Analiz

Otonom Silah Sistemlerinin Yükselişi

Savaşın dijitalleşmesi, AWS’leri geleceğin çatışmalarında yalnızca bir seçenek değil, bir norm haline getirebilir.
AWS sistemleri, insan müdahalesi olmadan hedef tespiti, karar verme ve angajman gerçekleştirebilen makineler olarak tanımlanır.
Uluslararası insancıl hukuk çerçevesinde AWS’lerin en çok tartışıldığı konulardan biri, orantılılık ve ayrım ilkelerinin bu sistemler tarafından nasıl sağlanacağıdır.

Paylaş

Bu yazı şu dillerde de mevcuttur: English Русский

Yapay zekâ destekli Otonom Silah Sistemleri’nin (AWS) savaş alanında giderek yaygınlaşması, sadece askeri stratejilerde değil, aynı zamanda uluslararası hukukta da yapısal bir sorgulamayı tetiklemektedir. Bu teknolojilerin geliştirilmesi ve muharebe sahalarında kullanılmaya başlanması, klasik savaş hukukunun dayandığı insan kontrolü, sorumluluk zinciri ve orantılılık gibi temel ilkeleri tehdit etmektedir. Dolayısıyla hukuki düzenlemeler ile teknolojik ilerlemeler arasındaki mesafe dramatik biçimde açılmaktadır. Bugün, AWS’lerin meşruiyeti yalnızca teknik güvenlik sorunlarıyla değil; aynı zamanda insan hakları hukuku, uluslararası insancıl hukuk ve uluslararası ceza hukukunun sınırlarıyla da doğrudan ilişkili hale gelmiştir.

AWS sistemleri, insan müdahalesi olmadan hedef tespiti, karar verme ve angajman gerçekleştirebilen makineler olarak tanımlanır. Bu sistemler, hem hava araçlarında (örneğin kamikaze dronlar), hem kara sistemlerinde hem de deniz platformlarında çeşitli prototiplerle denenmektedir. Başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Çin, Rusya, İsrail ve Güney Kore olmak üzere birçok ülke, bu alandaki Ar-Ge süreçlerine büyük yatırımlar yapmaktadır. Ancak AWS’lerin giderek daha fazla özerklik kazanması, silahlı çatışmaların kontrol edilebilirliği, sivil kayıpların önlenmesi ve askeri etik açısından ciddi kaygılar doğurmaktadır. Özellikle “insanın kontrol döngüsünde olması” ilkesinin terk edilmesi, insanın savaş üzerindeki ahlaki ve hukuki sorumluluğunu bulanıklaştırmaktadır.

Uluslararası insancıl hukuk çerçevesinde AWS’lerin en çok tartışıldığı konulardan biri, orantılılık ve ayrım ilkelerinin bu sistemler tarafından nasıl sağlanacağıdır. Cenevre Sözleşmeleri ve ek protokoller, savaşta siviller ile muharipler arasında kesin ayrım yapılmasını ve askeri hedeflerle orantısız güç kullanılmamasını öngörmektedir. Ancak AWS’lerin algoritmalarla bu ayrımları gerçekleştirmesi hem teknik sınırlılıklar hem de veri yanlılığı gibi nedenlerle güvenilir değildir. Örneğin, bir otonom sistemin çocuk ile savaşçı arasındaki farkı ayırt etmesi veya bir askeri hedefin çevresindeki potansiyel sivil varlığı doğru analiz etmesi hâlen ciddi bir belirsizlik alanıdır. Bu, sadece teknik değil, doğrudan hukuki sorumluluk ve kuralların uygulanabilirliği açısından da bir kriz doğurmaktadır.

Bir diğer mesele, AWS’lerin neden olduğu zararlar karşısında sorumluluğun kime ait olacağı sorusudur. Geleneksel savaş hukukunda, bir askerin veya komutanın ihlali, devlet sorumluluğunun yanı sıra bireysel cezai sorumluluğu da beraberinde getirir. Ancak AWS’lerde karar verici mekanizmanın bir algoritma olması, bu sorumluluğun ne geliştirici şirkete ne komutanlara ne de devlete doğrudan yüklenmesini kolaylaştırmaktadır. Bu durum, uluslararası ceza hukukunda cezai ehliyet, kasıt ve kusur kavramlarının geçerliliğini sorgulatan yeni bir dönemi başlatmaktadır. Özerk bir sistemin eylemlerinden dolayı kim sorumlu tutulacaktır? Bu sorunun açık bir cevabı bulunmadıkça AWS’lerin kullanımı, uluslararası hukuk açısından gri bir alan olmaya devam edecektir.

AWS’lerin uluslararası hukukla bağdaşabilirliğini tartışan ilk kapsamlı girişimlerden biri, 2013 yılında “Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Ofisi (UNODA)” ve ardından 2017 yılında Cenevre’de toplanan “Ölümcül Otonom Silah Sistemleri (LAWS)” hükümetler arası uzmanlar toplantılarıdır. Bu toplantılar, AWS’lerin tamamen yasaklanmasını talep eden devletler ile bu sistemleri savunma ve düzenlemeye açık olan ülkeler arasında keskin bir bölünme yaratmıştır. Özellikle Küresel Güney ülkeleri (Brezilya, Pakistan, Meksika ve Arjantin), AWS’lerin yasaklanmasını talep ederken; ABD, İsrail, Rusya ve Çin gibi ülkeler yalnızca etik çerçevede düzenleme yapılmasını savunmaktadır. Bu bölünme, AWS’lere yönelik evrensel bir hukuki rejimin oluşturulmasını imkânsız kılmakta ve uluslararası toplumda ciddi bir normatif boşluk yaratmaktadır.

Bu bağlamda bazı devletler, “önleyici yasaklama (preemptive ban)” çağrısı yapmaktadır. Bu yaklaşım, teknolojik gelişmeler tamamlanmadan önce hukukî çerçevenin belirlenmesini ve potansiyel tehditlerin ortaya çıkmadan sınırlandırılmasını öngörmektedir. Ancak bu yaklaşım, özellikle büyük güçlerin stratejik çıkarlarıyla ters düşmektedir. Çünkü AWS, düşük maliyetli ve hızlı savaş kapasitesi sunarken aynı zamanda insani ve siyasi maliyetleri düşürdüğü için tercih edilen bir araç haline gelmiştir. Ayrıca YZ temelli AWS’ler büyük ölçüde özel şirketlerce geliştirildiği için devlet-dışı aktörlerin uluslararası hukuk çerçevesine tabi olup olmayacağı da ayrı bir tartışma başlığıdır.

AWS sistemlerinin kullanımı, uluslararası ilişkiler teorileri açısından da yeni bir paradigma yaratmaktadır. Realist bakış açısına göre, AWS’ler büyük güçlerin mutlak güvenlik ve caydırıcılık kapasitesini artırmakta; ancak bu durum aynı zamanda asimetrik savaşlara ve etik dışı angajmanlara da kapı aralamaktadır. Liberal teoriler ise AWS’lerin denetlenebilir, şeffaf ve hukuka bağlı bir rejim altında tutulması halinde çatışmaları azaltabileceğini öne sürmektedir. Konstrüktivist yaklaşım ise AWS’lerin sadece bir silah değil, aynı zamanda etik normları ve savaşın doğasını dönüştüren sembolik araçlar olduğunu vurgular. Dolayısıyla AWS’lerin yaygınlaşması, uluslararası norm yapım süreçlerini, güç dengelerini ve savaşın doğasını dönüştüren çok boyutlu bir olgudur.

AWS’lere yönelik ilk düzenleyici hamleler, küresel değil bölgesel düzeyde daha olası görünmektedir. Avrupa Birliği (AB) içinde bazı ülkeler, bu silahların etik dışı olduğunu savunmakta ve yasaklanmasını talep etmektedir. Almanya ve Avusturya, insan kontrolünün dışına çıkan silah sistemlerine karşı açıkça tavır almıştır. Afrika Birliği’nde de bazı üyeler, AWS’lerin çatışma bölgelerinde kontrolsüz biçimde yayılmasından endişe duymakta, özellikle Sahel gibi kırılgan bölgelerde insani hukuk ihlallerinin artacağına dikkat çekmektedir. Bu yönüyle AWS karşıtı duruş, aslında küresel adalet, eşitlik ve savaş hukukunun korunması gibi normatif ilkeler üzerinden şekillenmektedir.

Savaşın dijitalleşmesi, AWS’leri geleceğin çatışmalarında yalnızca bir seçenek değil, bir norm haline getirebilir. Bu noktada insan-merkezli savaş hukuku ile makine-merkezli angajman dinamikleri arasında giderek büyüyen boşluk, yalnızca hukuki kriz değil, aynı zamanda etik bir türbülans doğurmaktadır. Uluslararası toplumun karşı karşıya olduğu zorluk ne yalnızca bu silahları düzenlemektir ne de yalnızca yasaklamaktır; asıl mesele, insanın savaştaki rolünü, sorumluluğunu ve ahlaki pozisyonunu koruyarak teknolojiyi sınırlandırabilmektir. Aksi takdirde insan sorumluluğunun dışlandığı bir savaş düzeni, yalnızca savaş hukukunu değil, tüm uluslararası düzeni tehdit eden bir distopyayı beraberinde getirebilir.

Sonuç itibarıyla yapay zekâ destekli otonom silah sistemlerinin yükselişi, yalnızca bir teknolojik ilerleme değil; uluslararası hukuk, strateji, etik ve insan hakları bakımından çok boyutlu bir meydan okumadır. Bu silahların uluslararası hukukla nasıl uyumlaştırılacağı, devletlerin hangi normatif çerçevede hareket edeceği ve yeni savaş düzeninin kimler tarafından belirleneceği soruları, yalnızca hukukçuların değil, diplomatların, stratejistlerin ve insanlık vicdanının da ortak yanıt aradığı sorulardır. Bu bağlamda AWS’ler üzerine geliştirilecek küresel bir normatif çerçevenin oluşturulması, önümüzdeki on yılın uluslararası düzenini şekillendirecek temel alanlardan biri olacaktır.

Göktuğ ÇALIŞKAN
Göktuğ ÇALIŞKAN
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde lisans eğitimi alan Göktuğ ÇALIŞKAN, aynı süreçte çift anadal programı kapsamında üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yer alan Uluslararası İlişkiler bölümünde de eğitim görmüştür. 2017 yılında lisans mezuniyetini tamamladıktan sonra Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisans programına başlayan Çalışkan, bu programı 2020 yılında "Hindistan Şiiliği ve İran’ın Hindistan Politikasının Yumuşak Güç Çerçevesinde Değerlendirmesi: Kontrüktivist Bir Bakış" adlı teziyle başarı ile tamamlamıştır. 2018 yılında ise çift ana dal programı kapsamında eğitim gördüğü Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olmuştur. Millî Eğitim Bakanlığı Yurtdışı Seçme ve Yerleştirme (YLSY) programı kapsamında Fransa’da dil eğitimi alan Göktuğ Çalışkan, ardından Fas’ta bulunan Uluslararası Rabat Üniversitesinde 2. yüksek lisansını "La Présence Chinoise En Afrique Et L’évaluation De La Politique Africaine De La Chine Dans Le Contexte Du Projet « La Ceinture Et La Route » : Les Cas du Kenya et de l’Ouganda" (Çin'in Afrika'daki Varlığı ve Çin'in Afrika Politikasının Kuşak ve Yol Projesi Bağlamında Değerlendirilmesi: Kenya ve Uganda Örnekleri) teziyle 2022 yılında tamamlamıştır. Aynı zamanda Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi olan Çalışkan, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde de doktorasına devam etmektedir. Çalışkan, ayrıca YLSY kapsamında Fas’ta yine Uluslararası Rabat Üniversitesi’nde doktoraya başlamıştır. Ankasam Uluslararası İlişkiler uzmanı olarak çeşitli konularda röportajları ve analizleri bulunan Çalışkan, kitap bölümleri, makaleler ve kitap incelemelerine de devam etmektedir. Çalışkan, iyi derecede İngilizce ve Fransızca bilmekte olup, Çin-Afrika İlişkileri, Sahel, Sahel’de Din ve Güvenlik, İran, Şiilik, Hindistan, Gıda Güvenliği, Afrika'da İklim, İsyanlar ve Terörizm, Afrika Jeopolitiği, Kuşak ve Yol Projesi, Orta Asya üzerine akademik çalışmalarını sürdürmektedir.

Benzer İçerikler