24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı, Kremlin’in bir hafta içerisinde Kiev’de rejim değişikliği yaşanacağı şeklindeki varsayımına dayanmış ve Rus yetkililer tarafından “özel operasyon” olarak nitelendirilmiştir. İlk aşamada Ukrayna’nın tamamına egemen olmaya çalışan Rus Ordusu, ülkenin stratejik tesislerini hedef almış ve Kiev’i kuşatma altında tutmuştur. Fakat bu süreçte Rusya’nın amaçlarına ulaşamadığı görülmüş ve 2022 yılının Nisan ayında Moskova, “özel operasyonun” ikinci evresine geçildiğini duyurmuştur. Bu tarihten itibaren savaş, Ukrayna’nın doğusunda yoğunlaşmıştır. 2022 yılının Eylül ayında ise Ukrayna Ordusu’nun çeşitli bölgelerde taarruza geçtiği ve Rus kuvvetlerinin bazı yerlerden çekildiği gözlemlenmiştir. Dolayısıyla Kremlin açısından işlerin yolunda gitmediği bir durum söz konusudur.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken; Rusya’nın ağır bir yaptırım baskısıyla karşı karşıya kaldığı da göz ardı edilmemelidir. Askeri anlamda beklediği başarıları elde edemeyen Moskova yönetimi, her geçen gün yaptırımların ekonomik etkilerini de derinden hissetmektedir. Üstelik Rusya’nın Çin, Hindistan ve Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ) üyesi devletler gibi temel müttefiklerinden de beklediği desteği alamadığı söylenebilir. Bu da giderek yalnızlaşan bir Rusya realitesi ortaya çıkarmıştır.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise 21 Eylül 2022 tarihinde yaptığı açıklamayla, “kısmi seferberlik” ilan edildiğini duyurmuştur. Kuşkusuz bu karar, Moskova’nın Ukrayna Savaşı’nda ciddi bir personel sıkıntısı yaşadığının itirafı anlamına gelmektedir. Buna rağmen Rus yetkililer, nükleer silahlar üzerinden tehditlerde bulunarak Rusya’nın yenileceği bir savaşın tüm dünyanın kaybedeceği bir sürece evrileceğini ima etmektedir. Fakat nükleer silah kullanımına dair söylemleri ne kadar hayata geçireceği şüphelidir. Nitekim son günlerde bu tutumunu ve söylemini değiştirmeye çalışan bir Moskova söz konusudur. Zira bu, çok uç bir senaryodur. Ancak Rusya’nın çeşitli bölgelerde farklı çatışma alanları yaratarak Batı’nın ilgisini Ukrayna’dan uzaklaştırmak isteyeceği yönünde ciddi iddialar vardır. Bu olasılık ise nükleer savaşa kıyasla çok daha makuldür. Öyleyse sorulması gereken soru şudur: Rusya, dondurulmuş çatışma bölgelerini aktive etmek ister mi?
Aslında Rusya’nın Batı’yı birbirinden farklı coğrafyalardaki krizlerle uğraşmak durumunda bırakarak Ukrayna’da elini rahatlatması, göz ardı edilemeyecek bir senaryodur. Lakin Moskova’nın bunu yapabilecek kapasitesinin bulunup bulunmadığı tartışmalıdır. Çünkü Ukrayna’daki savaş için bile personel sıkıntısı yaşayan ve yaptırımlar nedeniyle ekonomik sorunlarla yüzleşen Moskova yönetiminin yeni çatışma alanlarına odaklanacak enerjisinin olduğunu iddia etmek güçtür. Üstelik dondurulmuş çatışma alanlarının aktive olması halinde söz konusu bölgelerdeki statükonun Rusya’nın aleyhine olacak şekilde değişmesi de ihtimal dahilindedir.
Bu noktada Kremlin’in dondurulmuş çatışma bölgelerine ilişkin genel yaklaşımına değinilmesinde yarar vardır. Esasen Rusya, özellikle de post-Sovyet coğrafyadaki ihtilaflı bölgelerde ateşkes ortamının sürmesini; fakat kalıcı barış anlaşmasının imzalanmamasını sağlamaya dönük bir strateji yürütmektedir. Böylelikle ilgili bölgelerde barış gücü adı altında asker bulundurmakta ve gerektiğinde çatışmaları aktive ederek, kontrollü krizler yaratarak ve sonrasında arabuluculuk yaparak nüfuzunu pekiştirmektedir. Bu nedenle de Moskova’nın mevcut durumda dondurulmuş çatışma bölgelerini sıcak çatışma alanlarına çevirmek istemeyeceği öne sürülebilir. Zira Rusya’nın çatışma yaşanması durumunda söz konusu alanlardaki barış gücü personellerinin sayısını arttırması ve arabuluculuk diplomasisi yürütmesi gerekecektir. Bu da yalnızca Batı’nın değil; Rusya’nın da ilgisinin Ukrayna’dan uzaklaşması anlamına gelecektir.
Yukarıda belirtilen bilgilerden hareketle, Rusya’nın müdahil olabileceği iddia edilen dondurulmuş çatışma bölgelerindeki durumdan bahsedilmelidir. İlk olarak 13-14 Eylül 2022 tarihlerinde Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan sınır çatışmalarına değinmek gerekirse, Moskova yönetiminin çatışmalar sırasında sessiz kaldığı ve herhangi bir açıklamada bulunmaktan imtina ettiği vurgulanmalıdır. Zaten çatışmaların ardından taraflar arası müzakerelerin adresinin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Fransa’ya kaydığı görülmüştür. Bu da Rusya’nın Güney Kafkasya’daki etkisinin azalması demektir. Dolayısıyla Moskova, bölgede İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra oluşan statükonun sürdürülmesini, daha büyük çatışmaların yaşanmasına tercih edeceğini gözler önüne sermiştir.
Diğer taraftan Ukrayna Savaşı’yla birlikte gündeme gelen Transdinyester Sorunu’nda da vaziyet çok farklı değildir. Bilindiği üzere Transdinyester, Moldova’nın toprak bütünlüğünün bir parçası olmakla birlikte Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçı gruplar gibi Rusya’ya bağlanma eğiliminin bulunduğu bir bölgedir. Halihazırda Transdinyester’de Rus Barış Güçleri görev yapmaktadır. Dolayısıyla burada çatışmaların başlaması halinde, dengenin Moskova’nın aleyhine şekillenmesi mümkündür.
Dahası Rusya’nın Transdinyester Sorunu’nu aktive etmesi için Ukrayna’nın Moldova sınırında yer alan Odessa kentini ele geçirmesi gerekecektir. Fakat Tahıl Koridoru Antlaşması vesilesiyle Odessa, gıda krizinin aşılmasına dönük çabaların kilit noktası haline gelmiştir. Yani Rusya, üstü kapalı olarak Batı Dünyası’na en azından kısa vadede Odessa’yı ele geçirmeyeceğinin ve dolayısıyla Transdinyester’e ilişkin herhangi bir hamle yapmayacağının garantisini vermiştir. Üstelik Transdinyester Sorunu’nun aktive olması halinde Ukrayna’daki savaşın seyrine bağlı olarak Batı’dan destek alacak Kişinev yönetiminin meseleyi kendi ulusal çıkarları doğrultusunda çözmesi de olasıdır. Bu yüzden de Moskova, Transdinyester Sorunu’nun dondurulmuş bir mesele olarak kalmasını isteyecektir.
Transdinyester Meselesi’ne benzerlik taşıyan bir diğer konu ise Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya bölgelerindeki durumdur. Her iki bölgede de ayrılıkçı yönetimler bulunmakta ve bu sözde devletler, Moskova tarafından tanınmaktadır. İki bölgenin de Rusya’ya bağlanma yönünde bir eğilime sahip olduğu bilinmektedir. Hatta 2022 senesinin Nisan ayında Güney Osetya’da Rusya’ya bağlanma amacıyla bir referandum düzenleneceği açıklanmış; lakin daha sonra bu referandum iptal edilmiştir. Elbette bu gelişme de Kremlin’in yeni bir çatışma bölgesini istemediği şeklinde yorumlanabilir.
Rusya-Ukrayna Savaşı esnasında yaşanan Karakalpakistan ve Dağlık Badahşan olaylarına bakıldığında da Moskova’nın süreci izlemeyi tercih ettiği ve bölge devletlerinin tepkisini çekecek açıklamalarda bulunmaktan sakındığı görülmektedir. Özellikle de Dağlık Badahşan’ın kriz alanına dönüşmesinin özelde İngiltere’nin ve genelde ise Batı’nın etkisini arttıracak bir gelişme olacağı söylenebilir.
Öte yandan Moskova yönetiminin Bosna-Hersek’te de Sırplar üzerinden pan-Slavist hamlelerde bulunarak birtakım karışıklıklar yaratabileceği iddia edilmektedir. Balkanların aslında Güneydoğu Avrupa olduğu düşünüldüğünde, trans-Atlantik ilişkilerdeki kırılganlığı arttırmak isteyen Rusya’nın Avrupa’yı istikrarsızlaştıracak bir hamle yapması makul gözükse de Sırbistan’ın Bosnalı Sırpları bir çatışmanın öznesi olma noktasında nereye kadar destekleyeceği belirsizdir. Zira her ulus-devlet gibi Sırbistan da kendi ulusal çıkarlarına öncelik vermektedir. Nitekim Moskova’yla olan yakın ilişkilerine rağmen Belgrad, Avrupa Birliği (AB) hedefini sürdürmektedir. Dahası Sırbistan-Kosova sınırında yaşanan gerilimde de sürecin AB’nin arabuluculuğunda çözüldüğü görülmüştür.
Kısaca özetlemek gerekirse, Ukrayna Savaşı sebebiyle Kremlin, kriz yaratma ve krizleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme gücünü büyük ölçüde yitirmiştir. Bu yüzden de Moskova’nın dondurulmuş çatışma bölgelerini aktive etmesi, rasyonel bir seçenek değildir. Bununla birlikte Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri müdahalesinin de 24 Şubat 2022 tarihinden önce rasyonel gözükmediği vurgulanmalıdır. Bu anlamda Rusya’nın 2000’li yıllardaki başarısını bir ölçüde bu öngörülemezliğe borçlu olduğu ifade edilebilir. Fakat aynı öngörülemezlik, Ukrayna’da işlerin yolunda gitmemesinin de temel nedenidir.
Üstelik Rusya, dondurulmuş çatışma bölgelerini aktive edebileceğinin mesajlarını da vermektedir. Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Transdinyester’deki Rus Barış Güçleri’ne gerçekleştirilecek herhangi bir saldırıyı, Rusya topraklarına yapılmış sayacaklarını belirten açıklamaları hafızalardaki yerini korumaktadır.[1] Benzer bir şekilde Rusya’nın çeşitli belgesellerde Bosna’da “Nazi varlığı” bulunduğunu iddia ettiği görülmekte ve bu da akıllara Ukrayna Savaşı’nda kullanılan söz konusu ülkenin “Nazisizleştirileceği” argümanını getirmektedir. Tüm bu hususlar ise Kremlin’in dondurulmuş çatışma bölgelerini aktive edebileceği şeklinde yorumlanmaktadır. Ancak böylesi bir hamlenin rasyonel olmadığı, düşünüldüğünde, Moskova’nın dondurulmuş çatışma bölgelerini daha ziyade bir baskı unsuru ve koz olarak Batı’ya karşı kullandığı söylenebilir.
Sonuç olarak Rusya-Ukrayna Savaşı’yla birlikte Moskova yönetiminin Batı’nın ilgisini farklı coğrafyalara çekmek istediği öne sürülmüş ve bu bağlamda dondurulmuş çatışma bölgeleri gündeme gelmiştir. Fakat Moskova yönetiminin gerek yaptırım baskısı hasebiyle gerekse de savaşta ihtiyaç duyduğu personel sayısını karşılama noktasında yaşadığı sorunlar sebebiyle farklı kriz alanları yaratmak istemeyeceği söylenebilir.
[1] “Лавров заявил, что действия против миротворцев в Приднестровье будут считаться нападением на РФ”, TASS, https://www.interfax.ru/russia/860242, (Erişim Tarihi: 05.10.2022).