31 Mayıs 2025 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Ukrayna Özel Temsilcisi Keith Kellogg’un yaptığı açıklama, uluslararası güvenlik tartışmalarında kayda değer bir kırılmaya işaret etmektedir. Kellogg, Rusya’nın Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) doğuya genişlemesine yönelik endişelerini “anlaşılabilir” olarak nitelendirmiştir. Bu açıklama, Washington’un resmi pozisyonunda doğrudan bir değişiklik anlamına gelmese de diplomatik ton açısından kayda değer bir yumuşama sunmaktadır.[1] Özellikle Ukrayna’nın NATO üyeliğinin şu anda gündemde olmadığını vurgulaması, ABD’nin Avrupa güvenlik mimarisine ilişkin stratejik bir yeniden değerlendirme sürecinde olduğunun sinyallerini vermektedir. Bu açıklamalar, ABD dış politikasında pragmatik bir revizyon arayışının ve Rusya ile Batı arasındaki gerilimi azaltmaya yönelik yeni bir diplomatik söylemin habercisi olarak yorumlanabilir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun doğuya genişlemesi, Rusya tarafından sürekli bir “tehdit unsuru” olarak algılanmıştır.[2] 1999 yılından itibaren eski Varşova Paktı ülkelerinin ve Baltık devletlerinin NATO üyeliğine kabul edilmesi, Moskova’nın güvenlik algısında dramatik değişimlere yol açmıştır. Rusya’nın 2008 yılında Gürcistan ve 2014 yılında Ukrayna’daki askeri müdahaleleri, Batı’nın bu genişleme politikasına doğrudan tepkiler olarak değerlendirilmiştir. Kellogg’un açıklamaları, bu tarihsel bağlamda Rusya’nın güvenlik kaygılarının Washington’da daha dikkatli bir şekilde değerlendirilmeye başlandığını ve bu kaygıların diplomatik süreçlerde daha fazla dikkate alındığını göstermektedir.
Özellikle Ukrayna’nın NATO üyeliği konusu, uluslararası güvenlik dengesinde kritik bir mesele haline gelmiştir. 2008 Bükreş Zirvesi’nde Ukrayna ve Gürcistan’a verilen üyelik taahhütleri, Rusya tarafından kırmızı çizgi olarak algılanmış ve bölgesel istikrarsızlığı tetiklemiştir. Kellogg, Ukrayna’nın üyeliğinin şu aşamada gündemde olmadığını vurgulamıştır. Bu sözler, yalnızca ABD’nin değil, Avrupa’daki bazı müttefiklerin de benzer endişeler taşıdığını ortaya koymaktadır. Almanya ve Fransa gibi ülkeler, Ukrayna’nın üyeliğinin NATO’nun güvenlik mimarisini tehlikeye atabileceği gerekçesiyle bu sürece mesafeli yaklaşmaktadır.[3] Bu durum, Batı ittifakı içinde Ukrayna meselesine dair fikir ayrılıklarını ve Avrupa güvenlik yapısının geleceğine dair endişeleri yansıtmaktadır.
Bu yeni yaklaşımın çeşitli stratejik yansımaları olabileceği değerlendirilmektedir. İlk olarak, ABD’nin ve Avrupa’daki bazı müttefiklerinin Ukrayna konusunda giderek daha fazla “Finlandiyalaşma” modeline benzer bir çözüm üzerinde düşünmeye başladıkları gözlemlenmektedir. Finlandiyalaşma terimi, Soğuk Savaş döneminde Finlandiya’nın Batı’yla ekonomik ve siyasi ilişkilerini sürdürürken, askeri tarafsızlık ilkesine bağlı kalmasını ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’yle (SSCB) doğrudan bir çatışmadan kaçınmasını ifade eden bir dış politika modelidir.
Ukrayna için öngörülen model de ülkenin egemenliğini ve bağımsızlığını korumak kaydıyla herhangi bir askeri ittifakın (özellikle NATO’nun) parçası olmaktan kaçınmasını ve tarafsız bir statü benimsemesini hedeflemektedir. Böyle bir tarafsızlık politikası, Ukrayna’nın Batı’yla mevcut ekonomik ve siyasi entegrasyon süreçlerini sürdürmesine olanak tanırken, doğrudan askeri bir blok üyeliğinden kaçınarak Moskova’nın güvenlik kaygılarını yatıştırmayı amaçlamaktadır.
Bu modelin stratejik önemi, sadece Rusya’nın tehdit algısını azaltmakla sınırlı değildir. Aynı zamanda Ukrayna’nın NATO’ya katılımı konusundaki ittifak içi fikir ayrılıklarını da yumuşatabilir. Özellikle Almanya, Fransa gibi ülkeler, Ukrayna’nın NATO üyeliğinin Avrupa güvenlik dengesini daha da kırılgan hale getireceği endişesini taşımaktadır. Dolayısıyla Ukrayna’nın askeri anlamda tarafsız bir pozisyon benimsemesi, NATO’nun bütünlüğünü ve iç uyumunu koruma açısından da önemli bir işlev görebilir.
İkincisi, Kellogg’un açıklamaları, ABD’nin daha geniş bir güvenlik mimarisi tasavvurunda revizyona gitme ihtiyacını ortaya koymaktadır. 2022 Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında güçlenen NATO’nun uzun vadede genişlemeci bir stratejiyi sürdürebilmesi için bölgesel güvenlik dengelerini daha hassas bir şekilde gözetmesi gerekecektir. Aksi takdirde genişleme ısrarı yeni çatışma alanlarını tetikleyebilir ve Avrupa güvenlik mimarisinde derin yarılmalara yol açabilir. Bundan ötürü ABD’nin Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda mesafeli tutumu, mevcut güvenlik yapısının sürdürülebilirliği açısından daha dengeli bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.
Üçüncüsü ve daha uzun vadeli bir perspektiften bakıldığında, Kellogg’un açıklamaları ABD’nin Çin’le artan stratejik rekabeti bağlamında Avrupa’ya yönelik önceliklerini yeniden dengeleme arayışının bir işareti olarak da yorumlanabilir. Washington’un Hint-Pasifik bölgesine daha fazla odaklanma isteği, Avrupa’daki güvenlik krizlerini “kontrol edilebilir” bir düzeyde tutma ihtiyacını artırmaktadır. Ukrayna’nın NATO üyeliği gibi yüksek riskli adımlardan kaçınmak, ABD’nin küresel stratejik kaynaklarını daha verimli kullanmasına olanak tanıyabilir. Böylece ABD, Avrupa’daki angajmanını sınırlı tutarken, Hint-Pasifik bölgesinde Çin’e karşı daha etkin bir güç projeksiyonu geliştirebilir.
Bu yumuşamanın pratik sonuçlar doğurup doğurmayacağı henüz net değildir. Ukrayna yönetimi, özellikle 2022 savaşının ardından NATO üyeliğini güvenlik garantilerinin temel taşı olarak görmektedir. Bu yüzden Washington’un mesafeli duruşu, Kiev yönetiminde hayal kırıklığı yaratabilir ve Ukrayna’yı alternatif güvenlik arayışlarına itebilir. Ayrıca Rusya’nın mevcut askeri doktrininde NATO’yu tehdit olarak görme eğilimi devam etmektedir ve diplomatik ton değişikliği, Moskova’nın stratejik tutumunda kısa vadede bir değişim yaratmayabilir. Bu noktada güvenlik garantilerinin şekillenmesi süreci ve Avrupa’daki güç dengeleri üzerinde uzun vadeli etkileri olacak karmaşık diplomatik müzakereler kaçınılmaz görünmektedir.
Sonuç olarak Keith Kellogg’un Rusya’nın NATO genişlemesi konusundaki endişelerini “anlaşılabilir” bulması, ABD’nin Avrupa güvenlik mimarisi konusunda daha gerçekçi ve dengeleyici bir politika izleme eğiliminde olduğuna işaret etmektedir. Bu açıklama, Ukrayna’nın NATO üyeliği meselesinde daha temkinli bir yaklaşımın benimsendiğini ve Batı-Rusya ilişkilerinde tansiyonu düşürmeye yönelik yeni bir diplomatik söylemin gelişmekte olduğunu göstermektedir. Ancak bu söylemin sahada ne ölçüde somut politika değişimlerine yol açacağı ve uzun vadede Avrupa güvenlik düzeni üzerindeki etkileri henüz belirsizliğini korumaktadır. ABD’nin Ukrayna politikasında sergilediği bu ton değişikliği, hem Washington’un küresel stratejik dengeleri gözetme ihtiyacının hem de Avrupa güvenlik yapısının kırılgan doğasının bir yansımasıdır.
[1] “Russia’s NATO Red Line Remains in Place, Kremlin Says”, TASS, https://tass.com/world/1965793, (Erişim Tarihi: 01.06.2025).
[2] “Why the Ukraine Crisis Is the West’s Fault”, John J. Mearsheimer. https://www.mearsheimer.com/wp-content/uploads/2019/06/Why-the-Ukraine-Crisis-Is.pdf, (Erişim Tarihi: 01.06.2025).
[3] “Strategic Responsibility: Rebalancing European and Trans-Atlantic Defense”, Brookings Institution, https://www.brookings.edu/articles/strategic-responsibility-rebalancing-european-and-trans-atlantic-defense/ (Erişim Tarihi: 01.06.2025).
