşak, yalnızca geçmişin yaralarıyla şekillenmiş bir yoksulluğun, yönetişim eksikliklerinin ya da altyapı sorunlarının kavşağı değil; aynı zamanda iklim krizinin yıkıcı etkileriyle beslenen yeni bir gıda güvensizliği ve çevresel istikrarsızlık çağının eşiğidir. Doğu Afrika’dan Sahel kuşağına, Güney Afrika’nın kurak ovalarından Kızıldeniz kıyılarına kadar uzanan geniş bir coğrafyada, iklim temelli kuraklık krizleri, tarımsal üretimin istikrarını sarsmakla kalmamakta; aynı zamanda kitlesel göçleri, sosyal patlamaları ve siyasal kırılmaları da tetiklemektedir. Mevcut insani felaketin arkasında yalnızca azalan yağış miktarları değil, aynı zamanda bu doğa olaylarının üzerine binmiş olan eşitsiz kalkınma politikaları, kırılgan devlet yapıları ve küresel adaletsizlikler de bulunmaktadır. Afrika’da yaşanan açlık meselesi, artık sadece gıda yokluğu olarak değil, küresel sistemdeki pay ve güç mücadelelerinin sahaya yansıması olarak da değerlendirilebilir. Bu nedenle konu yalnızca “ne yeneceği” ya da “nasıl yetiştirileceği” üzerine değil, aynı zamanda “kimin besleyeceği” ve “kimin aç kalacağı” üzerine de yoğunlaşmalıdır.

Reuters’da yer alan habere göre, Batı ve Orta Afrika’da 50-60 milyon civarında insan, akut gıda güvencesizliği yaşamaktadır.[1] Bu sayının, kıta genelinde gözlemlenen ani kuraklık dalgalarının yanı sıra çatışmalar, ekonomik krizler ve tarımsal yapısal yetersizliklerle doğrudan bağlantılı olduğu vurgulanmaktadır. Özellikle Doğu Afrika’da Etiyopya, Somali ve Kenya üçgeninde beşinci yıl üst üste yaşanan “yağmursuz mevsimler”, yerel halk için hayvancılığın sonu ve göçe zorlayan yaşam koşulları anlamına gelmektedir. Aynı şekilde Sahel bölgesinde yer alan Burkina Faso, Nijer ve Mali gibi ülkelerde de hem terörle mücadele hem de iklim kaynaklı krizler iç içe geçmiş durumdadır. Üstelik bu bölgelerde iklimsel değişikliklerin önceden kestirilememesi, tarımın verimliliğini azaltırken gıda fiyatlarında da radikal artışlara neden olmaktadır. Uluslararası yardım kuruluşlarının sayıca azalması ve bölgeye ulaşım olanaklarının kısıtlılığı da bu durumu daha da vahim hale getirmektedir. Özetle Afrika, bugün hem üretim hem erişim hem de dayanıklılık anlamında bir gıda felaketine doğru ilerlemektedir.

Kıtanın iklim hassasiyeti sadece artan sıcaklıklarla ya da azalan yağışlarla sınırlı değildir. Tarım teknolojilerinin yetersizliği, sulama altyapısının zayıflığı, gıda zincirlerinin parçalanmış yapısı ve politik istikrarsızlıklar gibi unsurlar, kuraklıkların etkisini katmerli hale getirmektedir. Örneğin Sudan’da devam eden iç savaş nedeniyle verimli Nil havzası arazileri kullanılamaz hale gelirken, aynı bölgenin alt yapı sistemleri çökmüş durumdadır. Benzer şekilde Mozambik ve Zimbabve’de de kuraklıkla birleşen politik dalgalanmalar, kırsal nüfusun şehir merkezlerine göçünü hızlandırmaktadır. Bu da şehirlerdeki gıda talebini artırarak fiyatların kontrol edilemez hale gelmesine neden olmaktadır. Bu noktada Afrika’nın mevcut iklim rejimi, yalnızca ekolojik değil; aynı zamanda ekonomik ve toplumsal bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarım politikalarının merkezi planlamayla değil, yerel ihtiyaçlara göre esnekleştirilmiş katılımcı modellerle yenilenmemesi, bu tehdidin her yıl katlanarak artmasına yol açmaktadır. Gıda krizi, artık salt doğa kaynaklı bir sorun değil; yönetilememenin, öngörü eksikliğinin ve uluslararası dayanışmadaki boşluğun bir sonucu olarak karşımızda durmaktadır.

Küresel düzeyde iklim adaletsizliğinin belki de en çarpıcı örneği Afrika’da yaşanmaktadır. Afrika, dünya genelinde atmosfere salınan karbonun yalnızca %3’ünden sorumlu olmasına rağmen iklim değişikliğinin en sert darbelerine maruz kalan kıta konumundadır. Bu yapısal adaletsizlik, aynı zamanda Afrika’nın küresel iklim müzakerelerindeki zayıf temsilinden ve kalkınma projelerine erişimdeki eşitsizlikten de kaynaklanmaktadır. Örneğin Afrika ülkeleri, Paris Anlaşması kapsamında taahhüt ettikleri karbon azaltım hedeflerini gerçekleştirebilmek için yıllık yaklaşık 300 milyar dolarlık yeşil finansmana ihtiyaç duymaktadır. Buna rağmen bu finansmanın yalnızca %15’i bugüne dek sağlanabilmiştir.[2] Bu durum, yeşil tarım, sürdürülebilir enerji ve iklim dayanıklı altyapı gibi alanlarda Afrika’nın geri kalmasına neden olmakta, aynı zamanda dışa bağımlılığı artırmaktadır.

Avrupa Birliği ve ABD gibi küresel aktörlerin bu konudaki vaatleri çoğu zaman politik retorikten öteye geçmemekte, uygulama düzeyinde ise görünür bir etki yaratmamaktadır. Çin gibi yükselen güçlerin Afrika’ya yönelik yeşil enerji yatırımları da daha çok stratejik öncelikler temelinde ve büyük ölçüde hammadde teminine yönelik şekillenmektedir. Dolayısıyla kıta hem Batı’nın sözüne hem Doğu’nun çıkarına sıkışmış bir durumda, iklim adaletinin nesnesi ama öznesi olmayan bir yapıda kalmaktadır.

Bölgesel düzeyde bakıldığında, Afrika’nın krize verdiği tepkiler de oldukça parçalı ve eşgüdümsüzdür. Afrika Birliği, 2023 yılında “Afrika İklim Zirvesi”ni Nairobi’de düzenleyerek ortak bir yeşil büyüme vizyonu ortaya koymuştur. Ancak bu vizyonun yerel yönetimler, topluluk temelli örgütler ve çiftçiler tarafından benimsenip benimsenmediği hâlâ belirsizdir. Çoğu ülke, iklim stratejilerini dış donörlerin sağladığı fonlara bağlamış durumdadır. Bu da kriz dönemlerinde planların askıya alınmasına yol açmaktadır. Örneğin Tanzanya ve Uganda, tarımda dijitalleşmeyi ve iklim verilerini daha etkin kullanmayı hedeflese de yerel seviyede teknik altyapı eksiklikleri nedeniyle bu projeler uygulanabilir olmaktan uzaktır. Aynı şekilde Batı Afrika’daki ECOWAS ülkeleri arasında bir erken uyarı sistemi kurma çabaları da sahada veri eksikliği ve siyasi uyumsuzluk nedeniyle sonuçsuz kalmıştır. Bu bağlamda Afrika’nın krize verdiği tepkilerin başarılı olabilmesi için yalnızca merkezi hükümetlerin değil, yerel toplulukların, kadınların, gençlerin ve küçük üreticilerin de sürece katılması, çok katmanlı ve kapsayıcı bir iklim yönetişimi modeli geliştirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde çözüm söylemi ile uygulama arasındaki makas daha da açılacaktır.

Önümüzdeki beş yıl içinde Afrika’da kuraklık kaynaklı krizlerin daha da derinleşmesi yüksek olasılıktır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2022 yılı raporlarına göre, Sahra Altı Afrika’nın batı ve doğu kesimlerinde yağış rejimi önemli ölçüde bozulacak; yağmur mevsimi gecikmeli başlayıp kısalacak, kuraklık süreleri yaklaşık iki kat artabilecektir.[3] Bu, sadece kuraklık dönemlerinin uzaması anlamına gelmeyecek, aynı zamanda sel, hortum ve fırtına gibi aşırı hava olaylarının daha sık yaşanacağına işaret etmektedir. Bu süreçte özellikle göç baskısının artacağı, kırsal kesimden kentsel alanlara yoğun bir geçiş yaşanacağı ve bunun da şehirleşme krizini tetikleyeceği tahmin edilmektedir.

Lagos, Nairobi, Addis Ababa gibi metropollerin etrafında çarpık kentleşmenin artması, altyapı hizmetlerinin çökmeye başlaması ve yeni sosyal sınıf çatışmalarının ortaya çıkması muhtemeldir. Aynı zamanda gıda krizlerinin istismar edilmesiyle radikal grupların belli bölgelerde güç kazanması, özellikle Sahel’de yeniden mobilize olmaları da olası senaryolar arasında yer almaktadır. Bu nedenle iklim temelli sorunlar, salt çevresel değil; aynı zamanda güvenlik, siyaset ve toplumsal istikrar açısından da değerlendirilmelidir. Bu bağlamda Afrika’daki iklim krizine verilen her gecikmeli yanıt, sadece insan hayatı değil, bir kıtanın gelecek kuşakları açısından da telafi edilemez zararlar doğuracaktır.

Bu noktada çözüm yolları yalnızca bağışlara, insani yardımlara ya da dış müdahalelere indirgenmemelidir. Afrika’nın kendi potansiyelini açığa çıkaracak yerli çözüm mekanizmaları oluşturması şarttır. Agroekoloji temelli tarım modellerinin yaygınlaştırılması, su kaynaklarının yönetiminde topluluk temelli modellerin uygulanması ve kuraklığa dayanıklı tohumların yaygınlaştırılması gibi yöntemler, bu süreçte ön plana çıkarılmalıdır. Aynı zamanda üniversitelerin, araştırma merkezlerinin ve yerel bilginin sentezlenmesiyle oluşturulacak yeni bir tarımsal bilgi sistemi hayati önem taşımaktadır. Uluslararası toplumun görevi, bu yerel çabaları desteklemek ve iklim adaletine uygun finansal modeller geliştirmektir. Afrika’nın küresel iklim yönetişiminde pasif konumdan aktif aktörlüğe geçmesi, yalnızca kıtanın değil, tüm dünyanın faydasına olacaktır. Zira Afrika’da çözülemeyen bir iklim krizi, dünyanın diğer bölgelerinde de etkisini ekonomik göç, güvenlik tehditleri ve küresel fiyat dalgalanmaları olarak gösterecektir. Bu nedenle Afrika’yı “yardım alan” değil, “çözüm sunan” bir aktör olarak görme zamanı gelmiştir.

Sonuç olarak Afrika’da yaşanan kuraklık ve açlık krizi, sadece kıta halklarının değil, küresel sistemin bütününün sorumluluğudur. Bu kriz, yalnızca iklimin değil, kolektif ihmallerin, küresel eşitsizliklerin ve sürdürülemez kalkınma pratiklerinin doğrudan sonucudur. Bugün Somali’de kuruyan bir kuyu, Paris’te raflardaki fiyatları etkileyebilir. Zimbabve’de ekilemeyen bir tarla, Çin’in hammadde stratejisini zorlayabilir. Bu nedenle Afrika’daki iklim-farklılık ikilemi, yalnızca insani değil, aynı zamanda jeopolitik bir meseledir. Eğer dünya, Afrika’ya sadece yardım edilecek bir alan değil, birlikte yürünecek bir ortak olarak bakmayı başarırsa; bu kriz, kıtanın yeni bir yeşil dirilişe dönüşmesinin başlangıcı olabilir. Aksi takdirde Afrika yalnızca kendi geleceğini değil, dünyanın vicdanını da kaybetmiş olacaktır. Ve belki de gelecekte, “dünya neden yandı?” sorusuna verilecek ilk cevaplardan biri, “çünkü Afrika susuz kaldı” olacaktır.


[1]Conflict, extreme weather worsening hunger in West, Central Africa, WFP warns”, Reuters, 9 Mayıs 2025, https://www.reuters.com/world/africa/conflict-extreme-weather-worsening-hunger-west-central-africa-wfp-warns-2025-05-09/, (Erişim Tarihi: 06.07.2025).

[2] “Climate Finance.” United Nations – Climate Action. https://www.un.org/en/climatechange/raising-ambition/climate-finance, (Erişim Tarihi: 06.07.2025).

[3] Intergovernmental Panel on Climate Change. (2022). Chapter 9: Africa. In H.-O. Pörtner, D. C. Roberts, M. Tignor, vd. (Ed.), Climate Change 2022: Impacts, Adaptation and Vulnerability. Contribution of Working Group II to the Sixth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change (AR6 WGII). Cambridge University Press. https://www.ipcc.ch/report/ar6/wg2/chapter/chapter-9/, (Erişim Tarihi: 06.07.2025).

Göktuğ ÇALIŞKAN
Göktuğ ÇALIŞKAN
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde lisans eğitimi alan Göktuğ ÇALIŞKAN, aynı süreçte çift anadal programı kapsamında üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yer alan Uluslararası İlişkiler bölümünde de eğitim görmüştür. 2017 yılında lisans mezuniyetini tamamladıktan sonra Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisans programına başlayan Çalışkan, bu programı 2020 yılında "Hindistan Şiiliği ve İran’ın Hindistan Politikasının Yumuşak Güç Çerçevesinde Değerlendirmesi: Kontrüktivist Bir Bakış" adlı teziyle başarı ile tamamlamıştır. 2018 yılında ise çift ana dal programı kapsamında eğitim gördüğü Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olmuştur. Millî Eğitim Bakanlığı Yurtdışı Seçme ve Yerleştirme (YLSY) programı kapsamında Fransa’da dil eğitimi alan Göktuğ Çalışkan, ardından Fas’ta bulunan Uluslararası Rabat Üniversitesinde 2. yüksek lisansını "La Présence Chinoise En Afrique Et L’évaluation De La Politique Africaine De La Chine Dans Le Contexte Du Projet « La Ceinture Et La Route » : Les Cas du Kenya et de l’Ouganda" (Çin'in Afrika'daki Varlığı ve Çin'in Afrika Politikasının Kuşak ve Yol Projesi Bağlamında Değerlendirilmesi: Kenya ve Uganda Örnekleri) teziyle 2022 yılında tamamlamıştır. Aynı zamanda Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi olan Çalışkan, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde de doktorasına devam etmektedir. Çalışkan, ayrıca YLSY kapsamında Fas’ta yine Uluslararası Rabat Üniversitesi’nde doktoraya başlamıştır. Ankasam Uluslararası İlişkiler uzmanı olarak çeşitli konularda röportajları ve analizleri bulunan Çalışkan, kitap bölümleri, makaleler ve kitap incelemelerine de devam etmektedir. Çalışkan, iyi derecede İngilizce ve Fransızca bilmekte olup, Çin-Afrika İlişkileri, Sahel, Sahel’de Din ve Güvenlik, İran, Şiilik, Hindistan, Gıda Güvenliği, Afrika'da İklim, İsyanlar ve Terörizm, Afrika Jeopolitiği, Kuşak ve Yol Projesi, Orta Asya üzerine akademik çalışmalarını sürdürmektedir.

Benzer İçerikler